Donald Trump, serbest rekabet yoluyla “Amerikan Düşü” ne geri dönmeyi taahhüt etti ve ABD Başkanı oldu.
Bir yanda gelişmiş ve istikrarlı ülkeler, diğer yanda emperyal küreselleşmeyle henüz bütünleşmemiş istikrarsız devletlerin;
ABD ekonomisine yeniden yatırım yapmasını sağlamayı,
O sırada Pentagon ve CIA’ yı bugünkü işlevlerinden Ulusal Savunmaya geri getirmeyi öngördü…
Bunun için uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekilmesi, eski düzeni belirleyen hükümetlerarası yapıları tasfiye etmesi ve “Ticaret Savaşları”nı başlatması gerekiyordu…
*
Önemli jeopolitiğe haiz Türkiye’de ise R.T. Erdoğan hiç bir kısıtlama olmaksızın gücün zirvesine ulaştı.
Artık MHP’nin aşırı milliyetçiliği ve kendi İslami gündemiyle daha güçlü sosyo- ekonomik politikalarla Orta Doğu ve Balkanlarda pek çok ülkede etkili olabilecektir.
Onu Kürt topluluğuna boyun eğdirmekten ve temel insan haklarından mahrum etmekten alıkoyacak hiçbir şey yoktur.
Mutlak iktidarın elde edilmesi için kara listeye aldığı her bireyi ve kurumu da büyük bir azimle tahrip edebilecektir…
*
O neo-Osmanlı gündemini takip ededursun; ABD ve müttefiki AB ülkeleri de Ankara ile ilişkilerini yeniden gözden geçiriyor.
Çünkü mutlak diktatörlük altında Batı’nın en önemli savunma örgütünün üyesi olarak nitelendirilen Türkiye;
Hem ABD, AB ve NATO için çok ciddi bir sorun hem de Ortadoğu ve Balkan ülkelerinin istikrarsızlaşmasının amilidir.
Şimdi Başkan Trump’ın öngörüsü ile Batı’nın Türkiye’ye karşı sıfır tolerans uygulayacağı, acımasız ve yozlaşmış bir liderin;
Avrupa ve Orta Doğu’daki Batı çıkarlarını baltalamasına izin vermeyeceği bir sürece girilmiş;
İşte Türkiye’nin Kıbrıs politikaları müzakere masasına getirilmiştir…
*
3 Temmuz’da BM, Kıbrıs’la ilgili iştişareleri yürütmek üzere üst düzey yetkili J.Holl Lute’i “Kıbrıs Özel Danışmanlığı” görevine atamıştır.
Aynı gün Avrupa Parlamentosu’da (AP) Türkiye Raportörü Kati Piri,
”Geçen yıl Venedik Komisyonu’nun raporunun ardından, son anayasa değişikliğinin olduğu gibi hayata geçirilmesi halinde Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerinin formel biçimde askıya alınması çağrısında bulunacağımızı söylemiştik. Ne yazık ki o noktaya geldik. Bu anayasa yürürlükte kaldıkça ve Türkiye’de temel haklar, insan hakları, azınlık hakları konusunda mevcut şartlar devam ettikçe, dürüst olmalı ve ilişkimizin bu şekilde hiçbir yere gidemeyeceğini görmeliyiz” ifadesiyle,
AP’nin Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakarelerinin askıya alınmasını talep edeceğini açıklamış bulunuyor…
*
Ardından Türkiye’nin AB’den vize muafiyeti alarak vatandaşlarının Schengen ülkelerine vizesiz seyahat edebilmesi için görüşmeler sürmekteyken,
Kıbrıs Rum Kesimi, Çarşamba günü Strazburg’da onaylanan, AB Polis Teşkilatı (EUROPOL) ve Türk emniyet makamları arasında terörizme ve organize suçlara karşı işbirliğini öngören;
“Kişisel verilerin transferi konusunda müzakerelerin başlayabilmesi için Türkiye’nin, Kıbrıs Cumhuriyeti de dahil, tüm AB üyeleri ile adalet ve içişleri alanlarında yatay sorumluluklarını tam, etkili ve ayrımsız bir şekilde yerine getirmesinin ön koşul olduğu önemle ifade edilir” maddesini yürürlüğe koyuyor…
*
Göçmenler konusunda AB için hayati önemi olan “Geri Kabul Anlaşması”nı Türkiye’ye tam olarak uygulatabilmenin tek yolu eş zamanlı olarak vize muafiyeti sağlamak iken;
Şimdi Türkiye’nin Rum kesimini “Kıbrıs Cumhuriyeti ” olarak tanıması ve tam işbirliği yapması için bu veri transferi kriteri AB müzakerelerinde ön koşul olarak belirleniyor…
*
Aslında Başkan D.Trump’ın ” ABD emperyalizmini; sermaye ihracı yaparak kapitalist tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kurulduğu,
Sonuçta dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşıldığı ve tüm kaynakların en büyük kapitalist güçler arasında bölüşümünün tamamlanmış olduğu bir aşamadan,
“Amerikan Düşü”yle kendi ulusal ekonomisini geliştirmek için ulusötesi egemenlerin çıkarlarını terk etme siyaseti olanca hızıyla yürüyor…
*
Bir süredir Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail Doğu Akdeniz’de Tamar ve Leviathan bölgesi doğalgazını Avrupa’ya ulaştırmak için AB ile görüşmekteydi.
Enerji güvenliği ve AB’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmesine katkı koyacak ortak çalışmaların ileri götürülmesinde anlaştılar.
İsrail’in doğalgazını dünyaya satabilmesi için ya komşu ülkelerin mevcut boru hatlarını kullanması,
Ya da İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan’ın offshore sahalarının bağlanmasıyla oluşturulacak Doğu Akdeniz Boru Hattı ile gazın Yunanistan üzerinden diğer Güney Avrupa ülkelerine ulaştırılması öngörüldü.
Rantabl olan Türkiye’deki mevcut boru hatlarıydı…
*
Bu noktada Türkiye, ayrıca Yunanistan ile arasındaki Ege Denizi ekonomik alanında;
Karasuları ve kıta sahanlığı ile ilgili sınırlandırmaları kapsayan deniz yetki alanlarının belirlenmesi:
Belli coğrafi formasyonların hukuki statüsü:
Ege’deki statükoyu belirleyen anlaşma hükümleri çerçevesinde bu formasyonlar üzerindeki egemenlik aidiyetinin belirlenmesi,
Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliği ve Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesi sorunları yaşıyordu.
*
Mesela Türkiye, halen 1960 Ankara Anlaşması’nın yol açtığı Kıbrıs, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında imzalanan Garanti Anlaşması’nda diğerleri gibi garantör sıfatı taşımaktadır.
Ankara Anlaşması, Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerini, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletini garantiliyor.
*
İşte Garanti Anlaşması’nda 1.maddesi; “Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder” biçimindedir.
Rağmen Rum Temsilciler Meclisi’nin Şubat 2010’da tüm dünyada tanınmayı sağlamaya yönelik aldığı, AB’ye üye bir devlet olan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nde garantiler ve garantörler düşünülemez kararı;
Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB ve BM üyesi bir ülke olmasına yol açmıştır!
*
Doğrusu, Rumlar geçmişte bunun gibi bir çok konuda Garanti Anlaşması’nı delmekte deneyimli ve mahirdirler…
Nitekim Rumlar uluslararası tanınmışlıklarını kullanarak avantaj elde etmek için müzakere sürecinde kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direniyor.
Halbuki Rum egemenliği kabul etmek Kıbrıs sorununun ortadan kalkması, 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarı anlamına geliyor.
Akritas Planı, Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesini yani ENOSİS’i amaçlıyor…
*
Bugün Rumlar, Birleşik Kıbrıs için siyasi mülkiyet konusunu “Türkiye’nin Kıbrıs’ta İşgalci” olduğu noktasına taşıma gayretindedir.
Mütemadiyen Türkiye’ye daha fazla baskı yapılması için garantörlük konusunu uluslararası alana taşıma ve askıya aldırma çabasını sürdürüyor.
Buysa, garantörlük bahsinde Kıbrıs Rum Kesiminin güvenlik kaygılarına son verilmesi: Garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılması:
Kıbrıs sorunun çözümüne AB ya da başka uluslararası kuruluşların müdahil olmasının adımlarının atılmakta olduğu anlamına geliyor.
*
Şimdi Başkan Trump’ın öngörüsü ile Batı’nın Türkiye’ye karşı sıfır tolerans uygulayacağı,
Acımasız ve yozlaşmış bir liderin Avrupa ve Orta Doğu’daki Batı çıkarlarını baltalamasına izin vermeyeceği bir sürece girilmiş,
Ve Türkiye’nin Kıbrıs politikaları müzakere masasına getirilmiştir.
Bundan böyle Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliği ve Lozan Anlaşması’nda Türk-Yunan dengesi;
R.T.Erdoğan üzerinden Türkiye’nin asla kazanamayacağı bir al-ver müzakeresi konusudur…
*
“Yurtta Barış, Dünyada Barış” felsefesinden savruluşun getirdiği sevimsiz “Osmanlı tokatı” ile “Amerikan şamarı” mücadelesinde perde açılıyor…
6. 7. 2018
Bir yanıt yazın