Bazılarının Josef Stalin’e, bazılarının Lenin’e ait olduğunu söylediği bir söz var:
“Oyları kimin verdiği değil, kimin saydığı önemlidir…”
Aslında seçimlerde oyları veren de sayan da önemlidir. Ama bir ülkede hile hurda, sahtekârlık söz konusu ve ön plandaysa, o zaman o ülkede oyları “Kimin saydığı ve sayanları kimlerin denetlediği” daha çok önem kazanır…
Özellikle Türkiye’de AKP’nin iktidar olmasından bu yana bu türden iddialar hep konuşula gelmiştir ve son seçimlerde iyice artmıştır.
Sandıklarda sahtekârlık yapıldığı, sonuçların değiştirildiği ileri sürülmektedir.
Atalarımız, “Görünen köy kılavuz istemez” demiş.
Ne yazık ki her seçimde bu türden olayları yaşıyoruz, tanık oluyoruz. Sırtını İktidara dayayan bazı başıbozuk gruplar; seçmenleri tehditle, korkuyla baskı altına almakta, onları yönlendirmeye çalışmaktadırlar.
Hatta bazıları son seçimlerde silah kullanmış, çevreye rastgele ateş açmıştı.
Emniyet güçleri, bu başıbozuk, çapulcu çeteleri sadece seyretmekle yetinmiş, haklarında hiçbir işlem yapmamıştı.
Bu sivil, silahlı ayaktakımının yanında yandaş basın ve televizyonlar da hep iktidar lehine yayın yapmış, muhalif partilere çok az yer vermişti.
Halkımız gerçeklerden uzak, çalgı – çengi, yalan yanlış haberlerle uyutulmuş, sorunlar ve doğrular onlardan gizlenmişti.
Ayrıca bütün bunlara ek olarak Türkiye’de SEÇSİS denilen bir seçim sistemi uygulanmaktadır bugün. Bu sistem, Amerikan yapımı bir bilgisayar teknolojisidir. Bu teknoloji, 2004 yılında ABD seçimlerinde kullanılmış ve çok büyük hileler yapılmıştı. Seçimin arkasından günlerce şaibeli sonuçlar tartışılmıştı.
Her türlü dış müdahaleye açık olan bu sistem yeryüzünde artık kullanılmamaktadır. Yunanistan’da ise muhalefetin itirazı üzerine kaldırılmıştır…
22 Temmuz 2007 seçimlerinde AKP, SEÇSİS yöntemi ile yüzde 47; 12 Haziran 2011 seçimlerinde ise yüzde 49,8 oy aldı. Yani bu sonuca göre her iki vatandaştan biri AKP’ye oy vermişti.
O yıllarda uzmanlar SEÇSİS’de “Oy kaydırılması” olduğunu saptadılar. Öteki partilerden AKP’ye oy yüklenmişti. Sorun YSK’ya taşındı, ama sonuç alınamadı. Çünkü YSK kararlarına kişiler ve kurumlar itiraz edemezlerdi. Konu örtbas edildi.
Adil ve dürüst olmayan bu seçim sisteminin ve seçim ahlakının gelecek yıllarda da aynen devam edeceği anlaşılmaktadır…
Bu durum karşısında bazı aydınlarımız, hatta devrimcilerimiz şöyle konuşmaya başladılar:
“Bu sandık, bu seçim sistemi AKP’nin elinde ve denetiminde olduğu sürece muhalif partiler seçim kazanamazlar… Bu sandıktan hep RTE çıkar…” Hele bir de yanında MHP varsa.
Elbette bu değerlendirmede bir gerçek payı var…
Ama bir gerçek payı daha var ki muhalif partiler üzerlerine düşen görevi hakkıyla yerine getirememektedirler. Tüm çığırtkanlıklarına, bağırıp çağırmalarına karşın, iktidarı ele geçirecek çalışmalardan uzak kalmaktadırlar.
Partiler, iktidar mücadelesini TBMM’nin Salı Toplantılarında yapılan konuşmalarla, birtakım ağız dalaşı ile sınırlandırmaktadırlar. Haksızlıkları, hukuksuzlukları yenip, bir halk iktidarı kurabilecek ideolojiye, kültüre, doğru devrimci yöntemlere sahip değiller.
CHP, bugün bünyesinde barındırdığı bazı şeriatçı, ırkçı, Atatürk düşmanı görüşlere sahip kişilerle bir aşure çorbası görünümü vermektedir. Öncelikle Atatürk ilkelerine ve ideolojisine ve onun “Tam bağımsızlık” ilkesine ters düşecek akımlardan partinin temizlenmesi gerek.
Sonra da sadece bir konuşma, söyleşi, toplantı, tartışma ve hepsinden önemlisi bir UZLAŞMA partisi niteliğinden sıyrılıp, EYLEM partisi olma yolunda süratle ilerlemesi gerek.
Eylem partisi olmak demek, haksızlıklara, hukuksuzluklara, ahlaksızlıklara eylemlerle karşı koymak, halkın lehine ilkeli kararlar almak, ilkeli davranmak demektir. ADALET YÜRÜYÜŞÜNDE olduğu gibi…
Oysa seçim gecesi CHP Genel Merkezinde herkesin bir tek sorunu vardı: “Sandıklara sahip çıkmak…”
Ama seçimlerden çok önce, kimsenin aklına yukarıda sözünü ettiğim bu “SEÇSİS” denilen ve dışarıdan müdahaleye açık olan bu ucube sistemin kaldırılması, kaldırmak için mücadele edilmesi gelmedi.
Yeniden parmakların boyanmasını gerçekleştirmek gibi bir girişim kimsenin aklına gelmedi.
OHAL şartlarında seçim yapılması dünyanın neresinde görülmüştür? OHALİ kaldırıp da seçime gitmek için hiçbir çaba gösterilmedi.
Erdoğan’ın kazanacağını dünyanın tüm ileri gelen basın ve istihbarat kuruluşları biliyordu. Dünyaca ünlü Economist dergisinin İstihbarat Direktörü Robin Bew şöyle diyordu: “Ekibimiz Erdoğan’ın seçimi birinci turda kazanacağını düşünüyor.”
Gerçekte biz de kuşkuluyduk. Ama bu kez milli ittifakın ortaya çıkması, Muharrem İnce’nin yoğun bir çalışmayla ve çabayla milyonları miting alanına toplaması bir umut yaratmıştı kalplerde ve beyinlerde…
Ama seçim ortamı ve şartları eşit değildi. Her şeyden önce bu şartların değiştirilmesi ve kaldırılması için mücadele verilmeliydi. Kaldırmıyorlarsa, kalkmıyorsa seçime de girilmemeliydi. Seçim Protesto edilmeliydi. AKP tek başına seçim yapamazdı…
Yıllardan beri düzeltilmeyen ve hep AKP’yi iktidara getiren bu hile hurda ortamını kabul edip, seçime katılmak yanlışların en büyüydü…
Hiç olmazsa bu kez, belediye seçimlerinde bu SEÇSİS denilen bilgisayar sisteminin ve öteki kötü şartların kalkması için savaşın.
Çünkü AKP’nin büyük kentlerdeki belediye seçimlerini kaybetmesi SONUN BAŞLANGICI olacaktır.