Selam değerli Azerbaycanlılar!
Benim adım Şuşa…
Eminim çoğunuz beni tanımıyor ya da unuttunuz…
Eskiden beni yılda bir kere hatırlıyordunuz.
Çok acı olsa da, bu bir gün hatırlanmak bile bana yetiyordu. En azından unutulmadığımı düşünüyordum. Bir gün beni görmeye geleceksiniz diye ümit ediyorum.Bir zamanlar babalarımızın gezmeye gittiği, yaşadığı, Ulu Türk yurdunu; yani beni hatırlamamanïz bütün umutlarımı öldürdü. Oysa ben Karabağ’ın baş tacıydım… Oysa ki ben şerefli tarihi olan bir Türk yurduydum. Azerbaycan medeniyeti denince ilk ben akla geliyordum.. Dünyanın kültür beşiğiydim. Koynumda ne dahiler yaşatmıştım. Ta ki 8 Mayıs 1992 yılına kadar…
Herkes Şuşa’ya imrenirdi. Beni fethetmeye çalışan çok millet ve asker çıkmıştı. Ama
sizin atalarınız kimseye vermemişti beni… 1992 yılında bu saatlerde beni seven, beni koruyan, beni sahiplenenleri kovmaya başladılar…
Şiddetli dövüşler başladı. Kahraman Şuşalılar beni vermemek için direndi ama Rus destekli Ermrniler benim sahiplerimi kovdu… Ama hiç umudumu kaybetmedim. Bir gün mutlaka geri dönüp beni kurtaracaginiza ümit ettim. Ta ki bugün sosyal medyada ve Azerbaycan medyasında okuduğum yazılara kadar!
Bugün amacım sosyal medyaya girip, benim sahiplerimin benimle ilgili hatıralarını okumak ve belki bir gün gelirler ümidiyle bir sene daha beklemek idi.
Nereye baktımsa Şuşa değil, Elçin Elibeyli adlı birinin kendine sanatçıyım diyen Maral adlı bir kadını canlı yayından kovduğunu okudum. Herkese programın sunucusun kınayib, bu kadına sahip çıktığını bildirdi. Ben de herkesin konuştuğu programa baktım. Sunucuyu da, kendine sanatçıyım diyen kadını da kınadım. Yolunu 26 senedir hasretle beklediğim insanlarına da kırıldım, gönül koydum biraz da kınadım…
Ey benim ümit ettiğim Azerbaycanlılar!
Marala ayırdığınız zamanın 2 dakikasını, yazdığınız yazıların bir cümlesini bana ayırsaydınız ne olurdu?
Sizin Maral için tartışdığınız bu saatlerde, 26 yıl önce benim evlatlarım Şuşa’dan kovuldu. Kızlarıma, gelinlerime, hamile kadınlarıma tecavüz edildi. Yaşlılar, çocuklar silah gücüyle evlerinden kovuldu. Oğullar şehit edildi, cesetleri Ermeni ayakları altında toprağa çevrildi.
Sanattan haberi olmayanlara sahip çıkana kadar Şuşa’ya sahip çıksanız ne olurdu?
Beni unuttunuz… Bari sanattan haberi olmayanlara kucak açtığınız kadar benim koynumda yetişen sanatçıların hatırına Harı Bülbülu hatırlasaydınız. Neyse o kadar diyecek sözüm var ki; ama eminim hiç bir faydası olmayacak.
“Ümit en sonunda ölür” demiştir dedelerimiz.
Bugün ben yüzümü Karabağamızın koca çınarı “Çıdır düzüne” dedim ki; ey tarih kokan toprak, ben ölüyorum sen de canını bırak. Çünkü seni de, beni de çoktan unutmuşlar. Bizim evlatlarımızın bizi hatırlayacak ne zamanı ne merakı ne ilgisi var. Onlar daha ciddi(!) işlerle meşgul oluyorlar.
Sözlerimi bitirmeden, Çıdır düzü hıçkırarak bana aynen şöyle dedi:
” Ehhhhh kızım! Ben bunu işgalden bir yıl sonra anladım. Sadece senin umutlarını öldürmek istemedim. Yıllardır her işgal gününde de emperyalizmin bizlere armağan ettiği TV’lerde bir konu ortaya atıp bizi unutturdular. bu yüzden boşuna ümit etme. O çok sevdiğimiz, yolunu hasretle beklediğimiz insanlara biz lazım değiliz! Lazım olsaydık bizi çoktan işgalden azat ederdiler. Topkana’da iki ağaç kırıldı diye meydanlara dökülen o milyonlar, bugün de kimsenin emrini beklemeden gelir, bizi kurtarırdılar…”
Çıdır düzü çok konuşacaktı… Sadece o an Çadır’a gelen ermenilerin sesini duyup, konuşmasını yarım kesti. Korkusundan değil. Düşmanı sevindirmemek için sustu. Ah bile çekmedi. Çünkü sizi sizden daha çok düşünüyor bu yerler…
Kusuruma bakmayın, zamanınızı aldım. Çünkü sizlerin zamanı çok değerlidir. Daha büyük işlerle (!) meşgul oluyorsunuz. Şuşa ve Şuşallılar sizler için çok da önemli değil. Bana bakmayın “dertli konuşkan olur.”
Boş verin yeniden maralların arkasından yürüyün. Çünkü sizler buna layıksınız. Elbet bir gün bize layık olan evlatlar ortaya çıkacak ve bizi kurtarmaya gelecek…