23 Nisan Çocuk Bayramı özel gündemiyle toplanan Meclis Genel Kurulu’nda Halkların Demokratik Partisi milletvekillerinin konuşmalarında “Kürt illeri” ifadesini kullanmaları tepkiyle karşılanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman milletvekillerinin konuşmalarına müdahale etmiştir. Meclis’te en az sayın Kahraman kadar hassasiyeti olan üyelerden hiç tepki gelmemesi ilginçtir.
Genel Kurul’da ilk sözü alan HDP Eş Genel Başkanı Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, “Bu coğrafyada Kürtlerin yaşadığı coğrafyalar 1925-1950 arasında OHAL’le yönetildi. 1987’den 2002’ye kadar da OHAL uygulanmıştır. Son 2 yılı da sayarsak 50 yıldan fazla süre bu coğrafya OHAL’le yönetilmiştir” demiştir.
Bilindiği gibi iş insanı olan eşi Savaş Buldan, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in 4 Kasım 1993 tarihinde “Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK’yla olduğu gibi, PKK’ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir” açıklamasından sonra kaçırılarak öldürülmüş, katiller bulunmamıştır.
Buldan’dan sonra konuşan HDP Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş ise şunları söylemiştir: “Biz Kürdüz, Kürt kökenli değiliz. Bizde Ermeniler, Süryaniler, feministler ve Türkler de var. Biz Türkiye partisiyiz.” Bu ifadeden ben bir şey anlamadım. Ne demek “Biz Kürdüz, Kürt kökenli değiliz.”
Beştaş ve Buldan’ın açıklamalarına Kahraman tepki göstermiştir: “Türk coğrafyasında yalnızca Türkiye Cumhuriyeti hükümeti var. Anayasaya üst düzeyde aykırıdır beyanlarınız. Türk illeri, Kürt illerini beyan edeni dışarı almak lazım. Gelin meramınızın böyle olmadığını söyleyin, yoksa sizi TBMM’den çıkaracağım. Kürt illeri nedir hanımefendi? Türkiye’yi böldürmeyiz.”
Kahraman’ın uyarısına HDP’li Beştaş cevap vermiştir: “Yok deyince Kürtler yok mu olacak? Ben geri alacağım hiçbir cümle sarf etmedim. Biz burada konuşurken Türkiye’deki realiteleri olduğu gibi ifade ediyoruz. Hakikat dışında hiçbir sözümüz yoktur. Kürt illeri derken Marmara, Trakya da diyebilirsiniz. Kürtlerin fazla yaşadığı iller. Diyarbakır’ın yüzde 80’i Kürt’se, Kürt ili demenin ne mahzuru var. Ben Kürt olduğum gibi Kürt illeri de bir realitedir, bu inkar edilemez.”
Meclis Başkanı bunun üzerine “Kürt illeri” nitelendirmesinin nüfus yoğunluğu bağlamında kullanıldığının ortaya çıktığını belirtmiştir: “Bu açıklamanızla, Kürdistan olarak ifade etmediğinizi, nüfus yoğunluğu olduğunu ifade ettiniz. Kürt illeri diye bir şey yok. Sayın Buldan, sizle mesai yaptık. Türkiye herhangi bir Ermeni katliamı yapmamıştır. Soykırım kabülü gibi bir mesele oldu, o Türkiye’de de gündeme geldi gibi bir şey olabilir. Ölen kişilere saygı duymak başkadır, katliam ya da soykırım gibi bir şey olmamıştır.” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gazetecilere yaptığı açıklamada yaşananları “rezalet” olarak nitelendirmiştir.
TBMM çatısı altında yapılan “Kürtlerin yaşadığı coğrafyalar” ve “Kürt illeri” açıklamalarından sonra 25 Eylül 2012 tarihinde yayınlanan “Türkiye’de Kürt Kökenli Türk Vatandaşları Ne Kadardır?” yazımdaki bazı gerçekleri Beştaş ve Buldan’ın bilgisine sunmak istedim.
Betaş’ın sözünü ettiği “Kürt illeri” Sevr Anlaşması’nda (Le Traité de Sèvres) vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan 14 Aralık 2016 tarihinde “Yaşadığımız bu dönem en az İstiklal harbi kadar zordur. Bugün adı konulmamış bir Sevr tehdidi ile karşı karşıyayız” diyerek Sevr Anlaşması’na atıfta bulunmuştur. Sevr, emekli Büyükelçi Osman Olcay’a göre Avrupa’da 102 oturumda hazırlanan 433 maddelik bir idam fermanıydı. (Sevr Andlaşmasına Doğru, AÜSBF Yayını, Ankara, 1981. http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/054.pdf)
Sevr paylaşımını hazırlayan ABD Başkanı Woodrow Wilson’dur. Wilson ABD Planının kabul edilmemesine bozulmuş, Lozan’ı onaylamamıştı. Türk düşmanı İngiltere Başbakanı David Lloyd George da 29 Ekim 1919 tarihinde Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada da şunları söylemiştir: “Dünyanın en zengin topraklarından biri olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azat eyledik. Medeniyet yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.” (Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, İstanbul, 2014, s. 23).
Lloyd George’un Atatürk hakkında “İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki Küçük Asya’da çıktı. Hem de bize karşı. Elden ne gelebilirdi?” dediği söylense de, bu konuda kanıt yoktur. Lloyd George’un Birinci Dünya Savaşı anılarını bir araya getirdiği War Memoirs of David Lloyd George adlı 2 ciltlik kitapta bu yönde bir söz yer almamaktadır ). AÜ SBF’den arkadaşım Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Yakın Tarihin Gerçekleri kitabında da (s. 106) bu sözün doğruluğunun belgelenemediği belirtilmektedir. Belgelenmese bile bu ifade bir gerçeğin açıklanmasıdır.
Sevr Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) imzalanmıştır. Bu müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni Soykırım Anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Bu ifade Auschwitz- Birkenau toplama kampının önünde de vardır. Bir farkla: 1,5 milyon Yahudi 1,5 milyon Ermeni olarak değiştirilmiştir. Bu bir uluslararası intihaldir.
Mahatma Gandi Sevr Anlaşması’nı adaletsizlik anıtı olarak adlandırmıştır: “Türkiye’ye barış diye imzalatılan bu anlaşma uzun süre yürürlükte kalırsa onur kırıcılığın ve insan yapısı adaletsizliğin bir anıtı olacaktır. Savaşta talihi yaver gitmedi diye kahraman ve cesur bir ırkın yok edilmeye çalışılması insanlığın bir zaferi olmayacak, fakat insanlık dışı davranışın bir örneği olarak tarihe geçecektir.” (Ravindra Kishore Sinha, Kurtuluş Savaşı, Devrimler, Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1972, s.102-181)
Amerikalı tarihçi Paul C. Helmreich Sevr Anlaşması için 19’ncu yüzyıl sömürgeciliğini izleyen önemli bir emperyalist çözüm demiştir: “Herkesin Türkiye’de bir çıkarı vardı; olmayanlar da icat ediyordu. Bir anlamda, çıkar çatışmalarının da ötesine geçilmiş, yıllara yayılan uyutma anlaşmaları süreci, yerini nefret tutumuna bırakmıştı. Barbar bir ulus olan Türkleri, Avrupa’dan kovma fırsatı kaçırılmamalıydı. Lloyd George, sezgi gücünü yitirmiş, Türkler’in İstanbul’dan çıkarılmasında diretiyordu. Türkiye topraklarında, neredeyse akla gelebilecek bütün azınlıklar için birer ülke planlanıyordu. Büyük güçler, kamp ateşinin çevresinde, aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi”. (Paul C. Helmreich, From Paris to Sevres: The Partition of the Ottoman Empire at the Peace Conference of 1919-1920, Ohio State University Press, 1986. Türkçesi Sevr Entrikaları, Sabah Yayınları, İstanbul, 1996, s. 22)
İtilaf Devletleri, Osmanlı topraklarını Birinci Dünya Savaşı sonrasında işgal etmiş, Meclis dağıtılmış, Osmanlı Hükümeti her söyleneni yerine getiren bir duruma düşürülmüş, toprak paylaşımı savaş devam ederken 9 anlaşma, bildiri ve konferans ile önceden belirlenmiştir: İstanbul Mutabakatı (Mart-Nisan 1915), Londra Anlaşması (26 Nisan 1915), Hüseyin-Mc Mahon Mutabakatı (Temmuz 1915-Mart 1916), Sykes-Picot Anlaşması (6-16 Mayıs 1916), Saint-Jean de Maurienne Anlaşması (18 Ağustos 1917), Balfour Bildirisi (2 Kasım 1917), Hogarth Bildirisi (Ocak 1918), Yediler Bildirisi (Haziran 1917) ve San Remo Konferansı (19-26 Nisan 1920). (Ana Britannica, Cilt 27, Ana Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 361)
Sevr Anlaşması ile Osmanlı toprakları İtilaf Devletleri arasında paylaşılmıştır. (Jacques de Benoist – Mechin, Mustafa Kemal Bir İmparatorluğun Ölümü, Bilgi Yayınları, Ankara, 1997, s.192) Sevr Anlaşması’nda Kürdistan’ın kurulmasına ilişkin hükümler vardır. Anlaşma’nın 62-64’ncü maddeleri Kürdistan ile ilgilidir. İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir Komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak, bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecektir.
Madde 64 şöyledir: “İşbu muahedenin mevki-i meriyete vaazından bir sene sonra 62 inci maddede zikredilen havalideki Kürtler, bu havali Kürtlerinin ekseriyeti Türkiye’den ayrılarak müstakil olmak arzu ettiğini ispat ederek Cemiyet-i Akvam Meclisine müracaat ederler ve Meclis de ahali-i mezkûreyi bu istiklâle lâyık görür ve onlara istiklâl bahşetmesini Türkiye’ye tavsiye eyler ise Türkiye işbu tavsiyeye muvafakat ve bu havali üzerindeki bilcümle hukukundan feragat etmeği şimdiden taahhüt eder.”
Kürdistan, Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur. Fakat PKK’nın Kandil’deki yöneticilerinden Murat Karayılan geçmişte “Kürt inkarı üzerinde şekillenen Lozan Anlaşması artık ortadan kalkıyor. Dolayısıyla, Davutoğlu daha bir yıl önce karar aldıklarını söylüyor ki bu doğrudur” diyerek Lozan üzerinden Sevr Anlaşması’na atıfta bulunmuştur.
Geçmişte Diyarbakır Silvan’da 13 şehidin verildiği günde Demokratik Toplum Kongresi demokratik özerklik ilan etmiştir. Kongre’de o dönem BDP’yi temsil eden Batman milletvekili Bengi Yıldız, Taraf Gazetesi’nden Neşe Düzel’e demokratik özerkliğin ne anlama geldiğini kendine göre açıklamıştır.
Yıldız, Demokratik Özerklik (Sevr Anlaşması’ndaki ifadesiyle muhtariyet-i mahalliye) ilan edilen bölgenin Kürdistan olduğunu belirterek bu bölgenin Sivas Koçgiri, Maraş’ın bir kısmı, Erzincan, Malatya, Elazığ tarihsel olarak Erzurum, Van, Ağrı, Batman, Diyarbakır ve Doğu ve Güneydoğu’nun tamamı olduğunu söylemiştir. Sevr Anlaşması’nda da bu iller Türkiye’nin sınırları dışında tutulmuştu. Sevr Anlaşması Atatürk’ün ifadesiyle Türk Milleti’ne kurulan büyük suikasttır. Lozan Anlaşması ise Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur.
Suriye’deki gelişmeler üzerine televizyonlarda, yazılı basında ve sosyal medyada Suriye, Irak, Türkiye ve İran’da yaşayan Kürtlerin sayısı ve adı geçen dört ülkedeki Kürtlerin birleşik bir Kürdistan devleti kurma hayalleri tartışma konusu olmuştur. Bu süreçte dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir kentte görev yapan gazetecilere verdiği iftar yemeğinde şunları söylemiştir:
“Yegane yol bütün Ortadoğu coğrafyasında, Irak’ta olduğu gibi yada benzeri İran’da da özerk Kürdistan olacaktır, Türkiye’de de özerk Kürdistan olacaktır, Suriye’ye de özerk Kürdistan olacaktır. Bunun başka bir yolu yoktur diye düşünüyorum. 20 milyon Kürt artık kendi varlığını reddeden bir halkın varlığına, varlığını armağan etmeyecektir. Bunu bütün dünya böyle bilsin. Halen kardeşliğine inandığımız Türk halkı da lütfen böyle bilsin. Varlığımızı tanımayan hiç bir halka varlığımıza armağan etmeyeceğiz.”
Osman Baydemir, Türkiye, İran, Irak, Suriye, Ermenistan ve Ürdün sınırlarının ortadan kalkması gerektiğini ifade etmiştir: “Gümrük birliğine geçilmelidir. İdari ve siyasi bir ortaklığa geçilmelidir. Ortak para birimine geçilmelidir. Tıpkı Avrupa Birliği’nde olduğu gibi.” Baydemir’in yukarıdaki paragrafta yer alan görüşleri kendisinin ne kadar cahil olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1996 yılından bu yana Avrupa Birliği ile gümrük birliği içinde olduğunu bilmediğini ortaya koymaktadır. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak isteyenlerin düştüğü bu durum hakkında yorum yapmak bir nakisedir.
Baydemir açıklamasında 20 milyon Kürt nüfusundan söz etmektedir. Acaba Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ne kadar Kürt kökenli Türk vatandaşı yaşamaktadır?
Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde 21 il vardır. Adrese dayalı nüfus kayıtlarına göre 21 ilde toplam 18 milyon kayıtlı nüfusun tamamı Kürt ve Zaza kökenli değildir. Erzurum ağırlıklı olarak Türk’tür. Diğer illerde de Türk ve Arap kökenli Türk vatandaşları bulunmaktadır.
Kürtçe yayın yapan TRT Şeş’teki Zazaca programların azlığından yakınan dönemin Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz Zazacaya yeterince yer verilmediğini savunmuştur: “Ben Zazayım. Bingöl’de Zazalar ağırlıklıdır. Zazaca bilirim ama çok iyi değil, iyi anlarım ama iyi konuşamam. Kürtçe’yi de çok az anlarım. TRT Şeş’te Zazaca’ya yeterince yer verilmiyor. Hakikaten şikayet ediyorum. Biraz daha artması lazım. Kürtçe’ye karşı değiliz daha da artsın ama Zazaca’nın da ihmal edilmemesi lazım.” Cevdet Yılmaz, siyasete girmeden önce Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki son AB İlişkiler Genel Müdürüydü. Bu Genel Müdürlük (AET Dairesi) 1982 yılında Turgut Özal’ın direktifi ile tarafımdan kurulmuştur.
18 milyon nüfusun dışında da Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yaşamaktadır Diyelim ki Anayasa’mıza ve uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Sevr Anlaşması’nda öngörüldüğü gibi bir Kürt Devleti kurulduğunu hayal edelim. Yeni devletin sınırları dışında kalacak olan Kürt kökenli vatandaşlar acaba yerini yurdunu bırakıp Güney Doğu Anadolu’ya mı göçecek? Bu nüfusun kendi illerine dönmesi şartıyla bir halk oylaması yapılsa, bu insanlar ayrı devlete evet derler mi?
Marmara’yı, Ege’yi, Akdeniz’i, İç Anadolu’yu kendi ülkesi olarak bilmiş ve buralarda huzur içinde yaşayan Kürt kökenli insanlar artık bu bölgelerde huzur içinde yaşayabilirler mi? Eğer “Kürt halkı bu devleti artık kendi devleti olarak görmüyor” ise, bu durumda Türkiye Cumhuriyeti’ne pasaportla seyahat etmek zorunda kalacaklardır.
Türkiye’ye gelmek için Schengen Alanı’na ve de ABD’ye gitmek isteyen Türk vatandaşlarının katlandıklarından çok daha fazla bürokratik zorlularla karşılaşacaklar, belki bazıları hiçbir zaman Türkiye’ye gelemeyeceklerdir. Diğer taraftan Kürt kökenli Türk vatandaşlarının yoğun olarak yaşadıkları Diyarbakır’da BDT’ye oy vermeyen vatandaşların durumu ne olacaktır?
2002 milletvekili Genel Seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi (diğer partilere verilen oylar dikkate alınmamıştır) Diyarbakır’da 67 bin oy (%16) , DEHAP ise 236 bin oy (%56) almıştır. 2007 seçimlerinde AKP yüzde 41 oy oranına ulaşırken DTP çizgisinin desteklediği adayların aldığı oy oranı yüzde 43 olmuştur. 2009 İl Genel Meclisi seçimlerinde DTP’nin aldığı oy yüzde 59, AKP’nin oyu ise yüzde 30’dur. 2011 seçimlerinde AKP’nin oyu 218 bin, (%32,1) BDP’nin desteklediği bağımsız adayların oyu ise 397 bindir. (% 58)
Seçimlerde şiddet, seçmene baskı, tehdit ve saldırıların, sandık başı hilelerin etkin olduğu iddialarını da hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekir. Diyarbakır’da AKP’ye oy veren 218 bin seçmen (CHP, MHP ve diğer partilere oy verenleri ihmal etsek bile) ve onların aileleri acaba Diyarbakır’dan ayrılmak isteyecekler midir?
2011 seçimlerinde Türkiye genelinde bağımsız adaylar (BDP) yüzde 6,58 oy almış (2,8 milyon oy) ve 36 milletvekilliği kazanmışlardır. Seçimlerde kullanılan toplam oy miktarı 43.913.859’dur. Bu durumda Batı’da ve Doğu’da 41.087.828 seçmen BDP’ye oy vermemiştir. Güney Doğu Anadolu’da ayrı bir devlet olsa, Batı illerinde bağımsız adaylara (BDP’ye) oy veren vatandaşlar Doğu’ya mı göç edecekler?
“Türkiye etnik bir mozaiktir. Bu mozaikte Türkler ve Kürtler eşit ağılıktadır” görüşü bölücülüktür. Bu konuda en ciddi çalışma yarım kalmasına rağmen Türkiye’deki Etnik Grupların Dağılım Raporu’dur. Rapor, Malatya’daki Kitabevi cinayeti davası dosyasına konmuş, sonuçları kamuoyuna açıklanmamıştır. MGK tarafından 2000 yılında Erciyes, Elazığ Fırat ve Malatya İnönü Üniversitesi’ndeki öğretim üyelerince hazırlanmıştır.
Prof. Dr. Şaban Kuzgun başkanlığında yürütülen proje kapsamında Türkiye’deki 68 ilde yapılan çalışmada insanların hangi kökenden, mezhepten ya da tarikattan olduklarının profili çıkarılmaya çalışılmıştır. Prof. Kuzgun, 14 Mayıs 2000 tarihinde trafik kazasında hayatını kaybedince proje yarım kalmıştır. Rapor’da Türkler 55 milyon, Kürtler (Zazalar hariç) 3 milyon olarak belirlenmiştir. Türkiye’de 1927-1965 arasında yapılan nüfus sayımlarında ana dil sorulmuştu. DİE’nin (TÜİK) 1965 nüfus sayımına göre halkın yüzde 90,11′i ana dilini Türkçe, yüzde 7,07′si Kürtçe ve yüzde 0,48′i Zazaca olarak beyan etmiştir.
Şubat 1993 tarihinde açıklanan Milliyet Gazetesi Konda Büyük Araştırması’na göre deneklerin yüzde 89,7’si kimlik olarak Türk kimliğini benimsemişlerdir.
Deneklerden farklı kimlik bildiren ve yüzde 1’i aşan tek grup yüzde 3,9’luk oranla Kürtlerdir. Türk değilim diyen grupların toplam oranı yüzde 5,39’dur.
1995 Aralık Genel Seçimlerinde HADEP, Kürtler dışındaki sol oyların da eklenmesiyle ancak yüzde 4.17 oranında oy alabilmiştir. ABD’deki Ethnologue Data From Languages of World’un 2001 yılı öngörüsüne göre Türkiye’deki etnik kökenliler arasında Türkler yüzde 86,21, Kürtler yüzde 8,36, Zazalar yüzde 0,53 oranındadır. 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde DEHAP yüzde 6,2 oranında oy alarak yüzde 10’luk seçim barajının altında kalmıştır.
Eylül 2005 AB Eurobarometer Anketi’nde ana dilini Türkçe olarak bildirenlerin oranı yüzde 93 olarak bulunmuş ve Kürtleri de içine alan geri kalan nüfusun yüzde 7’yi geçmediği görülmüştür. Ali Tayyar Önder 2006 yılında 74 milyonluk Türkiye nüfusu içerisinde Kürt sayısını 5 milyon (%6,76), Zaza sayısını 800 bin (%1,08) olarak belirlemiştir. Zazalar Kürt olmadıkları halde Kürt ve Zaza nüfusunun toplam içindeki oranı yüzde 7,84’dir. Konda’nın 2007 yılı araştırmasında ise nüfusun yüzde 84,5 Türk, yüzde 9,02 Kürt-Zaza kökenlidir.
PKK eylemlerinin yoğun olarak yaşandığı illerde (Ağrı, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkâri, Muş, Mardin, Siirt, Şırnak, Tunceli, Van) Kürtlerin oranı yüzde 80,49 iken, aynı bölgede Türklerin oranı yüzde 3,92, Arapların oranı yüzde 6,0, Zazaların oranı yüzde 8,87 ve diğer etnik gruplar yüzde 0,69’dur.
Bilgesam’ın araştırmasında, (Doğu ve Güneydoğu İllerinde Etnik ve Mezhepsel Yapı, Yayımlanmamış Demografik Çalışma, İstanbul, 2010) PKK eylemlerinin fazla yaşanmadığı Doğu ve Güneydoğu illerinde (Adıyaman, Erzurum, Elazığ, Gaziantep, Kahramanmaraş, Malatya, Şanlıurfa) Kürtlerin oranı yüzde 2,62’dir. Konda’nın araştırmasında, (Bekir Ağırdır, Kürtler ve Kürt Sorunu, KONDA Raporu, s. 4-5, Kasım 2008) Türkiye’deki Kürt ve Zazaların toplam nüfusa oranı yüzde 15,7 ve yaklaşık nüfusları 11 milyon olarak verilmektedir. Aynı çalışmada Kürt ve Zazaların yüzde 66’sının yani 2/3’ünün Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde yaşadıkları vurgulanmaktadır.
Bilgesam’ın bir diğer (2010) çalışmasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde yaşayan Kürt ve Zaza nüfusun toplamı yaklaşık olarak 8 milyon olarak hesaplanmıştır. Bu sayı Konda’nın Kürt ve Zazaların yüzde 34’ünün Batıda yaşadığı bulgusu ile birleştirildiğinde Türkiye’deki Kürt ve Zaza nüfus için 11-12 milyonluk bir tahmin ortaya çıkmaktadır.
Kürt ve Zazalar arasında BDP’ye oy verdiğini söyleyenlerin oranı PKK eylemlerinin fazla yaşanmadığı Doğu illerinde yaşayanlar arasında yüzde 17,6 iken bu oran eylemlerin fazla yaşandığı illerde yüzde 42,5 ve İstanbul ve Mersin’de göç ile oluşan mahallelerde yaşayanlar arasında yüzde 57,4’dür. (Bilgesam, Türkiye’de Kürtler ve Toplumsal Algılar, İstanbul, 2012)
Bu araştırma ve veriler, Türkiye’de nüfusun en az yüzde 85’inin Türk kökenli olduğunu ve böyle bir ülkeye de mozaik denilemeyeceğini ortaya koymaktadır. Sorbonne Üniversitesi’nde Kurmanci bölümü sorumlusu İbrahim Seydo Aydoğan, “Türkiye’de Kürtlerin okula giden çocukları zorla Türkçeyi öğreniyorlar. Bu bir soykırımdır” diyor. (Özgür Gündem, 04.03.2012) Bu mantıkla hareket edersek, acaba Almanya’da Alman okuluna giden ve Almanca öğrenen yüz binlerce Türk öğrenciye Almanlar soykırım suçu mu işliyorlar?
Yalçın Doğan 28 Temmuz 2012 tarihli yazısında (Hürriyet) bir durum tespiti yapmaktadır: “Kürtlerin yüzde 23’ü bağımsız Kürt devleti kurulmasından yana. Hemen hemen her beş Kürt’ten biri bağımsız devlet istiyor. Oysa, üç yıl önce bağımsız Kürt Devleti isteyenlerin oranı yüzde 6. Üç yılda yüzde 6’dan yüzde 23’e yükseliyor. Asıl düşündürücü olan bu. Bağımsız devlet kurma isteği artarken, PKK’ya siyaset istemek, PKK’yı terör örgütü dışında görmek eğilimi ile birleştiğinde, vahamet kendiliğinden ortaya çıkıyor. Belli bir kesim Kürtlere verilecek hakları tartışırken, o haklar Kürtleri kesmiyor, onlar için bir şey ifade etmiyor.”
Bağımsız bir Kürt devleti kurmanın altyapısı ise, Kürt kökenli Türk vatandaşlarının sayısını mümkün olduğunca fazla göstermektir. Osman Baydemir’in Türkiye’de 20 milyon Kürt vardır söylemi ile Ermenilerin sözde 1,5 milyon Ermeni Türkler tarafından soykırıma uğratıldı söylemi arasında gerçeği saptırma açısından tam bir benzerlik olduğuna dikkat çekmek isterim.
ABD’nin güney eyaletlerinde yaşayan ve anadilleri İspanyolca olan Latin kökenli ABD vatandaşlarının Los Angeles ve Las Vegas kentlerinde özerk ya da bağımsız bir “Latinistan” devleti kurma sevdalarının olmadığını Pervin Buldan ve Meral Danış Beştaş’a hatırlatmakta yarar vardır. Çünkü bu kentlerde yaşayanlar hiçbir zaman “Latin illeri” demedikleri gibi “biz İspanyoluz” da dememektedirler.