Mayıs’ta Lübnan parlamento seçimlerine katılım oranı yüzde 49.2,
Tunus yerel seçimlerine yüzde 33.7,
Irak parlamento seçimlerine yüzde 44.5 olarak gerçekleşti.
Düşük katılım Batı’da bu ülke hükümetlerinin ekonomiden sosyal politikalara kadar başarısızlıklarının,
Halkların da demokrasi kültüründen uzaklığının bir göstergesi sayıldı.
*
Bu noktada, ABD’nin;
1- Uluslararası ilişkilerde güvenlik ve refahın lideridir.
2- Rusya ve Çin ile olan ilişkilerinde jeopolitik bir zihniyeti benimser.
3- Birleşmiş Milletler Örgütündeki sorumluluğunun daha fazla olduğu kaydıyla Birleşmiş Milletler temel statüsüyle uluslararası düzeni belirler.
4- Ulusal güvenliği doğrultusunda ekonomik ve siyasi faaliyetlere müdahale eder, ifadesiyle özetlediği ve müttefiklerine ve diğer ülkelerin bilgisine sunduğu,
Dört maddelik diyalektik bir gündem iddiasında Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi devreye giriyor.
Bu gerekçe ile ABD müttefikleriyle birlikte başarısız ülke ve halklarına vesayet uyguluyor…
*
Batı’nın sandığa gitmeyenlerin oranından memnun olmamasına aldanmamak gerekiyor.
Çünkü onlar demokrasi ihraç ederken, mesela ” Genişletilmiş Ortadoğu” ya yönelik saldırılarından yararlanmaktadırlar.
Amaçları daha çok boyunduruk altına almak için devletleri devirmek ve toplumları yok etmektir.
Halkların örgütlü iradesinin her türlü ifadesi onlar için bir kâbustur…
*
Dünyada birleşmiş demokrasiler daha fazla işlerlik sağlamak için mücadele ederken,
Birçok kusurlu demokrasi de, mesela Türkiye Recep Tayyip Erdoğan ile doğrudan otoriter rejimlere dönüşüyor.
Ama bir çok ülkeden de ABD’nin hegemonya ve güç siyasetine dayalı dünya güvenlik anlayışı yerine karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışı talepleri gelişiyor…
*
Son on yılda uzun süreli diktatörlerin istifa, seçim kaybetme ya da görevden alınma gibi nedenlerle görevde olmayışları iyimserliğe yazıyor!
Ancak diktatörlerin yok oluşlarından bir avuç ümit vaadeden demokrasiye yol açılırken,
Çoğunda herhangi bir demokratik reform dahi başlatılamıyor.
*
Batı, sınırsız uygarlık için vicdan ve düşünce özgürlüklerini amaçlayan özgür insanlar yetiştirirken,
2010 -11’de İslam coğrafyasında; tarihinde hiçbir siyasi, ekonomik ve sosyal birikimi, demokrasi kültürü olmayan, çevre ülkelerle birbirlerini tamamlayıcı politikalar geliştiremeyen İslamcı iktidarlara yol verdi.
Bunların devletin rejiminde ve işleyişinde vatandaşlık yerine din, eşitlikler yerine din birliği, adalet yerine insan olmayı öngören siyasal ve sosyo-ekonomik yönetim anlayışından;
Sözde dinamik bir toplumsal yapının inşa edilmesi öngörüldü.
Çok geçmeden bunların Batı tipi düzenin Müslüman halklara her türlü zulme maruz bıraktıkları fikrinde “İslami Cihad”çılar oldukları, İslamofobi’ye yol açtıkları anlaşıldı…
*
Ayaklanmalarda Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali iktidardan düşürüldü, küresel demokrasinin geleceğine iyimserlik üflenildi.
Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi iç savaşta devrildiler.
Sonra 2013’te Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütü iktidarı General Abdül Fettah el-Sisi’nin askeri müdahalesiyle sona erdi.
Bugün Sisi büyük ölçüde seçimlerle meşrulaştırılmak istenen bir başkandır.
Libya hala istikrarsızlık ve şiddet ile beslenen zayıf bir devlettir.
Yemen’de patlak veren savaş, güçlü Ali Abdullah Salih’in düşmesine yol açtı, Yemen yıkıcı bir çatışma ve insani kriz yaşıyor.
2011′ den beri Suriye çok ağır bir kâbustan geçiyor.
Irak ve Afganistan, Nuri el-Maliki ve Hamid Karzai’yi iktidardan çeken seçimlerle lider değişikliği yaptılar.
Ama demokraside bir gelişme yaşanmadı; Afganistan hala otoriter ve istikrarsız, Irak’ta Maliki sahnenin arkasında hala çok güçlüdür …
*
Bu diktatörlerin yıkılması o ülkede ki otoriterciliği sarstı ama biraz Tunus hariç hiçbiri demokrasiye dönüşemedi…
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ da birçok diktatör ön plana çıktı!
*
Aslında dünyanın her yerinde demokrasiler sallanıyor..
Latin Amerika, on yıllardır askeri diktatörlüklere ev sahipliği yaptı ancak 1980’lerin ortasından bu yana ülkelerin çoğu kusurlu ama işleyen demokrasilerdir.
Hugo Chavez’li Venezüella, Fidel Castro vesayetindeydi, son on yılda ayrıştılar.
Bugün Venezüella Chavez’in ardılı Nicolas Maduro’nun diktatörlüğü altında dağılıyor.
Küba, Fidel’in erkek kardeşi Raul’ın yönetiminde bazı reformlar yaptı, şimdi Miguel Diaz-Canal’ın neler yapacağı merakla bekleniyor.
Latin Amerika’daki diğer rejimler özgür ve adil seçimlere devam ediyor, hukukun üstünlüğünü için mücadele ediliyor.
*
Asya’da, demokratik olmayan birkaç ülke reform yolunda ilerlemeler kaydetti, ancak çoğunda otoriter rejimler aynı kaldı.
Ermenistan’da Serj Sarkisyan hükümete karşı kitlesel protestolardan sonra,
Kırgızistan’da Almazbek Atambayev ülke tarihinin ilk barışçıl el değiştirmesi olan seçimlerden sonra istifa etti.
Güneydoğu Asya’da Myanmar’da, 1990’da ülkede yıllardır süren baskıcı askeri rejimin seçimlere izin vermesi, siyasi tutsakları serbest bırakıp daha fazla basın özgürlüğüne yol açması oldukça iyiydi.
Askeri rejimin lideri Thein Sein, ülkenin demokraside ilerlemesi için bir düşünce tutuklusu Aung San Suu Kyi lehine istifa etti.
Ancak demokratik dönüşüm kısa ömürlü oldu.
Myammar rejimi, özellikle Rohingya azınlığını ihlal etmeye devam etti, sivil özgürlükler ve basın özgürlükleri ciddi tehlikelere girdi.
*
Soğuk Savaşın sona ermesi, seçimlerin ve sivil özgürlüklerin genişlemesiyle Afrika’da, özellikle Sahra-altı’nda demokrasinin genel durumu gelişti.
1980’lerde Afrika’da sadece beş ülke Botswana, Gambiya, Mauritius, Senegal ve Zimbabwe demokratik olarak kabul edilirdi.
Gambiya’da askeri diktatör Yahya Jammeh, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybettikten sonra 2017’de ülkeden kaçtı.
Burkina Faso’nun diktatörü Blaise Compaore, iktidardaki otuz yılından sonra 2014’te siyasi protestoların patlak vermesiyle istifa etti.
Angola’da Jose Eduardo dos Santos, iktidarından 40 yıl sonra istifa etti.
Her üç ülke de biraz daha demokratikleştiler.
Zimbabwe’de 1980’den beri Cumhurbaşkanı Robert Mugabe giderek acımasız bir diktatöre dönüştü ve ülkeyi derin bir kaosa sürükledi.
2017′ de ordudaki destekçileri Mugabe’nin yetersizliğini gördüler ve sonunda Mugabe istifa etti.
Temmuz 2018’de yeni seçimler yapılacak…
*
Macaristan’da Viktor Orban ülkesinin demokrasisini sivil özgürlükleri sıkı sıkıya daraltmakla tehdit ediyor .
Rusya’da Vladimir Putin otoriter bir rejimin başkanıdır.
Çin’ de Xi Jinping süresiz olarak yönetme yetkisi kazandı.
Tayland ordusu, ülkenin yıllardır gördüğü en baskıcı hükümete gidiyor…
*
Birçok ülke asla arzu edilmeyen otoriter bir dönüş alırken, bazısı diktatörlükten kaçmayı başarmıştır.
Düşen diktatörlerin çoğunun başka bir diktatörün yerini aldığı doğruysa da;
Demokrasinin savunucularına bir miktar ümit vermenin tam tersine yeterli örnek bulunuyor…
*
Şu dakikada Batı’nın vesayet uygulamasında ön sırada;
Müslüman Kardeşler Örgütü lideri diktatör Recep Tayyip Erdoğan ve İslamcı projesi bulunuyor.
Bu proje bütün özgür dünyayı birinci derecede tehdit ediyor.
Hani şu;
1- Irak’ta merkeze aşırı gevşek bağlarla bağlı Musul merkezli bir Sunni Özerk Yönetimi’nin oluşması,
2- Bu özerk Sünni Irak parçasıyla öncelikle Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin sonra da Suriye’deki Sünni yapıların yaklaştırılması,
3- Bunların arasındaki ilişkilerin Türk ordusunun güvenlik şemsiyesi altında ekonomik-kültürel karşılıklı bağımlılıkla pekiştirilmesi,
4- Türkiye’nin bütün bu yapının bölgesel hamisi olmasıyla başlayan giderek “Tek Ümmet “e dönüşecek ütopya.
*
Halbuki Türkiye mutlaka farklı etnik ve dini kökenlerden gelen insanları bir arada yaşatmak için normalleşecektir.
*
Çünkü bu böyle bir dünyadır.
Friedrich Nietzsche’nin, “Sen yeni bir kudret ve yeni bir hak mısın? Kendi kendine dönen bir çark mısın? Yıldızları da zorlayabilir misin senin etrafında dönsünler diye?”sözü,
Negatif özgürlüğe ulaşılmaması kaydıyla boşuna değildir…
21.5.2018
Bir yanıt yazın