Prof. özgür demirtaş dolar meselesini acayip güzel anlatmış:
Önce durum tespiti yapmak gerek. Çünkü sorunumuz durumun yanlış tespitiyle başlıyor. Problemin ne olduğunu objektif değerlendirmeliyiz.
Türkiye’de finans dışı şirketlerin 210 Milyar $ açığı var. Ek olarak bankalarımız verdikleri kredileri Dolar ve Euro ile dışarıdan alıyor.
Ek olarak bizim Türk-Malı dediğimiz ürünleri bile üretirken ham maddeyi dışarıdan alıyoruz. Yani ihraç ederken bile ithal etmek zorundayız.
O yüzden NET ve AÇIK şekilde (ve maalesef) ülkemizin Dolara ihtiyacı var. Dolar bizi ilgilendirmez demek tam anlamı ile hayalperestlik.
Türkiye’nin cari açık veren daha bir çok başka ülke gibi Dolara ihtiyacı var. Buna ters cümle söyleyen ekonomi bilimini bilmiyordur.
Bir başka konu faiz. Faiz neden değil sonuçtur. Bir ülkenin yüzde kaç faizden borç bulabildiği ile bir kişi veya şirketin yüzde kaç faizden borç bulabildiği aynı şeye bağlıdır. O kişi veya o şirketin RİSKİNE. Faizi indirmenin yegane yolu ülke riskini indirmektir.
Yoksa faiz elbette emirle inmez. Tam aksine fırlar. Daha basit düşünün eğer faiz emirle inse tüm şirketler ve ülkeler kendilerine borç verenlere bir emir verirlerdi ve olay çözülürdü. Yoksa Brezilya, Yunanistan naifmi de emir vermiyor gibi basit bir soru bile faiz nedenidir argümanını yerle bir eder.
Bir başka konu enflasyon. Türkiye’nin en büyük problemi katılaşmış ve inmeyen enflasyondur.
Artan Dolar enflasyonu zıplatacaktır. Bu konulara bir bakalım sonra düşünürüz demek, çıkan yangın kendi kendine söner diye beklemektir.
Yüksek faiz elbette reel sektör için kötüdür. Kim ister yüksek faizi? Elbette kimse istemez. Ama faiz bir sonuçtur.
Örneğin kimse hasta olmayı istemez. Ama yanlış beslenirseniz hasta olursunuz. Yanlış besin neden, hasta olmak sonuçtur. Hasta olduğunuz için yanlış beslenmezsiniz. Yanlış beslendiğiniz için hasta olursunuz.
Yine örneğin: Tembel öğrenci olduğunuz için düşük not alırsınız. Düşük not aldığınız için tembel değilsinizdir. Faiz de not gibidir.
Yüksek faiz elbette bir yüktür, yüksek dolar elbette bir yüktür ama bunları düşürmenin yolu Türkiye’nin riskini indirmektir.
Dolar değerleniyorsa Türkiye’deki miktarı az demektir. Bunu çoğaltmak için dolar çekmek gerekir. Dolar ise kara kaşa kara göze gelmez.
Diyelim ki siz bir Tayvanlı yatırımcısınız. Elinizde $ var. Sıfıra yakın reel faiz veren Türkiyeye neden giresiniz? Maalesef girmezsiniz.
Peki ne yapmak gerekiyor? Uzun ve kısa vadeli olarak ikiye ayrılabilir çözüm. Bana uzun vadeli çözüm önerdiğim zaman kızıyorlar.
Bu tipik bir Türk halkı sabırsızlığı. Bir günde başarılı, bir günde zengin, bir günde güçlü olmak istiyoruz. Söyleyeyim: Yok öyle bir şey.
Türkiye acilen eğitim reformuna girişmeli (çok geç kalıyoruz). Kurumların bağımsızlığı olmazsa olmaz. Yoksa elektrikleri kapatıp çıkın!
Bunların asıl sonuçları uzun vadede gelse bile kısa vadede bunlara girişmeniz bile bize döviz getirenlere güven olacaktır.
Dövizdeki feci fırlamanın kısa vadede durdurulmasının yolu ise Merkez Bankası’nın TAM (mış gibi değil TAM) bağımsız olmasıdır.
Merkez Bankası piyasa oyuncularını faiz arttırabilirim hem de istediğim kadar diye tehdit edemediği sürece hiç bir etkisi olmayacaktır.
Eğer Merkez Bankası tam bağımsız hareket edip kredibilitesini sağlarsa o zaman bir faiz artışı ile Dolar-TL’nin göçebileceğini düşünen yatırımcı Dolara elini sürmeyecektir. Ama konuya komplo teorileri ile yaklaşıldığı sürece, faiz nedendir deip suni olarak düşük tutulduğu yani piyasaya Merkez Bankası faiz arttıramaz mesajı verildiği sürece TL çok zor durumda kalacaktır.
Kısa vadede Merkez Bankası’ndan gelecek sert, ani ve beklenti üstü faiz kararı Doları durdurur. Ama o zamanda büyümemiz durur diyenler olacaktır. Unutmayın faiz sonuçtur.
Öğrencinin morali bozulmasın diye düşük not almamış gibi yapmak, sınavın kazanılmadığı gerçeğini değiştirmeyecektir. Evet faiz artacaktır ama sonra devreye girecek REFORM hareketi ile Türkiye faizleri tekrar (bu sefer daha kalıcı) bir şekilde indirebilir. O yüzden toparlayacak olursam:
Kısa vadede Merkez Bankası bağımsızlığı, sert ve beklenti üstü faiz kararı, azalan toplumsal kutuplaşma, artan kucaklaşma; uzun vadede ise eğitim reformları (en radikalinden), kurumlarımızın bağımsızlaşması, artan Ar-Ge bütçeleri, özgürleşen bireyler Türkiye’yi ve içinde yaşayan bizleri rahat ettirecektir.
Sevgiler