2016 başkanlık seçimleriyle birlikte Birleşik Devletler’de siyasi kurumlarla ilgili bir şeyler ters gitti.
Gizlenen büyük sorunlar ortaya döküldü.
Bunun nedeni popüler olmayan ancak umut verici bir şekilde demokrasinin kendisine bağlanıyor…
*
Amerikalı Cumhuriyetçiler, bireyin girişim özgürlüğünü ve aile değerlerini savunuyor.
Demokratlar değişimden yanadır, bireyin girişim özgürlüğünden çok toplumsal haklara ve imtiyazsız kitlelerin devletçe korunmasına ağırlık veriyor.
Eğer siyasiler bugün olduğu gibi kurucu atalarının vazettiği yaşam tarzını tanımlayan ABD Anayasası’nın ruhuna dokunmaya başlarsa;
Buna ne derin Amerika ne de Yüksek Mahkeme izin veriyor…
*
Şimdilerde Birleşik Devletler’de Cumhuriyetçi hükümetin tercihleri işliyor.
Bireylerin büyük gruplar halinde kollektif olarak hareket ettikleri ve davranışlarının sonuçlarından sorumlu olmadıkları bir süreç yaşanıyor.
Dolayısıyla kararların makul veya tedbirli olma olasılığının düşük olduğu bir süreçte yürünüyor.
Ama “Demokrasi hatalarını düzeltmekte yavaş kalır” kuramı doğrultusunda da;
“Hiçbir zaman intihar etmeyen bir demokrasi yoktur ” gerçeği büyük bir ürküntüye yol açıyor…
*
ABD Anayasası ”Demokrasi”nin korunmasında sorumlu hükümeti sağlamak için güçler ayrılığı, kontroller ve dengeler gibi birçok mekanizma içeriyor.
Ama siyasal kurumlar kötüye gittikçe, Amerikalıların ilk düşüncesi ister resmi ister gayri resmi olsun,
Demokrasinin kapsamını genişleten ve seçmene güvenli bir şekilde sahip olduklarından daha fazla güce emanet edilen anayasal değişiklikleri aramak oluyor...
*
Gerçi Amerikan hükümetleri, çoğunluğun tiranlığından büyük ölçüde izole edilmiştir ama şimdi ABD azınlığın tiranlığı korkutuyor.
Ülkeyi halk yönetmiyor, ABD devletini sürekli olarak herhangi bir halk denetimini kabul etmeyen devlet memurları ve genellikle profesyonel politikacılar yönetiyor.
Bu yüzden, bugün ABD hükümetinin yükselişi artan “demokratikleşme” ile örtüşüyor!
Hükümet popülerleşiyor ve popülizm kontrol mekanizmalarının kaybına yol açıyor.
Sonuçta oligarşinin demir yasası işliyor ve azınlık çoğunluğu yönetiyor…
*
Bu yüzden ABD küresel bir dev olmayı sürdürmesine rağmen rakip devletler karşısında su götürmez pozisyonunun keyfini sürdürmekte parpazlıyor.
Yine de ABD uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelerden hareketle üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye çabalıyor.
“Demokrasi” değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırıyor.
*
Öte yanda Avrupa Birliği de zorlu günlerden geçiyor.
Brexit, AB için en büyük tehdit olmaya devam ederken, bir diğer tehdit;
Birliğin doğudaki üye devletlerinin birçoğunun muhafazakar ve popülist hükümetlerinin kendi ulusal egemenliklerini yeniden belirlemelerinden doğuyor.
Bu tehdit AB’nin federalist merkeziyetçi kontrolünü ve bloğun genelinde kimlikleri tehdit eden ortak politikaların oluşumunu etkiliyor.
Sürtüşme, bu devletlerde Hıristiyan kimliğinin yeniden bir araya getirilmesiyle birleşiyor ve AB projesinde ciddi çatlaklar oluşuyor.
*
AB ile Polonya arasındaki artan gerilim bu değer çatışmasından kaynaklanıyor.
Avrupa Komisyonu Polonya’nın AB oy hakkına mal olabilecek ve ciddi mali cezalara maruz bırakabileceği bir opsiyonu tetiklemiştir.
Komisyon, Hukuk ve Adalet Partisi iktidarını çıkardığı yasalarla Polonya’da yargı bağımsızlığını tehlikeye atmakla, dolayısıyla Avrupa normları ve değerleriyle uyumsuz olmakla suçluyor.
İktidar ise Polonya’nın egemenliği ve geleneksel kimliği vurguluyor, giderek AB politikalarına karşı düşmanca davranıyor…
*
Macaristan muhafazakar bir müttefiktir, AB’nin Polonya’ya karşı yürüttüğü politikayı reddediyor.
Avrupa Komisyonu ise Macaristan Başbakanı V. Orban’ı, şahsında Avrupa seçkinleri somutlaştırmakla, Laiklikle çelişen bir “Hıristiyan Avrupa’sı” savunucusu olmakla itham ediyor.
Orban açık şekilde ABD’nin küresel Demokrasi iddialarıyla alay ederken,
Destekleyicileriyle birlikte AB politikasının sadece ulus devlet için bir tehdit olmadığını esasen Avrupa kimliğinin özünü de tehlikeye atmakla itham ediyor…
*
Sadece bu kadar değil! Avrupa’da siyasetten daha derin bölünmeler de ortaya çıkıyor.
Doğu devletleri, tarihsel Hıristiyan karakterini modern liberal inançla bağdaştırmaya uğraşıyor.
Polonya ve Macaristan, AB’den Avrupa’ya gerçek özgürlüğü ve Hıristiyanlığa dayanan daha güçlü bir uygarlığa giden yolu göstermesini talep ediyor.
*
Bilhassa Avrupa göçmen krizi, AB Komisyonu ve doğu devletleri arasında derin ayrılıklar ortaya çıkarmıştır.
Polonya ve Macaristan, AB’nin zorunlu kota sistemi kapsamında göçmenleri açıkça almayı reddettikten sonra, bir milyondan fazla göçmene kapılarını açan Almanya’da,
Ortaya çıkan asimilasyon ve entegrasyon sorunlarını ve bu çerçevede siyaset çıkmazından ders alınması gereğini savunuyor…
Üstelik Avrupa hükümetlerinde ki yolsuzluklar da, Bulgaristan’da olduğu gibi devleti ele geçirerek “Devlet yolsuzluğu” yapma fiileri had safhada genişlemektedir.
*
Bunlar Doğu’da egemenliklerini ve Hıristiyan kültürlerini savunmaktan korkmayan muhafazakar hükümetleri ortaya çıkarıyor.
Demokrasi gerçek bir tehditle karşı karşıyadır.
AB, doğu ülkeleri için sürekli iç siyasî meselelere müdahalelerle demokrasi çizgisini tutturmaya çalışıyor,
Ama bu sürtüşmelerin uzun vadede demokrasiye çok daha fazla zarar vereceği endişesi giderek büyüyor…
*
Bu sırada Türkiye demokrasisi; kurumlaşmanın henüz sağlanamamış olmasının sancılarını yaşadığı bir dönemden geçmekteyken,
Kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan İslamcıların oluşturduğu,
Türkiye’deki sermaye birikimini rejimin mantık ve yapısı dışında demokratik olmayan yollarla gerçekleştiren AKP iktidarıyla karşılaşmıştır.
O günden beri AKP; İslam dünyasına yönelik ekonomik bütünleşme, uluslararası politikada İslami devletler ittifakı peşinde olan bir sermaye ve bu anlayış doğrultusunda oluşturulan bir devleti inşa etmiş bulunuyor…
*
Türkiye, AKP iktidarları sürecinde bir yaşam tarzı, ideoloji ve zihniyet dünyasına ait bir ayrışmadan çok ekonomik ve politik tercihlerle ilgili bir ayrışmaya uğramıştır.
Kendi çıkarlarını din kisvesi altında ifade eden bir sermaye kesimi, diğer sermaye kesimlerini stratejik olarak farklı tercihler izlemeye zorlamış,
Doğrusu AKP iktidarı Ortadoğu ve AB’ ye ilişkin politikalarda gerilimlerle neden olmuştur.
Emperyalizm karşısında kendini güncelleyemeyen, bu yüzden demokratikleşemeyen ve tıkanan Türkiye Cumhuriyetini erozyona uğratmış,
İslam ülkelerine yayılmacı felsefede istihbarat, emniyet, yargı, merkezi, yerel, özerk idareler, üniversiteler, medya ve TSK üzerinden yeni bir devlet ve yeni bir bürokrasi oluşturulmuştur…
*
Bugün bu devletin “Demokrasisi” İslamcı diktatör Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde;
Çöken bir ekonomi: Fethullah Gülen: OHAL: Üçe bölünmüş bir sosyal yapı : Öngörülebilirliğin azalması: Güven ve güvenlikte olağanüstü sıkıntılar: Cari açığın düşürülememesi : Borçların ödenememesi: Ülke varlıklarının elden çıkarılması gibi bir durumu arz ediyor.
*
Bu çerçevede Türkiye; bir dikta yönetimi altında, OHAL idaresinde, bütün yönlerinde haksızlığın pik yaptığı bir süreçten,
24 Haziran’da, hem parlamento hem Cumhurbaşkanlığı seçimlerine götürülüyor.
Seçimlerin 4 olasılığı bulunuyor;
1- Erdoğan’ ın cumhurbaşkanlığını ve AKP’ nin meclis çoğunluğunu kazanması,
2- Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını kazanması ama AKP’nin meclis çoğunluğunu kaybetmesi,
3- Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını kaybetmesi ama AKP meclis çoğunluğunu kazanması,
4- Erdoğan ve AKP’nin seçimleri kaybetmesi olasılıkları.
*
Bu noktada sıcak bahis 1. ve 4. seçeneklerdir.
1. Seçenekte, Türkiye’nin ağır sorunları ve demokrasi açığı nedeniyle toplumun en az yarısı tarafından dışlanan Erdoğan’ın,
Sorunlarla baş edebilmesi, itibarını ancak şeklen kurtarabilmesi için daha çok baskıya başvuracağı,
Ancak şiddetli kutuplaşmış toplumda potansiyel bir tehlike olarak ortaya çıkacak sokak şiddeti ve bir iç savaşla birlikte acı verici bir rejim değişikliği döneminden geçilmesi kaçınılmaz görünüyor.
*
4. Seçenek en az 1.seçenek kadar tehlikelidir.
Bu kez Erdoğan’ın ve AKP’nin haricinde Cumhurbaşkanı olan kişi ve meclis çoğunluğunu kazanan siyasi partinin;
Sorunlarla baş edebilmek ve itibarını koruyabilmek için,
Erdoğan’ın yıllardır iddia ettiği İslam ülkelerine yayılmacı felsefede istihbarat, emniyet, yargı, merkezi, yerel, özerk idareler, üniversiteler, medya ve TSK üzerinden,
Yeni Türkiye parti devletini nasıl aşabileceği büyük bir sorun arzediyor.
*
Her iki halde de şiddet içeren gruplarda toplanan Erdoğan taraftarları, “büyük önder” kabul ettikleri Erdoğan’a karşı çıkan ”hainler le çatışmak için sokaklarda olacaklardır..
Bu görünüm Erdoğan’ın perişan ettiği “Demokrasi”nin bir sonucudur.
Bu durum başta ABD olmak üzere hiç bir çağdaş ülke tarafından kabul edilmeyecek,
Göz göre göre Türkiye’ki demokrasinin intiharına yol verilmeyecektir.
19. 6. 2018
Bir yanıt yazın