Türkiye, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde terör koridoru oluşumunu engellemek başlığında Kürtlere karşı kapsamlı bir mücadele veriyor.
Aslında Erdoğan’ın Kuzey Suriye topraklarında işgali derinleştirme ve hidrokarbon kaynakları için o bölgeyi kolonileştirme planını yürütüyor.
Türkiye bu çerçevede ABD ile Manbij anlaşmasını yapmış ve sonucu belirlenmiş 24 Haziran seçimlerine girmiştir.
Anlaşma Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı operasyonlarını, Türkiye ve vekil gücü Özgür Suriye Ordusu’nun Cerablus ve Afrin’deki varlığını resmileştirmiş bulunuyor.
*
Fırat Kalkanı operasyonunda Türk Ordusu’nun güçlü hava ve kara desteğiyle Özgür Suriye Ordusu, YPG-SDG’nin Sacur suyu üzerindeki varlığını bütünüyle sonlandırmış,
Manbij şehir merkezine 12 km. kadar yaklaşan ilerleyişin ardından bölgedeki YPG-SDG hatları çökme noktasına gelmiştir.
Bu çöküşten yararlanarak TSK ve muhaliflerin Manbij’e kadar ilerlemesinin, daha sonra Fırat’a kadar YPG-SDG’yi gerileterek Tişrin Barajı’na ulaşmasının önü açılmıştır.
Bugün Türkiye Sacur Suyu’nun Cerablus tarafında kalan kıyı boyunca devriye gezdiriyor.
Türk güçleri şu ana kadar Manbij’e girmemiştir ama Sacur Suyu kıyısında ayrı ve bağımsız devriye misyonunu yerine getiriyor.
ABD güçleri ise Sacur Suyu’nun Manbij sınırlarında kalan kıyısı boyunca devriyeye çıkıyor…
*
Bu görüntü anlaşmanın şu dakikada uygulanan bölümüdür.
Şimdilerde Türkiye’nin eğittiği Suriyeli ya da Manbij’li milislerin Manbij’te işgale sokulması ve yönetimde yer almaları planının yürütülme hazırlıkları yapılıyor…
Aslında ABD, İran’a karşı yapılacak olası bir müdahalede Türkiye’yi kullanabilme opsiyonunu elinde tutuyor!
Bu yüzden TSK, Irak’ta Erbil’in kuzey -kuzeydoğusundaki Bradost’ta ve Kandil’de de PKK’ya karşı geniş çaplı topçu saldırılarıyla İran’a karşı mevzileniyor…
*
Ama 14 Nisan’da ABD, Birleşik Krallık ve Fransa; Rusya ve İran’ın teminatındaki Suriye’de Beşar Esad’ın kimyasal silah potansiyelinin altyapısını vurma bahanesiyle,
Kuzey Suriye’de bir koridor oluşturmuş ve bölgeye NATO’yu getirmişlerdir.
Fransa; Suriye petrolü, gazı ve taşımacılığı için TOTAL SA şirketini, İngiltere; British Petroleum şirketini, ABD ise ExxonMobil şirketini;
ABD yönetimi askeri gücünü bölgeden çekmenin öncesinde Kuzey Suriye’ye yerleştirmiştir.
Acaba bu planda Manbij anlaşmasına rağmen Türkiye’nin yeri bulunuyor mu?
*
Halbuki 7 Mayıs’ta Rusya Devlet Başkanı V. Putin ile Suriye Devlet Başkanı B.Esad arasında Soçi’de yapılan görüşmenin ardından,
“Suriye’deki yabancı güçlerin çekilme sürecinin yakında başlayacağını” ifade eden açıklama hâlen geçerliliğini koruyor.
Rusya, Suriye’den çekilmesi gereken yabancı güçlerin “ABD, Türkiye, İran ve Hizbullah” olduğunu açıklamış bulunuyor!
*
O günden beri Rusya, Suriye’de İran ile ortaklığına ve İsrail ile işbirliğine farklı bir çerçeve kazandırmaya çalışıyor..
Bunun için Suriye ile yeni bir ortaklık mimarisi oluşturmak ve yeni araçlar üretmek zorundadır.
Rusya’nın İran ile ortaklığı ve İsrail ile işbirliği için öngördüğü yeni vizyon; Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal egemenliğinin korunması şartına dayanıyor.
Çünkü Rusya ancak bu taktirde hem İran hem de İsrail ile ilişkilerini daha sürdürülebilir kılabilecektir…
*
İran ise Suriye, Lübnan ve Filistinlileri İsrail’e karşı aynı mevzide yer aldığı stratejik müttefikleri olarak görüyor.
Suriye’deki askeri danışmanlarını, milis güçlerini ve Hizbullah birliklerini Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve ulusal egemenliğini savunma gerekçesiyle izah ediyor.
Bu yüzden Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve ulusal egemenliğini garanti edecek çözüme ulaşılması konusunda Moskova ile aynı düşüncededir.
Dolayısıyla Suriye’deki askeri varlığını Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal egemenliğini savunma ile açıklayan İran’ın;
Askeri varlığını korumak adına bunları garanti edecek bir çözümü engellemesi beklenmiyor…
*
Yazılı bir anlaşma olmamasına rağmen 30 Mayıs’ta İsrail, Savunma Bakanı A.Lieberman vasıtasıyla Kremlin’de yaptığı görüşmelerde,
İran ve vekil güçlerinin çekilmesi kaydıyla Suriye hükümetinin ulusal egemenliğini kabul etmiştir.
Nitekim Rusya, İran askerlerinin Suriye’nin güneyinden çekilmesi konusunda anlaşmaya varıldığını açıklamıştır.
Bu durum İran’ın Rusya’nın yeni ortaklık vizyonuna itiraz etmediği anlamına geliyor…
*
Bu noktada Suriye, İsrail sınırında ulusal egemenliğini kuracaktır.
Suriye hükümetinin ulusal egemenliğini şart gören İran kazançlıdır.
Suriye hükümeti yakın ilişkilerde olduğu Hizbullah’ın bu bölgelerde bulunmamasının bir yolunu bulacaktır.
Suriye hükümeti Filistinlilere vereceği desteği sıfırlayacaktır.
Rusya, İsrail- İran arasında büyük bir savaşa dönüşme riskini taşıyan sorunu uzlaşmayla çözmüş olurken;İsrail ile işbirliğini ve İran ile stratejik ortaklığını sürdürecektir.
İsrail ise güneyde Golan sınırlarında B. Esad’ın güvencesinde olabilecektir.
*
O sırada Kürtlerin vekaletinde Kuzey Suriye’de; ABD, Fransa ve İngiltere,
Kuzey Irak’ta ABD, İngiltere, Kanada, Norveç, BAE, Çin, Hindistan, Güney Kore, Fransa, Macaristan, Moldova, Avusturya, Kıbrıs, Avusturalya ve Türkiye;
Enerji, petrol ve gaz, inşaat, taahhüt altyapıya yönelik uluslararası firmaları üzerinden,
O bölgelerin hidrokarbon kaynakları ekonomisini uluslararası hukukun güvencesine bağlamış,
Irak ve Suriye’de merkez hükümetlere bağlı Kürt tabanı üzerinde çokuluslu bir şirketler devleti oluşturmuş olacaklardır.
*
Peki, Türkiye Erdoğan’ın İslamcı ideolojisi doğrultusunda Suriye ve Irak topraklarında genişleyen savaşını sürdürebilecek midir?
Bu noktada uluslararası toplum, Erdoğan’ın İslamcı diriliş vizyonunu yerine getirmeye çalışan bir Türk Bin Ladin’e dönüşmesiyle ilgilenmezse;
Dünyada güvenliğin kalmayacağını biliyor.
Bu yüzden, Erdoğan’ı önünde sonunda durdurulacağı bir “Kazan- Kazan” sürecine girilmiş bulunuluyor…
*
Çünkü Türkiye güce dönük ve zorlayıcı diplomasiye dayanan taktik anlayışı nedeniyle tutarlı bir strateji izleyemiyor.
Bu yüzden Doğu Akdeniz’deki müttefikleri, ortakları ve komşularıyla birtakım zorluklarla karşı karşıyadır.
Suriye’deki müdahalesinin kolay bir çıkışı yoktur ve Kürt sorunu daha da karmaşıklaşıyor.
Rusya Karadeniz’de ve başka yerlerde Türkiye’yi sıkıyor.
ABD, İsrail ve Avrupa Birliği ile ilişkiler giderek zayıflıyor.
Yunanistan ile Ege ihtilafları kontrolden çıkma olasılığını koruyor.
Türk ekonomisi iflas noktasında bulunuyor.
*
Bu noktada Türkiye’nin, Kıbrıs- Yunanistan- İsrail- Mısır ve AB ile ihtilafları;
Doğu Akdeniz’deki çok zengin hidrokarbon kaynaklarının Batı’nın enerji güvenliğine açılmasında engel oluşturuyor.
İsrail’i Türkiye’ye sonra Yunanistan ve Avrupa bağlayan bir boru güzergahı çok daha ucuzdur,
Ama bu seçenek Türkiye’nin tutumu nedeniyle hayata geçirilemiyor.
Sorunun temelinde Lozan Anlaşması çerçevesinde Türkiye- Yunanistan dengesi, Türkiye’nin AB üyeliği ve Birleşik Kıbrıs sorunu bulunuyor.
Ama Doğu Akdeniz’de demokratik bir bloğun oluşturulması, Türkiye’de Erdoğan’ın İslamcı Osmanlı özlemlerine hizmet etmiyor…
*
Şimdi Doğu Akdeniz’de demokratik bir blok oluşturmak üzere özelde Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege Denizi ekonomik alanında varolan,
Karasuları ve kıta sahanlığı ile ilgili sınırlandırmaları kapsayan deniz yetki alanlarının belirlenmesi,
Belli coğrafi formasyonların hukuki statüsü,
Doğu Akdeniz’de ve Ege’deki statükoyu belirleyen anlaşma hükümleri çerçevesinde bu formasyonlar üzerindeki egemenlik aidiyetinin belirlenmesi sorunlarının;
Uluslararası hukuka göre çözülmesi gerekiyor.
*
Bu sorunlar Aralık 2017′ de ” Kazan-Kazan” ya da “Al -Ver” ustası Erdoğan’ın,
Yunanistan liderleriyle yaptığı görüşmelerden sonra 1923 Lozan Anlaşması’nın yeniden açılması konusundaki tutumu çerçevesinde çözülmeye yazılmıştır.
Erdoğan’ın “Al- Ver” ciliği bugüne kadar Türkiye’nin egemenliği konularına büyük kayıplar vermiştir.
Şimdi Türkiye’nin Kuzey Suriye ve Kuzey Irak macerasına son verecektir, iyi ama, Ege’de Türkiye-Yunanistan dengesinde Türkiye aleyhinde gelişmelere neden olacaktır…
2.7. 2018
Bir yanıt yazın