Gazeteci Nagehan Alçı, geçen hafta “Dünyanın en iyi iktisatçılarından biri olan Acemoğlu, Türk ekonomisinin yapısal sorunlarını kökünden çözecek vizyonuyla tarihi bir görev yapabilir. Her zaman ezberleri bozan ve herkesi şaşırtan bir lider olmuş Erdoğan, Acemoğlu’na Türk ekonomisinin başına tam yetkiyle geçme teklifini yapabilir” diye yazınca, Prof. Dr. Daron Acemoğlu Türkiye’nin gündeminde ilk sıralara gelmiştir. İddiasını çok önemli bir kaynağa dayandıran Alçı, Kılıçdaroğlu Yüzde 30’a Nasıl Bakıyor başlıklı yazısında (30 Haziran 2018) “Bu güzel haberin gerçekleşmesi ihtimali bile beni çok umutlandırdı” demiştir.
Bunu üzerine Fatih Altaylı, “Daron Acemoğlu’nun böyle bir şeyden haberi bile yok. Kendisiyle hiçbir temas kurulmamış, kendisine böyle bir teklif veya teklif geleceği yolunda bir bilgi dahi iletilmemiş. Dahası böyle bir teklif gelse dahi Daron Acemoğlu’nun bu teklifi kabul etmesi şu an için pek olası görünmüyor. Akademik çalışmaları, ders verdiği MIT ile olan ilişkisi ve sürdürmekte olduğu bazı danışmanlık görevleri nedeniyle Acemoğlu fazlasıyla yoğun ve akademiye ara vermek gibi bir niyeti yok gibi görünüyor. Tabii yine de belli olmaz.
Bir vatansever olduğunu bildiğimiz Acemoğlu, bakarsınız gelir. Ama söyleyeyim, ihtimal çok çok düşük” yorumunu yapmıştır.
Bu yorum üzerine Alçı şu cevabı vermiştir: “Not: Elbette Daron Acemoğlu’na Erdoğan’dan gidecek tekliften kendisinin haberi olamaz. Teklif ancak gittiğinde teklifin öznesi haberdar olur. Dolayısıyla dün ortaya atılan ‘Bu tekliften Acemoğlu’nun haberi yok’ laflarını anlamak mümkün değil.”
Alçı, 2 Temmuz’daki yazısında da “Yazım üzerine Acemoğlu’na gelen tepkilerden yalnızca değerli hukukçu Gönenç Gürkaynak’ınkini yadırgadım. Kendisi ile Acemoğlu’nun beraber verdiği ‘Özgürlük ve Ekonomik Büyüme’ sunumunu dinlemiş ve oradaki görüşlerin neredeyse tamamına katılan bir yazar olarak Gürkaynak’tan gelen ‘Daron daha çok ‘Haklar ve özgürlükler’ derse ne olacak?’ çıkışını anlamakta zorlanıyorum” demiş, “Erdoğan ekonomi yönetimini Acemoğlu’na verirse Türkiye ileriye gider diye endişe ediyorlar. Onlardan biri şöyle bir tepki vermiş: ‘Daron Acemoğlu bu teklifi asla kabul etmez çünkü o, Kemalist Türkiye’nin yetiştirdiği aydınlık bir beyindir” tespitinde bulunmuştur.
Benim görüşüm de şudur: Acemoğlu teklif götürülse bile bunu kabul edemez. Çünkü Ermenistan’ın yeni Başbakanı Nikol Paşinyan’ın önersine olumlu yaklaşmıştır. Ayrıca kendisine Çınar Oskay’ın yönelttiği Türkiye’de akademide görev almak aklınızdan geçiyor mu sorusuna verdiği cevap ise “Şimdilik hayır” dır.
Turkish Forum’da geçen yıl yayınlanan yazımın başlığı “Prof. Dr. Daron Acemoğlu: Batı’dan Uzaklaşma Tehlikelidir” idi. (https://www.turkishnews.com/tr/content/2017/11/26/186606/) Yazımda bir iktisatçı olarak Türk kamuoyunu bilgilendirmek için Acemoğlu’nu tanıtmıştım. Şimdi önce Kamer Daron Acemoğlu kimdir sorusunu cevaplamak istiyorum.
Acemoğlu 3 Eylül 1967 tarihinde İstanbul doğmuştur, Ermeni kökenlidir. 14 Mayıs 2018 tarihli Milliyet Gazetesi’nde şu haber yer almıştır: “Ermenistan’ın yeni Başbakanı Nikol Paşinyan, 2012’de, Harvard Üniversitesi’nden James A. Robinson ile ortak kaleme aldığı Ulusların Düşüşü adlı kitapla büyük tartışma yaradan Acemoğlu’nu Ermenistan’ın ekonomisinin yeniden yapılandırılması için ülkeye davet etti. Facebook platformu üzerinden mesaj yayımlayan Paşiyan, Roma İmparatorluğu’ndan Mayalara, Ortaçağ Venedik’inden günümüz Amerika’sına uzandığı 15 yıllık araştırmayla, demokratik kurumların ekonomik refaha katkısını ortaya koyan Acemoğlu’na yönelik, ‘Ermeni milletinden dünyaca ünlü ekonomist Daron Acemoğlu ile görüştüm. O Ermenistan ekonomisine ve kalkınmasına yardım etmeye hazır olduğunu söyledi. Bay Acemoğlu Ermenistan’ı ziyaret etmeye hazır olduğunu da belirtti. Kesin tarihi önümüzdeki günlerde netleştireceğiz’ ifadesinde bulundu.” )
Haberin orijinali 13 Mayıs 2018 tarihinde yayınlanmıştır: “Prominent US Economist Daron Acemoglu, the professor at the Massachusetts Institute of Technology (MIT), has agreed to provide his assistance in restoring Armenia’s economy after the country was hit with a wave of anti-government protests, newly-elected Armenian Prime Minister Nikol Pashinyan said on Sunday.” )
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde uzun yıllar hocalık yapan Acemoğlu’nun babası Kework Acemoğlu 1988 yılında, öğretmen annesi İrma Acemoğlu 1991’de vefat etmiştir. Acemoğlu’nun eşi Asuman Özdağlar, eski Devlet Bakanı İsmail Özdağlar‘ın kızıdır. Profesör Asuman Özdağlar MIT’ de Elektrik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimleri’nde öğretim üyesi olup, 1 Ocak 2018 tarihinde MIT’de Elektrik Elektronik ve Bilgisayar Bilimleri Bölümünün başkanı olmuştur.
Bilindiği gibi Asuman Özdağlar’ın babası İsmail Özdağlar hakkında 1985’lerde UM Denizcilik’in sahibi Uğur Mengenecioğlu’ndan petrol taşımacılığı konusunda 25 milyon lira rüşvet istediği iddiası ile soruşturma açılmış, Başbakan Özal da Adnan Kahveci‘yi bu olayı araştırmakla görevlendirmişti. Rüşvetle ilgili kanıtlar elde edilince Özal, parti kurucusu yaptığı Manisa Milletvekili İsmail Özdağlar’ı bakanlıktan el çektirmişti. Özdağlar; ‘‘Bakanlık görevini kötüye kullanmak, UM Denizcilik sahibi Mengenecioğlu’nun gemilerine fazla fiyatla akaryakıt nakli sağlamak suretiyle devleti zarara uğratmak”tan Yüce Divan’a sevk edilmiş, Mengenecioğlu’dan haksız çıkar sağladığı ve 25 milyon lira rüşvet aldığı belirlenmiş, iki yıl hapis cezası almıştır. Özdağlar cezasını çekmiştir.
Acemoğlu, Sabancı Üniversitesi 2013 yılı Akademik Yıl Kapanış Konferansı’nda Uluslar Neden Başarısız Olur başlıklı bir konuşma yapmıştır. Acemoğlu konuşmasında dünyadaki gelir eşitsizliği üzerine durmuş, Türkiye’nin ekonomik ve siyasal gelişimini ve iyi eğitimli genç neslin gelişim sürecinde oynayacağı role değinmiştir.
Acemoğlu 2005 yılında John Bates Clarck Madalyası’nı almıştır. Madalya, her iki yılda bir ekonomi bilimine en büyük katkıyı yapan 40 yaş altındaki bir bilim insanına verilmektedir. John von Neumann (2007) ve Erwin Plein Nemmers ekonomi (2012) ödülleri sahibidir. Kurumların ekonomik gelişme üzerine etkilerini analiz ettiği çalışmalarıyla iktisat biliminin unutulmazları arasına girer. Acemoğlu’nun The Economic Journal’da yayınlanan bir çalışması 1996 Yılının En İyi Makalesi ödülüne uygun görülmüştür. Güncel çalışmaları, kurumların ekonomik gelişim ve siyasal ekonomideki yeri üzerinedir. Çalışmaları Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından 2006 yılında Bilim Ödülü’ne uygun görülmüştür. Acemoğluİ; 2013 yılında da klasik büyüme ve kalkınma teori ve modellerine farklı bir perspektifle yaklaşımı sebebiyle T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü almış, 2014 yılında Ulusal Bilim Akademisi üyesi seçilmiştir.
2012 yılında Harvard Üniversitesi’nden siyaset bilimci James A. Robinson ile ortaklaşa kaleme aldığı Ulusların Düşüşü: Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri (Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity and Poverty) kitabı çok ses getirmiştir. Roma İmparatorluğu’ndan Mayalara, Ortaçağ Venedik’inden günümüz Amerika’sına uzandığı 15 yıllık araştırmayla, demokratik kurumların ekonomik refaha katkısını ortaya koymuştur. Ulusların Düşüşü; tarih boyunca ulusların, özellikle de birbirine benzeyen ulusların ekonomik ve siyasi gelişmeleri arasında neden büyük farklılıklar olduğuna ilişkindir. Neden bazı ülkeler zenginken bazıları yoksuldur sorusuna cevap aramaktadır.
Diktatörlük ve Demokrasinin Ekonomik Kökenleri (Economic Origins of Dictatorship and Democracy, 2006) kitabı Türkçe’ye de çevrilmiştir. Kitap, farklı sosyal gruplar, siyasal güç ve kaynakların paylaşım şeklinden dolayı, farklı siyasal kurumları tercih etmektedir. Tanıtımındaki tespit şöyledir: “Bu sebeple demokrasi vatandaşların çoğunluğunun tercihi iken seçkinlerin karşı olduğu bir yönetim biçimidir. Vatandaşlar, toplumsal huzursuzluk ve devrim ile tehdit edebildiğinde, diktatörlük kalıcı değildir. Buna karşılık baskının maliyeti yüksek ve imtiyazlar ile ilgili verilen sözler inandırıcı değilse, seçkinler demokrasinin oluşturulmasına mecbur kalabilirler. Demokratikleşme ile seçkinler, toplumsal istikrarı sağlayarak, güvenilir bir biçimde siyasal gücü vatandaşlara aktarabilirler. Demokrasi, seçkinlerin onu alaşağı etmek yönünde güçlü teşvik yoksa konsolide olabilir. Bu süreçler; sivil toplumun gücü, siyasal kurumların yapıları, siyasi ve ekonomik krizlerin doğası, ekonomik eşitsizliğin düzeyi, ekonominin yapısı ve küreselleşmenin kapsamına bağlıdır.”
Günümüzde üniversitenin Charles P. Kindleberger Uygulamalı Ekonomi Bölümü’nde görevlidir. 57 ülkede yüzden fazla gönüllüsü bulunan IDEAS/RePec isimli ekonomik araştırma kurumuna göre Daron Acemoğlu, dünyada referans gösterilen ilk 10 iktisatçı arasındadır. Acemoğlu, yedinci sırada yer aldığı listede FED Başkanı Ben Bernanke, Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Profesör Paul Krugman, eski IMF direktörü Oliver Blanchard ve Nobel Ekonomi Ödüllü Edward Prescott gibi isimleri de geride bırakmıştır.
Koç Üniversitesi’nin Rahmi Koç Bilim Madalyası geçen yıl ekonomik büyüme ve kalkınma, çalışma ekonomisi ve siyasi ekonomiye katkılarından dolayı Daron Acemoğlu’na verilmiştir. 2015 Nobel Ekonomi ödülü sahibi Angus Deaton Acemoğlu için “Tarihi modelleyecek kadar matematiği de iyi biliyor” demiştir.
Törende konuşan Koç Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı ve Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç Acemoğlu’nu kutlamıştır: “Bundan sonraki çalışmalarında da büyük başarılarla adından söz ettireceğine yürekten inanıyorum.” Koç konuşmasında Acemoğlu’nu “Müreffeh ve aydınlık bir dünyanın oluşumuna önemli katkıda bulunmuş bir bilim insanı” olarak tanımlamıştır. Ödülünü Rahmi Koç’un elinden alan Acemoğlu ise şu değerlendirmede bulunmuştur: “Bu madalyanın benim için büyük anlamı var. Çünkü Koç Üniversitesi Türkiye’nin dünya akademik bilimine açılan en önemli pencerelerinden biri.”
Üzerinde çalıştığı iki konuyu da şöyle açıklamıştır: “Bunlardan birincisi kurumsal yapıların gelişimi ve bunun refaha, büyümeye etkisi. İkincisi teknolojinin ekonomi üzerindeki etkisi. Otomasyonun ne zaman üretkenliği, ne zaman ücretleri arttırdığını, iş gücüne etkisini anlamaya çalışıyorum. Aynı şekilde teknolojinin daha verimli kullanılması için kurumların, eğitim sisteminin ve başka faktörlerin nasıl değişmesi gerektiğini de araştırıyorum.”
Ödülün ilki önceki yıl Rahmi Koç Müzesi’nde düzenlenen törenle Popular Science’ın dünyanın en parlak 10 bilim insanı arasında gösterdiği Kaliforniya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aydoğan Özcan’a verilmişti. Rahmi Koç Bilim Madalyası, Türkiye’nin yetiştirdiği, yurt içinde ya da dışında evrensel bilgi birikimine katkıda bulunmuş, 50 yaşını aşmamış fen, mühendislik, tıp, ekonomi, sosyal bilimler, hukuk alanlarında evrensel bilime katkıda bunan bilim insanlarına, Vehbi Koç Ödülü ise eğitim, sağlık, kültür alanlarından herhangi birinde, Türkiye’nin ve Türk insanının gelişimine önemli katkıda bulunmuş kişi veya kurumlara verilmektedir.
Ödülü aldıktan sonra Hürriyet’ten Gila Benmayor’a konuşan Acemoğlu, ABD’nin Trump yönetimiyle tarihinin en büyük krizini yaşadığını belirterek, otoriter rejimler güçlendiği için dünyanın karanlık bir dönemden geçtiğini açıklamıştır: “Son 20 yıldır gördüğümüz hızlı küreselleşme ve teknolojik gelişme herkese fayda getirmedi.” Türkiye’nin sağlıklı büyümediğine işaret ederek şu değerlendirmede bulunmuştur: “Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması tehlikeli. Zira potansiyelini geliştirmesi için sürekli teknolojik olarak yenilenmesi gerekiyor. Gelişmiş teknoloji ve Ar-Ge Batı’da. Türkiye’deki Ar-Ge Batı’dan beslenecek. Ar-Ge’yi birebir alsın demiyorum. Kendi ihtiyacı doğrultusunda Batı’dan Ar-Ge’yi alıp geliştirecek. Bunun için Batı ile sürekli bir alışveriş gerekli.” (Hürriyet, 24.11.2017)
Acemoğlu’nun “Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması tehlikeli” açıklaması üzerine Turkish Forum’da 24 Kasım 2017 tarihine yayınlanan yazımda Acemoğlu’na katıldığımı şöyle açıkladım: “NATO ve Avrupa Birliği karşıtı söylemlerin arttığı, Türkiye’nin Avrasya Gümrük Birliği ile Şanghay İşbirliği Kuruluşu’na (Şanghay Beşlisi) girme teşebbüslerinin gündemde olduğu bir dönemde bu tespit çok doğrudur. Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923 tarihinde Fransız yazar Maurice Pernot’ya verdiği demeçte tercihini yapmıştır: ‘Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batıya yönelmemiş millet hangisidir?’
Acemoğlu, Perakende Günleri için geldiği İstanbul’da 26 Kasım 2016 tarihinde Çınar Oskay ile uzun bir söyleşi yapmıştır. O tarihteki görüşleri günümüze de ışık tuttuğu için söyleşiyi hatırlamakta yarar vardır. Çünkü, hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. ) Sorulan sorular ve Acemoğlu’nun cevapları günümüz için de geçerlidir.
Soru: Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile üyelik müzakerelerini geçici olarak dondurma kararını nasıl karşıladınız? Cevap: “Avrupa Birliği, Türkiye’nin kurumları için önemli bir çapadır. Bu çapayı elimizden kaçırmak üzereydik. Şimdi tamamen kaçırdık. Türkiye için iyi bir sonuç olmadı. Ayrımın büyümesi, hem ekonomik hem siyasi anlamda çok kötü.”
Soru: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Parlamentosu’na ‘Daha ileri giderseniz sınır kapıları da açılır, bunu da öyle bilesiniz’ dedi. Cevap: “İlişkilerimiz düzgün bir iletişim yerine yaygara koptuğu için bozuluyor. Ben baştan beri bu kısasa kısas yaklaşımını sağlıksız buluyorum. Biz Avrupa’yla onların kapı bekçisi olarak değil, temel demokratik ve insan hakları değerlerinde anlaştığımız için ilişki içinde olmalıyız.”
Soru: Türkiye iyi kötü 60-70 senedir Batı ittifakının parçası. Cumhuriyet’in yönü Batı’ydı. Şimdi Avrupa Birliği’ne, hatta NATO’ya alternatif olarak Şanghay Beşlisi işaret ediliyor. Bunu ekonomik ve siyasi açıdan nasıl okuyorsunuz? Cevap: “Çok kötü okuyorum. Türkiye’nin Batı’yla ilişkisi hiçbir zaman sorunsuz değildi. Bir adım geri, bir adım ileri gidiyordu. Avrupa’yla yakınlaştığımız dönemler hep iyi netice verdi.”
Soru: 2000’lerin başındaki AB süreci, demokrasimizi hiç olmadığı kadar güçlendirdi. Askerin etkisini ortadan kaldırdık, insan haklarını tanımaya başladık, yargı kurumları devletten ayrıştı, Kürtlerin dillerini kullanmasına izin verildi, sadece siyaset sanmayın, enflasyon kontrol edilir hale geldi, bütçe düzeldi. Nasıl oldu bu? Cevap: “1970 ve 80’lerde bakanlar, parayı istedikleri gibi harcama yetkisine sahipti. Dünya Bankası’nın denetimi altındaki vergi ve bütçe politikası bunu dengeledi. Sermaye Piyasası Kurulu, Merkez Bankası gibi bağımsız kurumlar güçlendi. İhale Kanunu değişti, şeffaflık getirildi. Bunun meyvelerini gördük. Türkiye yüzde 6 büyüdü. Bunun yüzde 3’ü verimlilik artışıydı. Yani teknolojiyi iyileştirmeye, kaliteli büyümeye yönelikti. Ekonomi, holdinglerin yerine daha geniş bir tabanın üzerine yayıldı. Anadolu Kaplanları ortaya çıktı. Eşitsizlik azaldı. Eğitimde, sağlıkta müthiş patlama oldu. Şimdi durum tam tersi.”
Soru: Bu pozitif süreç Kemal Derviş’in mi başarısıydı, AK Parti’nin mi? Cevap: “Kemal Derviş başlattı ama AKP de ilk başta çok iyi devam ettirdi. Ama şimdi geriye bakıyoruz, kalplerini koymamışlar… İhale Kanunu’na bakıyorsunuz, 2006’dan önce bile hemen istisnalar başlamış. AKP Kemal Derviş’in yapmadığı şeyler yaptı, hakkını vermek lazım. Eğitim tabanını geliştirdi, genişletti. PISA testinde (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) Türkiye’den öğrencilerin notları çok düşük olur. Bu dönemde fakir bölgelerde notlar ciddi şekilde arttı.”
Soru: Sonra neden bozuldu işler? Cevap: “AKP 2002’de iktidara geldiğinde zayıftı. Kendini AB sürecine bağladı. Bu süreç doğru yönde gitmesini sağladı. İkinci kez iktidar olduğunda ise ülkedeki diğer sağ partiler tamamen yok oldu. Güçlenince Avrupa’dan uzaklaşmaya başladı. Ali Babacan 2002’de, ‘Bağımsız kurumlar çok önemli’ diyordu; 2006’dan sonraysa ‘önemli değil’ Avrupa’dan tamamen koptuk. Dünya Bankası’nın getirdiği fonları iyice terslediler. Yargı bağımsızlığı Gülen’in sızmasıyla azaldı. Bunlar ekonomiye hemen yansıdı. Yüksek kaliteli büyümeden düşük kaliteli büyümeye geçtik. Şu anda büyüme yüzde 6 değil, yüzde 3. Verimlilik büyümesi negatif. İşsizlik yüzde 11. Büyüme tüketimden geliyor, tüketim de krediyle dönüyor. Devam ettirilebilir değil. Çok az vaktimiz kaldı. Bina daha çökmedi ama çökebilir, kriz olabilir.”
Soru: Ne zaman? Cevap: “Bir-iki yıl içinde olabilir. Fazla vaktimiz yok. Trump’ın gelmesi bu süreci hızlandırır. Yabancı sermaye hâlâ geliyor. Kısa süreli geliyor, uzun yatırımlarda bulunmuyor ama cari açığımızı karşılıyoruz, borcumuzu ödeyip yeni borç alabiliyoruz. Bunu sağlayan şey, dünyadaki likidite çokluğu. Para hâlâ yatırım arıyor, gelişmekte olan ülkelere sıcak bakıyor. Türkiye’nin pozitif imajı hâlâ tükenmedi. Ama yavaş yavaş çekilmeye başlıyorlar. Dolar bu yüzden fırlıyor. Türkiye borç almakta zorlanıyor. Amerika’da faizler artarsa -ki Trump zamanında artması bekleniyor- paranın çekilmesi hızlanacak. Bu yaşanmadan kendimize çekidüzen vermemiz lazım.”
Soru: Moody’s gibi uluslararası finansal kurumlarla da sıkıntılar var. Vız gelir, tırıs gider deniliyor. Tırıs gider mi gerçekten? Cevap: “Bunları biz iç politika için söylüyoruz. Ama uzun vadede Batı’ya ekonomimizin iyi olduğunu göstermemiz lazım. Çünkü dışardan para onların verdiği rapor sayesinde geliyor. Yani şu anda iç politikaya bağlı olarak dış politika yapıyoruz. Bu sağlıklı değil.”
Soru: AB’den kopmak AK Parti tabanının göze alabileceği bir şey mi? Cevap: “Şu anda evet. Çünkü ekonomiye ne kadar etkisi olacağını görmüyorlar. Ticaretimiz, büyümemiz düşecektir. Ayrıca Avrupa bize yüksek kaliteli büyüme, kurumsallaşma imkânı veriyor.”
Soru: Olası bir ekonomik kriz, siyaseti nasıl etkiler? Otoriterleşmeyi artırır mı? Cevap: “Her şey mümkün… AKP’nin tabanı çok geniş. Fakir kesimlere hizmet götürdü. Başka partiye hiçbir zaman oy vermeyecek insanlar var. Kriz AKP’yi çökertecek diye bir şey yok. Bunu hemen olası görmüyorum. Şu anda yüzde 45’in üzerinde desteği var. Bu en sert krizde bile yüzde 30’a düşer mi? Belli olmaz. 15 Temmuz sonrası özgürlüklerde azalma oldu. Basın özgürlüğündeki durum daha ne kadar devam eder, bilmiyorum.”
Soru: Basın özgürlüğünün ekonomiyle bağı var mıdır? Cevap: “Tabii. Direkt, hemen o sene olabilecek bir şey değil ama uzun süreli gelişme için şeffaflık, açıklık, kapsayıcılık, rekabetçilik şarttır. Basın özgürlüğü olmayan yerlerde bunu sağlamak çok zor. O zaman tekelleşme, yargının bozulması, diktatörlüğün ortaya çıkma olasılığı artıyor. Sivil toplum da çok aktif değil.”
Soru: Kimsenin gıkını çıkarmadığı otoriter bir ülkede refah sağlanamaz mı? Cevap: “Kötü bir dönem olur ama dünyanın sonu değil, ne kadar derin geçtiğine bağlı. Hiçbir dengeleyici ve huzur olmazsa o zaman vahim.”
Soru: Birçok insan yurtdışına gidiyor, bilimsel burs başvurularında patlama var. Beyin göçü riski var mı? Cevap: “Beyin göçü belli bir düzeyde kötü bir şey değil. Gidiyorlar, sonra geri geliyorlar. Bilgiyle dönüyorlar. Bunun olumlu olduğunu gösteren araştırmalar var. Ama herkesin kaçması bambaşka bir şey.”
Soru: Boğaziçi Üniversitesi rektör atamasını izlemişsinizdir. Akademiye yönelik müdahaleleri nasıl görüyorsunuz? Cevap: “Bir ülkenin beyni akademik sistemdir. O beynin özgür düşünmeye ihtiyacı var. Bunun için de özgürlük ve özerkliğe… Akademik kurumlar kendi kararlarını alabilsin, çatılarını kurabilsinler. 2000’lerde iki ayrı dünya vardı; tamamen YÖK’ün kontrolündeki üniversiteler ile büyük ve özel üniversiteler. Boğaziçi, Bilkent, ODTÜ, Koç, Sabancı, Bilgi… Bu üniversiteler uygulamada özerkti. Onlara çok karışmazlardı. Türkiye’deki en iyi akademik işler bu üniversitelerden gelirdi. Onları da kaybediyoruz.”
Soru: Ağustos 2015’te ‘Çözüm Süreci’nin bitmesi hem politik sistem hem ekonomi için felaket sonuçlar doğurur’ demişsiniz. Öngörünüzde haklı mı çıktınız? Cevap: “Evet. Bugün barış olsa ekonomiye büyük katkısı olurdu. Vatandaşların bir bölümü güvende değilse, sesinin duyulduğunu hissetmiyorsa, politik sürece pozitif değil negatif olarak katılmak zorundaysa, bu o ülkenin kaynaklarını doğru kullanmadığı anlamına gelir. Gerçek demokrasi olmasını zorlaştırır.”
Soru: En büyük şirketler hala eski seküler burjuvazinin şirketleri. AK Parti kendi burjuvazisini yaratabildi mi? Cevap: “Bir nebze, evet. En yukarda değil ama Anadolu’da alt tabaka genişledi. Anadolu’dan gelen şirketlerde, inşaat şirketlerinde patlama yaşandı. Bir bölümü Fethullah Gülen yapısının parçasıydı, bunlar kapatıldı, Koza Grubu gibi.”
Soru: Köprüler, havaalanları gibi büyük projeler -ihale yoluyla da olsa- hep aynı birkaç şirkete gidiyor. Bu normal mi? Cevap: “Değil.”
Soru: Her iktidar kendi zenginini yaratmaz mı? Cevap: “Devletin işi zengin yaratmak değil, kuralları koymak, fırsat eşitliği sağlamak. Sonra piyasa ekonomisi kendi zenginini çıkarır. Sorunlardan biri de bu zaten Türkiye’de.”
Soru: Şöyle demişsiniz: ‘İşadamlarımız yaratıcılığa, araştırma-geliştirmeye harcayacakları zamanın yüzde 60-70’ini politikacılarla ilişki kurmaya harcamak zorunda.’ Cevap: “Tabii. Bizde Facebook, Google gibi bir şirketin 20 yıl boyunca hükümetle ilişki kurmadan yürüdüğünü hayal edebiliyor musunuz? Gerçi Amerika’da da değişiyor bu artık. Facebook, Google da yaratıcılığını kaybediyor çünkü sürekli lobi yapmak zorunda.”
Soru: Üçüncü Köprü, Üçüncü Havalimanı gibi büyük inşaat projeleri AK Parti ekonomisinin motoru. Bu sağlıklı bir mekanizma mı? Cevap: “Hem evet hem hayır… AKP zamanında altyapı çok iyileşti, hakkını vermek lazım. Ama biraz abartıldı. Bir tek inşaat sektörüyle ekonomi yürümez.”
Soru: Doların yükselişi, yurt dışına çıkmadıkça biraz soyut kalıyor. Sıradan bir vatandaş olarak, mesela ben ne kaybediyorum dolar yükseldikçe? Cevap: “Yabancı sermaye artık kısa süreli borç verirken bile zorlandığı için dolar bu kadar arttı. Bu artış bizim cari açığımızı finanse etmekteki zorluklarımızı gösteriyor. Borcu karşılamaktaki sıkıntıyı gösteriyor. Doların artmasının hem negatif hem pozitif yanları var. Pozitif yanı, ihracatımız gelişebilir. Negatif yanı, elimizdeki paranın değeri azalıyor, ithal ettiğimizde daha fazla para veriyoruz. Sizi bilmem ama ülkenin borçlarının büyük bir bölümü dolar bazında.”
Soru: Türklerin ekonomik hayatımıza yansıyan antropolojik özellikleri var mı? Göçebelikten, savaşçılıktan gelen özellikler? Çalışkanlık, yırtıcılık, pratiklik gibi? Cevap: “Girişken bir toplum… Ekonomisi kurumsallaşmamış yerde girişkenlik önemlidir. Ama insanımız kadar kurumlarımızı da tarih belirliyor. Osmanlı kurumları hâlâ hayatımızda.”
Soru: Ne gibi? Cevap: “Tepeden ekonomi üretme Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, CHP’den sağa, oradan da AKP’ye geçti. Daha önce söylemiştim: Türkiye’ye demokrasi geldi ama liberalizm gelmedi. Her şeyi devletten bekliyoruz, çünkü devlet bizi öyle alıştırdı.”
Soru: Etik konusunda nasılız peki? Yolsuzluklara, rüşvete karşı çok tepkili değiliz sanki. Cevap: “Evet, ama bence bu bir zihniyet değil. Medya yolsuzluğun üstüne çok daha açık şekilde gitse, yargı gitse, iki tane güçlü alternatif parti çıksa işler farklı olurdu. İnsanlar o zaman oyumuzla bu partiye ceza verelim derdi. Ama ne medya konuşuyor ne sivil toplum ne de yargı süreci çalışıyor. Daha iyi kurumsal seçenekler olursa, yaklaşımlar da değişir.”
Soru: Türkiye’ye ne sıklıkta geliyorsunuz? Cevap: “Senede dört kez.”
Soru: Değişiklikler çarpıyor mu gözünüze? Cevap: “Evet. Altyapı, ekonomik modernleşme 1990’ların çok ilerisinde. Şu anda çok daha gelişmiş ve açık bir toplumuz. Medyanın durumuna, otoriterleşmeye rağmen, Türkiye eskisinden daha açık. Bir kere sosyal medyadan yurtdışına açık… İnsanların hayal dünyası, ufku daha geniş. Geleceğe dair umutlanacak şeyler de var.”
Soru: Bir gün gelip Türkiye’de Çınar görev almak aklınızdan geçiyor mu hiç? Cevap: “Şimdilik hayır.”
Soru: Neden? Cevap: “Dediğim gibi, özerklik yok. Kaynaklar da değişik.”
Soru: Nobel alacak mısınız? Üçüncü Nobel’i sizden bekliyoruz, bilesiniz. Cevap: “Gülümsüyor, hafifçe kızarıp yere bakıyor) Teşekkür ederim”
Soru: Dünyada popülist hareketler, liderler şaha kalktı. Nedir bu? Demokrasi çağı bitiyor mu? Cevap: “Dünya sürekli değişim içinde. Yeni teknolojiler, işler, insan kaynakları geliyor, eskileri gidiyor. Buna hem insanların hem kurumların adapte olması lazım. 21. yüzyıldayız ama 1940’larda, 50’lerde kurulan kurumlar devam ediyor. Eğitim sisteminde, işveren-işçi ilişkilerinde, gelir dağılımı politikalarında insanlar sistemin kendilerine yanıt vermediğini gördü. Bu yavaş bir süreçti, 2007 krizinde çok hızlandı.”
Soru: Neden? Cevap: “Hükümet bizim için kılını kıpırdatmıyor ama bankalar batınca hemen yardım ediyor dediler. Sistemin küçük insana değil, politikayla iç içe olan elitlere meyilli olduğunu görmeye başladılar.”
Soru: Doğru mu bu? Cevap: “Sistemin insanlara yanıt vermekte yavaş davrandığı doğru. Ama finansal krizde bankaların kurtarılması gerçekten önemliydi. Belki daha iyi yapılabilirdi. Sonuçta güven azaldı, popülist figürlere ilgi büyüdü. Donald Trump gibi yeni medyayı iyi kullanan insanlar, mükemmel bir platform buldu. İngiltere’de Brexit’e oy verenler benzer insanlardı.”
Soru: Kimlerdi bu insanlar? Cevap: “Ohio, Michigan, Pennsylvania’lılar… Eskiden sanayinin yoğun olduğu ama sonra çöken yerler… Fransa’da Ulusal Cephe, Donald Trump’tan da aşırı. Anti-semitik, II. Dünya Savaşı’ndan beri Nazizm ile iç içe bir hareket. Başkanlık seçimlerinde en yüksek oyu alacak, büyük ihtimalle ikinci turda kazanamaz ama belli de olmaz. Donald Trump da kazanamaz sanıyorduk. Trump şimdiden başladı. Bir Broadway müzikalinde müstakbel Başkan Yardımcısı’na bildiri okuyan tiyatrocuları, gazetecileri azarladı, hakaret etti. Pek hayra alamet değil.”
Soru: Popülist liderler artık demokratik kurumları açıkça hedef almaktan çekinmiyor. Trump da Amerikan demokrasisini hedef alacak mı? Cevap: “Evet ama ne kadar başarır bilmiyorum. 10 yıl önce olsa, ‘Asla yapamaz’ derdim. Şimdi bir korku var içimde. Kurumlar kendi sınavlarını iyi vermedi. Ama yargı hâlâ bağımsız, sosyal medyayı susturmak mümkün değil, sivil toplum aktif. Zarar verir ama tüketemez. Ama tabii ki Trump çok kötü bir haber.”
Soru: Nasıl önüne geçilir? Cevap: “Önce bu dört yılı, sivil toplumun gücü, medyanın açıklığı, California, New York gibi eyaletlerin federal hükümetten ayrı yaşayabilmeleri sayesinde aşmak lazım. Sonra -sivil toplumu iyice işin içine katarak- kapsayıcı kurumları yeniden yaratmak gerekiyor.”
Soru: Çok kapsamlı tarih araştırmaları da yaptınız. Tarihin akışına baktığımızda, insanlık geriye gider mi? Cevap: “Tabii. Defalarca yaşandı bu. Roma’da, Venedik’te, Birinci Dünya Savaşı’nda… Sonra faşizmin gelmesiyle en az 60 yıllık geri gitme oldu. Amerika’nın, Avrupa’nın kurumsal yapısı ve seçimleri olmasaydı daha da gidebilirdik. Geri gitmek çok kolaydır.”
Soru: Dünyanın geriye gittiği, şanssız bir evrede mi yaşıyoruz biz? Cevap: “Jenerasyon olarak doğru bir zamanda doğmadık, evet. Ama şansımızı kendimiz yaratmamız lazım. Başkasını suçlayamayız.”
Nagehan Alçı’nın görüşü hiçbir zaman gerçekleşemez. Keşke gerçekleşse. Çünkü sayın Alçı yabancı basını izlememektedir. Yazımın başlığı geçerlidir: Daron Acemoğlu Türk Ekonomisinin Başına Geçemez, Çünkü Ermenistan Yolcusu’dur. Ben Fatih Altaylı’ya ve Gönenç Gürkaynak’a katılıyorum. Gürkaynak’ın dediği gibi Daron daha çok haklar ve özgürlükler derse ne olacak?’