Türkiye rejimi, retoriği ve yaklaşımlarıyla El Kaide örgütünün gelişmiş, karmaşık ve daha tehlikeli bir versiyonuna dönüşmüştür.
Aradaki fark, “Adam” ın Afganistan’ın dağlarına dağılmış bir militan gruba değil jeopolitik öneme sahip bir ülkeye liderlik etmesidir.
Bugün El Kaide’nin terörizmle dünya çapında yarattığı korku, artan siyasi paranoyası ve totaliterizmiyle bu adamın tekelindedir…
*
Adam ya da Erdoğan ülkeyi tartışmasız yürütmek için kapsamlı güçler kazandığı bir referandumdan sonra onlarca yıl sürecek bir miras bırakabileceği seçimi kazanmıştır.
Uluslararası toplum, Erdoğan’ın diriliş vizyonunu yerine getirmeye çalışan bir Türk Bin Ladin’e dönüşmesiyle ilgilenmezse;
Dünya sokaklarında güvenle yürüyebilmenin olanağının kalmayacağını biliyor.
Bu yüzden, uluslararası toplumun El Kaide benzeri otoriter bir yönetimde “Türk bin Ladin” ini önünde sonunda durduracağı bir “Kazan- Kazan” sürecine girilmiş bulunuluyor…
*
Uluslararası toplum 24 Haziran seçimlerinde uygulanan baskıları: Yürütme organı ve parlamentoda totaliterizmi güçlendiren değişikliklikleri: Muhalefetin oylarını : Sandıktaki tıkanmaları:
Seçim akşamı kentlerde silahlı sokak gösterilerinin yarattığı endişeleri dile getirmiştir.
Buna rağmen şimdi Washington ve Ankara ilişkilerinde yeni bir pencere açılıyor…
*
Amerikalı politika yapıcılar için en önemli kazanç, Türkiye seçim sonuçları kargaşasını büyük olasılıkla uzun bir döneme sürükleme olacaktır.
Mesela, AKP’nin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, HDP’li Pervin Buldan’a ‘Sizi yaşatmayacağız’ demesi ve valilere ‘CHP’lileri şehit cenazelerine almayın’ talimatını bu yönde verdiği ciddi olarak düşünülmelidir.
Çünkü Türkiye ekonomik ve askeri açıdan Ortadoğu’nun en güçlü ve istikrarlı devletlerinden biri ve ABD’nin Ortadoğu’da stratejik çıkarlarının eski ve iyi bir ortağıdır.
NATO ile Batı’dan Afganistan’a, Ukrayna’dan Suriyeli mültecilere ve İran füzelerine karşı savunma konularında işbirliği yapıyor…
Şimdi bir uzun kargaşa döneminde Türkiye’nin öncelikle uluslararası toplum ile çözüme kavuşturulmamış ikili meselelerinin çözülebileceği,
Türkiye’nin önemli dış politika inisiyatiflerindeki ertelemelerin: Komşu ülkelerle gelişen sarsıcı durumunun : Rusya’nın Ankara’ya artan baskısının: ABD’ ye yönelik siyasi histrioniklerin önüne geçilmesi öngörülüyor…
*
Çünkü Erdoğan’ın zafer kazanmak için ödemek zorunda kaldığı siyasi fiyat, onu belirli konularda uzlaşmaya uygun hale getirmiştir.
Erdoğan seçim gününe kadar çok büyük bir tehditle karşı karşıyaydı, aşırı milliyetçi MHP ile çoğunluğu sağlamaya yönelik bir koalisyon oluşturmak zorunda kaldı.
Ama sonuçta yüzde 52’lik üstünlükle kazandığı başkanlık ancak marjinal olarak iyi kabul ediliyor…
Üstelik Erdoğan’ın en sert muhaliflerinden biri olan Halkların Demokratik Partisi (HDP) meclise girmiştir.
Bu karışık sonuç, Türkiye’nin içeride ve dışarda daha fazla aktörle çalışmaya zorlanacağını gösteriyor.
Bu görünümde Erdoğan’ın seçim sonrası işi ne olursa olsun ABD; istikrarlı bir Türkiye’den yararlanmak için doğrusu iyi bir pozisyon kazanmıştır…
*
Başkan D. Trump, Salı günü kutladığı Erdoğan ile NATO müttefikleri arasındaki bağlar: Washington’un Suriye’deki Kürt savaşçılara desteği: Savunma ihaleleri de dahil olmak üzere son aylarda zorlanılan bir dizi konuyu görüşmüş,
İkili savunma ve güvenlik ilişkilerini geliştirme konularında bir iyi niyet uzlaşması sağlamıştır.
Görüşmede Manbij için onaylanan planın uygulanması ve terörle mücadelede birlikte çalışmaya karar verileceği vurgulanmış,
Trump ve Erdoğan’ın 11-12 Temmuz’da Brüksel’de yapılacak NATO zirvesinde görüşecekleri kararlaştırılmıştır.
*
Bu noktada bir tarafta Başkan Trump’ın Erdoğan gibi illeberal liderlerle ilişki kurmakta zorlanmasına rağmen,
Türkiye’nin liberal demokratik bir NATO müttefiki olarak hareket etmesi ya da bu olmazsa iki taraflı işbirliğine meydan okumaya karar vermeye hazır,
ABD yönetimi, kongresi, kamuoyu ve ABD müttefikleri vardır.
Bu tarafta ise seçimin Erdoğan’ın öngörülebilir gelecek için Türkiye’nin bölgesinde liderliğini sürdüreceğinin net bir şekilde ortaya çıkardığı ancak bölgesel sonuçlardan kaçınmanın gerektiği bir durum
bulunuyor...
*
ABD’nin Türkiye karşısında elini çok kuvvetlendiren bir kozu bulunuyor.
Dünyada döviz bolluğunun sona ermek üzere olduğu artık genel kabuldür.
Halbuki Türkiye Demokrasi , Hukukun Üstünlüğü, Kalitesiz Eğitim ve İnsan Hakları gibi temel sorunları yaşıyor.
Türkiye “Komuta ekonomisi” yöntemiyle sıcak paraya, krediye, tüketime, ithalata dayalı büyüme modelini sürdürüyor.
Parlamenter sisteminin yerine yeni devlet yapılanmasının nasıl olacağı, bakanlıklar, kuruluşların ne kadar zamanda yeniden örgütleneceği belli değildir.
Ekonomide yüksek enflasyon, işsizlik, tarımda dışa bağımlılık, cari açık, bütçe açığı gibi büyük sorunlar bulunuyor…
Hanehalkının ve şirketlerin borçları zirvededir.
Hane borçlarının Türk lirası olarak ödenmesi bir iç sorundur ama şirketlerin bu yıl içinde ödemesi gereken iç ve dış borçları 185 milyar dolardır.
Ayrıca 55 milyar dolarlık cari açığın finansmanı için yeni borçların bulunması gerekiyor ki; bunun çözümü çok zordur.
*
Parayı bankalar eskisine oranla daha yüksek faiz ödeyerek getirse ve mevduatı da yüksek faizle koruyabilse;
Öncesine oranla daha yüksek faizle bulabildikleri döviz borcunu ve döviz mevduatını reel sektöre ve hanehalkına kredi olarak ya da Hazine’ye borç vererek dağıtırken,
Vereceği borç döviz olacaksa kur riskini alana ödetecek, vereceği TL olacaksa kur riskini krediyi pahalılaştırarak sağlayabilecektir.
Bu durumda reel sektörün şirket yatırımları, işletme ve ihracaat, hanehalkının ise tüketim ve konut için pahalı kredi alması zorlaşacaktır.
Türkiye’nin döviz talebini reel sektörün karşılaması durumu için ekonomide canlılık yani kamunun ve hanehalkı gelirlerinin ve harcamalarının artması gerekiyor.
Anlaşılan Türkiye’nin döviz bulması bir kamu meselesidir.
*
İşte Türkiye ekonomisinin bu çok kötü durumunda,
Başkan Erdoğan’da Türkiye Hazinesinin borçlanma zorluğunu aşacak formüllere sahiptir!
*
1- İslamcı Türkiye inşa planı doğrultusunda “Kontrollü 15 Temmuz 2016 Darbesi’nden ” sonra,
Erdoğan, ülke çapında yapılan derin operasyonların bir parçası olarak 19 Ağustos’ta, Başbakanlığa bağlı bir “Varlık Fonu” oluşturmuştur..
Fon; BOTAŞ, TPAO, THY, PTT, ÇAYKUR, HALKBANK, ETİ MADEN, Savunma Sanayi Fonu ve Ziraat Bankasını ve daha birçok işletmeyi kapsıyor.
Hiç bir sınır ve denetim tanımıyor, özel bir hukuku vardır, sonsuz yetkili ve sıfır sorumluluktadır…
Bu noktada İslami finansman varlıklarının kullanımının yaygınlaştırılmasını hedefleniyor.
*
Türkiye Varlık Fonu, ilk iş olarak bütçe fazlası veren, refah seviyesi yüksek ülkelerin kurduğu varlık fonlarının oluşturduğu Uluslararası Varlık Fonları Forumu’na (IFSWF) üye olmuştur.
IFSWF bünyesinde ABD, Rusya, Çin, Katar, Singapur, Kanada, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Malezya gibi 28 ülkeye ait 30 ayrı varlık fonu barındırıyor.
Uluslararası standartlara uygun prensiplerle yeni ortaklıklar kurulmasına zemin hazırlıyor.
Ne ki, Türkiye Varlık Fonu; IFSWF çatısı altındaki varlık fonlarına benzemiyor.
O fonlar bütçe fazlası veren ülkelere aittir; altın ve petrol gibi doğal kaynakların gelirlerini ya da Bireysel Emeklilik, İşsizlik vb. fonların paralarını kaynak olarak kullanıyor.
Bu farklılık Türkiye Varlık Fonu’nun, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Yasası’nda yapılan bir değişiklikle Hazine garantisi olmadan;
Elindeki işletmelerin hisselerini rehin vererek dışarıdan borçlanabilmenin yolunu açıyor…
Hem böylece “İslâmî finansta faizle borçlanmak zaruret hali dışında meşru değildir” esası bypass ediliyor.
Bu sebeple devletlerin ve İslâmî hassasiyet taşıyan büyük kuruluşların ticârî işlemler yoluyla nakit temin etmeleri ve faizsiz gelir elde etmek isteyenlere de bir yatırım aracı sunmak amacıyla “sukuk ihracı”nın yolu açılıyor.
*
Rehin vererek borçlanma sisteminin esasını Hz.Muhammed’in “Rehin, rehin veren sahibine tamamen kapatılmaz, geri alması hakkı engellenmez. O rehinin kazancı onun lehinedir. Zararı da onun aleyhinedir” ifadesi belirliyor.
Nitekim “Sukuk” ticari bir varlığın menkul kıymetleştirilerek sertifikalar aracılığıyla satımıdır.
Bu sertifikalardan alanlar söz konusu varlığa ellerindeki sertifikalar oranında ortaktır, dolayısıyla söz konusu varlığın geliri de onlara ait oluyor…
Türkiye Varlık Fonuyla birlikte ülke ekonomisinde “Tek Hazine “ilkesi kalmamıştır.
Şimdi Türkiye Varlık Fonu ikinci bir kamu otoritesi olarak IFSWF’den borçlanmaya hazırlanıyor…
*
2- Başkan Erdoğan siyasal alanda yapacağı yapısal reformlarla;
Türkiye sisteminde, batı ülkelerinin istediği yönde demokrasi, düşünce özgürlüğü, temel insan haklarının korunması gibi makyaj düzenlemeler yaparken,
Mesela Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege Denizi ekonomik alanında;
Karasuları ve kıta sahanlığı ile ilgili sınırlandırmaları kapsayan deniz yetki alanlarının belirlenmesi: Belli coğrafi formasyonların hukuki statüsü: Ege’deki statükoyu belirleyen anlaşma hükümleri çerçevesinde bu formasyonlar üzerindeki egemenlik aidiyetinin belirlenmesi,
Bu çerçevede Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliği ve Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesi bir al-ver ilişkisine dönüşecektir…
*
Bu ABD ve Erdoğan’ın onlarca yılda geliştirdiği “Kazan-Kazan” ilişkisidir.
Bu kafayla Başkan, Türkiye’yi ve Türk halkını mutlaka Konstantinopolis’e götürecektir…
30. 6. 2018