Tarihi süreçte önce Aristoteles, İnsan’ı “bilme”, “eylemde bulunma” ve “yaratma” etkinliği gibi üç temel faaliyetiyle tanımladı.
O gün bugün “Akıl ve Aklıbaşındalık” insanlık için temel şart kabul ediliyor.
İnsan’ın bilgiyi elde etmek için düşünce erdemini işlete işlete geldiği bu tarihî serüveninde;
İnsanlık “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nde belirtilen geri alınamaz kazanımlarından tümüyle yararlanmayı sağlayan ahlâki ve kültürel koşullar için ortaklaşıyor…
Bu bağlamda çağdaş ülkeler işleyişlerinde sınırsız uygarlık için oluşturdukları sistematiklerle vicdan ve düşünce özgürlüklerini amaçlayan özgür insanlar yetiştirmeyi planlıyor.
Ama Din’in toplumsal davranışı ve sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olmasına izin verilmiyor.
*
Bu gerçekliğe rağmen neoliberal emperyalizm R.T.Erdoğan ile Müslüman Kardeşler Örgütü ve benzerleriyle işbirliği yaparak giriştiği,
Doğu Akdeniz’de Arap ülkeleri sınırlarının İslamcı Osmanlı’ya çekileceği konseptinin hayata geçirilmesi öngörürüsüyle,
Türkiye ve Arap ülkeleriyle siyasi ve ekonomik usullerle kurduğu net bağımlılıklar, ortaklaşa denetim süreçleri ve vekalet savaşlarından;
Maksimum kâr çıkarılamamış, güvenlik, istikrar ve refah sağlanamamıştır…
Neticede bugün Doğu Akdeniz; jeostratejik, ekonomik ve diplomatik etkileriyle 20. yüzyılın başlarında oynadığı acımasız rolü yeniden yüklenmiş bulunuyor….
*
Bilhassa hidrokarbon enerji tekeline alternatif Nil Delta Havzası ve Levant Havzası büyük potansiyeliyle enerji kaynakları için bir geçiş sürecini zorunlu kılıyor.
Ama bu sırada siyasi ve ekonomik dalgalanmalar bölgede her ülkeyi az ya da çok etkiliyor.
Bölge ülkelerindeki iç savaşlar ya da iç sıkıntılar bir şiddet döngüsü yaratıyor.
Dış müdahalelere ya da uluslararası hukuka dayanan hoşnutsuzluklara son vermek neredeyse imkansızdır.
Bölge büyük güçler arasında bu kadar derin bir rekabet dönemine tanık olmamıştır.
Bölge ülkeleri ise sosyo-politik beklentileriyle ilgili bir belirsizlik ve kasvet dönemindedir.
*
Enerji Havzaları Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs, Mısır ve İsrail’e fırsatlar yaratıyor ama aynı zamanda zorlukları ve tehlikeleri beraberinde getiriyor.
ABD, Rusya ve Çin büyük güçler olarak çıkarları doğrultusunda bölgenin sosyopolitik yörüngesini belirliyor.
Türkiye, İsrail, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan bölgesel aktörlerdir;
Bunlar normatif ittifak düzenlemelerinin ötesinde devletler arasında sağlam bağlar kurabiliyor ve büyük güçlerin güç maksimizasyonuna destek oluyor.
Büyük güçlerin pençelerini keskinleştirdikleri Suriye ve Libya’da ise iç savaş devam ediyor…
*
Özellikle Türkiye’de Aristoteles’in “Akıl ve Aklıbaşındalık” kriterlerine uymayan Erdoğan’ın,
Güce dönük ve zorlayıcı diplomasiye dayanan taktik anlayışından tutarlı bir stratejiyi ayırt etmek her geçen gün daha zorlaşıyor.
Bu yüzden Türkiye, Doğu Akdeniz’deki müttefikleri, ortakları ve komşularıyla birtakım zorluklarla karşı karşıyadır.
Suriye’deki müdahalesinin kolay bir çıkışı yoktur ve Kürt sorunu daha da karmaşıklaşıyor.
Rusya Karadeniz’de ve başka yerlerde Türkiye’yi sıkıyor.
ABD, İsrail ve Avrupa Birliği ile ilişkiler giderek zayıflıyor.
Yunanistan ile Ege ihtilafları kontrolden çıkma olasılığını koruyor.
*
Nitekim Kıbrıs- Yunanistan- İsrail ve Mısır 8 Mayıs’ta Lefkoşa’da gerçekleştirdikleri Enerji Zirvesi bu ülkelerin;
Şu anda, askeri düzeyde işbirliğini vurgulamadıkları,
Ancak Kamu güvenliği, sinemacılıkta ortak yapımlar, deniz kirliliği, telekomünikasyon ve veri dolaşım maliyetlerinin azaltılması gibi alanlarda işbirliğini derinleştirmede kararlı olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
*
Bu ülkeler arasındaki Zirve’nin ana konusu “Enerji”dir.
Doğu Akdeniz’den Yunanistan ve Avrupa güzergahında bir boru hattının, İsrail’i Türkiye’ye bağlayan bir boru hattından daha pahalıya mal olacağı,
Ancak Türkiye’nin tutumu nedeniyle Doğu Akdeniz’de güvenliği artıracağı konuşuluyor.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’deki sorunları temelinde Lefkoşa toplantısının ardından Kuzey Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı’nın,
Doğu Akdeniz’den Yunanistan ve Avrupa güzergahında bir boru hattının barışa giden bir yol olarak işlev göremeyeceğini ve gaz kaynaklarının Levanten Havzasından Türkiye’ye Avrupa’ya taşınmasını savunduğunu söylemesine yol açması dikkate değerdir.
Bunun gibi yorumlar, Ankara’nın Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail arasında gelişen işbirliğine olan ilgisizliğini gösteriyor.
Çünkü Doğu Akdeniz’de demokratik bir bloğun oluşturulması, Türkiye’de Erdoğan’ın İslamcı Osmanlı özlemlerine hizmet etmiyor…
*
Nitekim Aralık 2017′ de Erdoğan’ın, Yunanistan liderleriyle yaptığı görüşmelerden sonra 1923 Lozan Anlaşması’nın yeniden açılması konusundaki tutumu güçlenmiştir.
Teklif, Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege Denizi ekonomik alanında varolan,
Karasuları ve kıta sahanlığı ile ilgili sınırlandırmaları kapsayan deniz yetki alanlarının belirlenmesi,
Belli coğrafi formasyonların hukuki statüsü,
Doğu Akdeniz’de ve Ege’deki statükoyu belirleyen anlaşma hükümleri çerçevesinde bu formasyonlar üzerindeki egemenlik aidiyetinin belirlenmesi sorunlarını yükseltmiş,
Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki beklentilerinin ötesinde, Suriye ve Irak’ta yürüttüğü askeri operasyonlar bağlamında olası bir yayılmacılık olarak algılanabilecek istikrarsızlaştırıcı ve çok tehlikeli yeni bir unsur haline gelmiştir.
*
Halbuki Lozan’ın türev bir işlevi de Türkiye’nin komşu ülkelerle sınırlarını belirlemektir.
Daha spesifik olarak Lozan’ı tekrar açmak kıta sahanlığına ya da orada bulunabilecek herhangi bir hidrokarbon varlığına da cevap vermiyor.
Ancak taraflar arasında adaların, adacıkların ve açıkça isimlendirilmeyen kayalık mostraların durumu anlaşmanın müzakere tutanağında desteklenmediği için muğlaklığa yol açıyor.
Bu noktada Türkiye’nin sınırlarını doğrulamak için tasarlanan bir anlaşmayı yeniden açmak, Ankara için riskli bir öneridir;
Çünkü komşuların kendi talepleri de olabilir, tüm sınırlar ve azınlık hakları yeniden açılabilir!
*
Şimdi Türkiye ve Suriye arasında çok büyük bir sorun yaşanıyor.
Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan, Türkiye’yi kendi Münhasır Ekonomik Bölge’sini ortaya çıkarmak, bunun komplikasyonlarını öngörememek ve tezini yasal yollarla savunmamakla itham ediyor.
Türkiye de Kuzey Kıbrıs ile birlikte Münhasır Ekonomik Bölge’sini Rum Kesiminin tek taraflı olarak sınırlamaya hazırlandığını iddia ediyor.
*
Erdoğan bu durumu geçmişe doğru iterek bölgesel istikrarı yönlendirmeye çalışıyor.
Ama egemenlik ve toprak bütünlüğü üzerindeki duygusal enerji ne olursa olsun Erdoğan’ın statükoyu değiştirme girişimlerine rasyonel bir Yunanistan tepkisi oluşuyor.
Türkiye ve Yunanistan, Doğu Akdeniz’de Ege araştırması konusunda fiili bir moratoryum kurmuşlardır,
Ancak zaman zaman politikacıların kamuoyu açıklamaları, liderlerin kriz yönetimi becerilerini test ettiği bir veya iki tarafça bir saldırganlık yaratılmış bulunuyor…
*
Doğu Akdeniz’de hidrokarbon enerji tekeline alternatif Nil Delta Havzası ve Levant Havzası büyük potansiyelinin,
Enerji kaynakları için bir geçiş sürecini zorunlu kıldığı şu aşamada;
Türkiye’nin 24 Haziran seçimlerden Erdoğan’ın temsil ettiği etnik ve dini milliyetçilik ve popülist politikalardan arınarak çıkması gerekiyor.
Çünkü mevcut durum meseleleri çözmek için diplomatik alanlara umutsuzluk getiriyor.
İronik olarak da Yunanistan ve Türkiye paylaşamadıkları hidrokarbon kaynaklarının tadını çıkarıyor…
14. 6. 2018
Bir yanıt yazın