24 Nisan ve Şükrü Server Aya’nın Kitapları
Alaeddin Yalçınkaya
24 Nisan 1915, başta Doğu Anadolu olmak üzere Osmanlı coğrafyasında Türklere, Kürtlere, hatta çetelere destek vermeyen Ermenilere soykırım uygulayan Taşnak ve Hınçak liderlerinden bir kısmının İstanbul’dan uzaklaştırıldığı tarihtir. Aynı zamanda İttihat ve Terakki ile bağlantısı olan bazı Ermeni siyasiler ve yazarlar, milyonlarca sivile soykırım yapan çeteleri yönlendiren, bunlara yardım ve yataklık yapan, Haydarpaşa’dan gıda ve asker taşıyan veya cepheden yaralı getiren trenlerin nerede uçuruma yuvarlanacağının planlarını yapan kimselerdir. Savaş ortamında bu tür suçu işleyenler, yani düşmanla işbirliği yapıp kendi askerini ve halkını arkadan vuranların cezası, her ülkede divan-ı harpte yargılanmak ve ölümdür. İlginçtir ki bizim İttihatçılar bütün istihbarat bilgilerine karşın İstanbul’daki çete beyinlerin zaman zaman yumuşakça uyarıyorlar, nihayet 24 Nisan’da İstanbul’dan uzaklaştırıyorlar. Tehcir Kararnamesi ise yaklaşık bir ay kadar sonra çıkıyor.
İngiliz ve Siyonizm projesi olan İttihat Terakki’nin politikalarını savunmak mümkün değildir. Ancak nice zayiattan sonra alınan sürgün ve Tehcir kararlarını eleştirirken niçin suçu sabit olanların Divan-ı Harp’te yargılanıp gerekli cezaya çarptırılmadıkları merak konusudur. Bu anlamda Ermenilere karşı soykırım yapan değil, fakat soykırımcı Ermenilere oldukça müsamahakâr davranan bir yönetim sözkonusu. Bu gerçeği Taşnak lider Ovanes Kaçaznuni, 1923 Bükreş Taşnak Kongresi’nde de dile getiriyor. Kaçaznuni’nin bu kongrede saatlerce süren konuşması “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok” adıyla yayınlanmış ve birçok dile çevrilmiştir. Her lise öğrencisi Türk vatandaşının bu kitabı okuması gerek. “O günkü yönetim, düşmanla işbirliği yapan Ermenileri yargılayıp cezalandırsaydı, bugünkü halimiz nice olurdu?” sorularını da duyar gibiyim. Çünkü bu kadar müsamahaya karşın soykırım yapanlar değil de soykırıma uğrayanlar “soykırımcı” olarak gösteriliyro.
Bu konuda okunması, hatta her diplomatın residansında paketler halinde bulunması, ihtiyaç halinde bulunduğu ülke yöneticilerine, vekillerine ulaştırılması gereken kitapların başında Şükrü Server Aya’nın özellikle Amerikan arşivlerinden derlediği eserler bulunmaktadır. Kendi imkanları ve dostların desteği ile ömrünün yaklaşık son yirmi yılını bu gerçeğin ortaya çıkmasına adayan, gayet yerinde bir tanımlama ile “tek kişilik ordu” durumundaki bu dev çınar, soykırım yalanlarının külünü savurmuştur. Bu konuda her ne kadar, başta diplomatik görevliler ve kuruluşlarımız olmak üzere, üniversiteler ve diğer eğitim kurumları ile entellektüel camiamızın son derece tembel, ilgisiz, bilgisiz, çıldırtacak derecede umursamaz tavırlarından dolayı son derece rahatsız ise de öncelikle onun gayretleri ve eserleri sayesinde bu zeminde büyük başarılara ulaşılmıştır.
Marmara Üniversitesi’nde 24 Nisan’da düzenlediğimiz toplantının adını Şükrü Server Aya’nın son kitabı Büyük Yalan’dan (The Big Lie) hareketle “Ermeni Soykırım İddiaları ve Büyük Yalan” olarak belirledik. Aynı zamanda kitaplarını Marmara Üniversitesi Kütüphanesi’ne bağışlama vesilesiyle tertip edilen bu toplantıya konuyu yakından takip eden uzmanlar ve dostlar da katkıda bulundular. Yukarıda zikredilen toplantı adı yazılınca konuşmalara internetten ulaşılabilir.
Üniversite öğrencilerimizin dahi kitap okuma konusunda “özürlü” durumları, aileden, ilkokuldan gelen bir eğitim sistemsizliğinin, önemli ölçüde Kültürel Emperyalizmin “başarılı” ürünüdür. Bu fecaatten kurtuluş için de başta akademik camia olmak üzere her birimizin yapması gerekenler vardır. “Çocuğum ders çalışmıyor, kitap okumuyor, ne yapmalıyım?” diyen yakınlarıma cevabım: “Çok kolay! Anne, baba televizyonu kapatıp eline birer kitap alırsa oğlunuzun, kızınızın da kitap okuduğunu görürsünüz!” Belirtmek gerekir ki tatile girerken sanki müjdeli haber olarak “tatilde kitap ödevi verilmeyecek” duyurusunu ancak sömürge yönetiminin Milli Eğitim Bakanı yapar. Kitap okumayı bir külfet, eziyet görme zihniyetinden kurtulup ana okuldan itibaren bunun bir ihtiyaç, zevk, eğlence olduğu eğitimini verme konusunda hepimiz görevliyiz.
Ön lisans öğrencilerine ders kitabı dışında siyasal, sosyal, tarihi, kültürel konularda roman, deneme benzeri kitapları ödev olarak verir ve dönüşünü kontrol ederim. Kitaplar, fikri bakımdan bazen birbirine zıt yönleri olan, daha çok farklı kesimlerden Türk aydınının görüşlerini yansıtır. Listede başta Rus olmak üzere seçili dünya klasikleri de var. Hemen her öğrenci “iyi ki bu kitaptan haberdar oldum, okudum, teşekkürler hocam” der. Gözlemlediğimiz asıl üzücü husus ise üniversite öğrencilerinin dahi kitap lezzetinden mahrum oldukları. Ancak bunun tadına vardıklarındaki heyecanları da beni son derece mutlu kılmaktadır.
Âdetâ görünmeyen bir el, ülkemizde kitap ve kütüphane tahribatını her aşamada yürütmektedir. Bunun neticesi ise tarım, sanayi, kültür ve bilim alanında bağımlılığın artmasıdır. Aynı kulvarda yarıştığımız ülkelere göre yıllık patent oranımız yüzde birin altında kalmaktadır. Cep telefonu değiştirmede dünyanın ilklerinden iken kitap okumada birçok Afrika ülkesinin gerisinde kalmamız son derece ciddi, belki patalojik bir sorundur.
Salahi Sonyel’in vefatından sonra kitapları altı ay bekletilmiş ve yakılmıştır. Halbuki nice kütüphanelerin rafları boştur. Birkaç gün sokakta bekledikten sonra bu kitapları yakma emrini veren belediye ve itfaiye görevlisi yanında kibridi çakan temizlik işçisi de bence sorgulanmalıdır. Böyle bir cinayet bizim tarihimizde, kültürümüzde yoktur. Halbuki bu kitapların alınması için hiç değilse kağıt toplayıcılara izin verilseydi eninde sonunda bu şahane birikim sahaflara düşebilecekti.
Şükrü Server Aya beyefendinin kitaplarını Marmara Üniversitesi’ne bağışlaması haberinin duyulmasından sonra benzer teklifleri başka kitap kurtlarından da memnuniyetle aldık. Hedefimiz kitaba saygı, kitabın kadr-i kıymetini bilmek yanında okuyan, düşünen, araştıran, anlamlandıran, buluş yapan, yeni ufuklara yelken açan nesiller yetiştirmektir. Zamanında Buhara, Semerkant, Bağdat, İstanbul, Kurtuba gibi şehirlerin birindeki kitap sayısı Avrupa’daki toplam kitap sayısından fazla imiş. Bugün ise sadece Yale Üniversitesi’ndeki kitap sayısının Türkiye kütüphanelerindekilerin toplamından fazla olduğunu öğreniyoruz. Sorunları doğru belirlersek sorumluluklarımızın daha iyi farkına varırız.
Öncevatan, 17.05.2018
Bir yanıt yazın