AHMET ADNAN SAYGUN VE TÜRK MÜZİĞİ

Tarih 7 Eylül 1907. O gün Türkiye Cumhuriyeti'nde 1931 yılında yapılacak olan müzik reformuna katkıda bulunacak bir müzisyen dünyaya geldi. Evet sayın okurlarım bu yazıdaki amacım Ahmet Adnan Saygun’u sizlere daha iyi tanıtmak olacak. Gözlerini İzmir’de dünyaya açan, aynı zamanda anne tarafından Konyalı olan sanatçımız her iki taraftan da memleketlimdir. Kalbimde yeri çok özeldir Saygun’un Avrupa müziğini Türkiye'ye tanıtan böylelikle Türk Müziğinin gelişmesine büyük katkı sağlayan önemli bir yönünün olması (bir müzisyen adayı olarak) benim için kalbimdeki yerini daha da ayrıcalıklı kılmaktadır. "Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır." demiş Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK Yenilikçi, modern, bilgiye açık ve milli duyguları güçlü olan değerli sanatçımız Ahmet Adnan Saygun da vatan uğrunda görevini en iyi şekilde yapanlardandır. Memleketine olan düşkünlüğünden ve gelenekselci yapısından asla ödün vermemiş TÜRK makamına dayalı eserler üretmiştir. Elbette ki Türk müziğini Batı müziği kalıpları içerisine sokarken zorluklar yaşanmıştır sanatçımız. Bir değişim hem de köklü bir değişim hiç kolay olamamıştır ki özellikle de Cumhuriyet gençlik yıllarını yaşıyorsa.. Nasıl Einstein atomu bir an da parçalayıp elimize vermediyse Saygun da zorlanmıştır nitekim.Nasıl Einstein yılmadıysa Saygun da yılmamış tekrar tekrar denemiş ve böylece Türk ruhunu dünyaya tanıtmıştır. Bu paragrafımda:”Yok artık Einstein ile Adnan Saygun'u nasıl aynı kefeye koyar?” diyecek olanlara şunu belirtmek isterim: Elbette Einstein ile Saygun’u aynı kefeye koyarım. Atomu parçalamak kadar alışılagelmiş olan müziği yıkıp yeni bir müziği sahneye koymak da epey zordur. Ve tabi ki her müzisyen aynı zamanda bir bilim adamıdır. Sanatçımızın yenilikçi yapısına dikkat çekmişken, bir konuya daha değineceğim Saygun’u araştırırken, 16. Yüzyıl polifoni üslubuna dayandırarak kaleme aldığı bir motet dikkatimi çekti. Neden mi çekti? Gelin size de anlatayım. Konuya hakim olanlar bilir. Motette, İncil’den alınma metinler olması gerekir. Saygun motedi, Kur'an'da yer alan Fatiha suresi ile yorumlayan ilk müzisyendir. Bu da kendi kültürünü Avrupa müziğiyle sentezlemiş olduğunun, en belirgin örneğidir. Gelin bir de Saygun’un da bu gruba dahil olduğu Türk beşleri tabirini ele alalım. 19 Şubat 1939 gecesi Modern Türk Musiki Festivali kapsamında konser düzenlenmiş Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Anlar ile birlikte konser verme imkanı bulmuştur. Türk beşleri tabiri de bu konserden sonra ortaya çıkmıştır. Yazdıkları eserler bakımından çok farklı olsalar da, o zamanlarda çağdaş kompozisyonun Türkiye'deki ilk örneklerini verdikleri için böyle anılmaktadırlar. Türk beşlileri arasında, Saygun’u ayrı bir yere koymamın nedenini soracak olursanız da üstadımızın, ilkleri oluşturmasıdır, diyebilirim. Bu konuyu da biraz örnekleyelim. Op.1 Divertimento'su ile Fransa’da bir beste yarışmasına katılmış iki farklı kültürü sentemezlesinden dolayı Fransa'da bir TÜRK, jürinin dikkatini çekmiştir. Yurt dışında ilk defa Türkiye Cumhuriyeti’ne mensup bir TÜRK, orkestra yönetmiş ve eserleri sahnelenmiştir. Türk-Macar ezgilerinin benzerliklerini ortaya koymuş ve böylece ülkeler arası bağın kuvvetlenmesine katkı sağlamıştır. Bestelerini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e ve Türk Cumhuriyetine ithaf eden ilk besteci olmuştur. Bestecimizin ilklerinden bahsetmişken önemli üç eserini biraz daha detaylı ele alacağım. İlk olarak Yunus Emre oratoryosunu ele alalım. Bu oratoryonun önemi Doğu ve Batı kültürünün ilk sentezi olmasıdır. Yunus Emre Oratoryosunun gerek Türk toplumlarına gerek başka toplumlara hitap eden ilk Türk eseri olması, bestecimizin ismini uluslararası platformlarda duyurmasında, büyük katkı sağlamıştır. Bu da Türkiye'nin müzik alanında çağdaşlaşmasında önemli bir aşama olduğu için bu Oratoryo’yu ayrıcalıklı kılmaktadır. Ayrıca bestecimiz, oratoryonun Paris'te gerçekleştirildiği ilk gösteriminden sonra Uluslararası Halk Müziği Konseyine üye seçilmiştir. Böyle bir toplulukta bir Türk'ün bulunması, Türk Milleti için başlı başına bir onur kaynağıdır. İkinci olarak Köroğlu Operasını ele alacağım. Köroğlu Operası konusunu; Beyoğlu beyinin oğlunun, Günayım'ı kaçırması ve Günayım'ın Köroğlu tarafından kurtarılmasından almaktadır. Saygun, toplumun kurtarıcısı konumunda bulunan Köroğlu ile Atatürk arasında kurduğu benzerlik nedeniyle bu eseri ATATÜRK'ün anısına ithaf etmiştir. - 1f5f6d84 4a13 4eb7 98ee 63c7784b361d

Tarih 7 Eylül 1907. O gün Türkiye Cumhuriyeti’nde 1931 yılında yapılacak olan müzik reformuna katkıda bulunacak bir müzisyen dünyaya geldi. Evet sayın okurlarım bu yazıdaki amacım Ahmet Adnan Saygun’u sizlere daha iyi tanıtmak olacak. Gözlerini İzmir’de dünyaya açan, aynı zamanda anne tarafından Konyalı olan sanatçımız her iki taraftan da memleketlimdir. Kalbimde yeri çok özeldir Saygun’un Avrupa müziğini Türkiye’ye tanıtan böylelikle Türk Müziğinin gelişmesine büyük katkı sağlayan önemli bir yönünün olması (bir müzisyen adayı olarak) benim için kalbimdeki yerini daha da ayrıcalıklı kılmaktadır. “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.” demiş Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK Yenilikçi, modern, bilgiye açık ve milli duyguları güçlü olan değerli sanatçımız Ahmet Adnan Saygun da vatan uğrunda görevini en iyi şekilde yapanlardandır. Memleketine olan düşkünlüğünden ve gelenekselci yapısından asla ödün vermemiş TÜRK makamına dayalı eserler üretmiştir. Elbette ki Türk müziğini Batı müziği kalıpları içerisine sokarken zorluklar yaşanmıştır sanatçımız. Bir değişim hem de köklü bir değişim hiç kolay olamamıştır ki özellikle de Cumhuriyet gençlik yıllarını yaşıyorsa.. Nasıl Einstein atomu bir an da parçalayıp elimize vermediyse Saygun da zorlanmıştır nitekim.Nasıl Einstein yılmadıysa Saygun da yılmamış tekrar tekrar denemiş ve böylece Türk ruhunu dünyaya tanıtmıştır. Bu paragrafımda:”Yok artık Einstein ile Adnan Saygun’u nasıl aynı kefeye koyar?” diyecek olanlara şunu belirtmek isterim: Elbette Einstein ile Saygun’u aynı kefeye koyarım. Atomu parçalamak kadar alışılagelmiş olan müziği yıkıp yeni bir müziği sahneye koymak da epey zordur. Ve tabi ki her müzisyen aynı zamanda bir bilim adamıdır. Sanatçımızın yenilikçi yapısına dikkat çekmişken, bir konuya daha değineceğim Saygun’u araştırırken, 16. Yüzyıl polifoni üslubuna dayandırarak kaleme aldığı bir motet dikkatimi çekti. Neden mi çekti? Gelin size de anlatayım. Konuya hakim olanlar bilir. Motette, İncil’den alınma metinler olması gerekir. Saygun motedi, Kur’an’da yer alan Fatiha suresi ile yorumlayan ilk müzisyendir. Bu da kendi kültürünü Avrupa müziğiyle sentezlemiş olduğunun, en belirgin örneğidir. Gelin bir de Saygun’un da bu gruba dahil olduğu Türk beşleri tabirini ele alalım. 19 Şubat 1939 gecesi Modern Türk Musiki Festivali kapsamında konser düzenlenmiş Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Anlar ile birlikte konser verme imkanı bulmuştur. Türk beşleri tabiri de bu konserden sonra ortaya çıkmıştır. Yazdıkları eserler bakımından çok farklı olsalar da, o zamanlarda çağdaş kompozisyonun Türkiye’deki ilk örneklerini verdikleri için böyle anılmaktadırlar. Türk beşlileri arasında, Saygun’u ayrı bir yere koymamın nedenini soracak olursanız da üstadımızın, ilkleri oluşturmasıdır, diyebilirim. Bu konuyu da biraz örnekleyelim. Op.1 Divertimento’su ile Fransa’da bir beste yarışmasına katılmış iki farklı kültürü sentemezlesinden dolayı Fransa’da bir TÜRK, jürinin dikkatini çekmiştir. Yurt dışında ilk defa Türkiye Cumhuriyeti’ne mensup bir TÜRK, orkestra yönetmiş ve eserleri sahnelenmiştir. Türk-Macar ezgilerinin benzerliklerini ortaya koymuş ve böylece ülkeler arası bağın kuvvetlenmesine katkı sağlamıştır. Bestelerini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e ve Türk Cumhuriyetine ithaf eden ilk besteci olmuştur. Bestecimizin ilklerinden bahsetmişken önemli üç eserini biraz daha detaylı ele alacağım. İlk olarak Yunus Emre oratoryosunu ele alalım. Bu oratoryonun önemi Doğu ve Batı kültürünün ilk sentezi olmasıdır. Yunus Emre Oratoryosunun gerek Türk toplumlarına gerek başka toplumlara hitap eden ilk Türk eseri olması, bestecimizin ismini uluslararası platformlarda duyurmasında, büyük katkı sağlamıştır. Bu da Türkiye’nin müzik alanında çağdaşlaşmasında önemli bir aşama olduğu için bu Oratoryo’yu ayrıcalıklı kılmaktadır. Ayrıca bestecimiz, oratoryonun Paris’te gerçekleştirildiği ilk gösteriminden sonra Uluslararası Halk Müziği Konseyine üye seçilmiştir. Böyle bir toplulukta bir Türk’ün bulunması, Türk Milleti için başlı başına bir onur kaynağıdır. İkinci olarak Köroğlu Operasını ele alacağım. Köroğlu Operası konusunu; Beyoğlu beyinin oğlunun, Günayım’ı kaçırması ve Günayım’ın Köroğlu tarafından kurtarılmasından almaktadır. Saygun, toplumun kurtarıcısı konumunda bulunan Köroğlu ile Atatürk arasında kurduğu benzerlik nedeniyle bu eseri ATATÜRK’ün anısına ithaf etmiştir.

Ve tabiki en önemlisini sona sakladım. Sanatçımız, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk operasını besteleyen kişidir. Bu opera sayesinde de Türkiye-İran ilişkileri dostluğa dönüşmüştür. Nasıl da bir opera uluslararası ilişkileri düzeltir! diyeceksiniz. İşte burada ATATÜRK’ün dehası ortaya giriyor. Gelin Görelim Bilirsiniz Cumhuriyet’in ilanından önceki dönemler İran ile ilişlerimizin çok da olumlu yönde ilerlemiş olduğu söylenemez. Atatürk komşumuz İran’la ilişkilerimizi düzeltmek için bir adım atmalıydı. Bunun için ilk önce İran Şah’ını etkilemeliydi. Şimdiye kadar yapılanın aksine, farklı bir stratejik plan arayışı içerisindeydi. İran Şahı’nı musiki üzerinden vurmayı hedefledi. Yeni bir sanat akımı başlamalıydı. Bu yeni akıma ilk adım söz yazarının Münir Hayri bey bu metnin bestecisinin de Adnan Saygun olduğu Özsoy Operasıyla atılacaktı. Böylelikle hem ilk opera bestelenecek hem de sağlam temeller üzerinde durmayan Türkiye İran ilişkileri dostane bir ilişkiye dönecekti. Buraya kadar her şey normal gibi gözüküyor. Yeni dostluklar, yeni ilişkiler, yeni sanat akımı.. Ama diyeceksiniz, bir sanat akımı koskoca İran Şahı’nı nasıl etkiler? Konu opera değil operada verilen mesajdı aslında. Operanın konusu neydi biliyor musunuz? Anlatayım. Operanın konusunu Şeyhname’den seçti Atatürk. Bildiğimiz üzere eserin temeli olan destanda Hakan Feridun’un üç oğlu vardır; Selim, Tur (Kurt) ve İraç (Aslan). Bu operada, Atatürk şah’ı etkilemek için Tur ve İraç’ı ikiz çocuklar olarak vurgulamıştır. Eserin finalinde yüzyıllar boyunca ayrı kalan Türkler ve İranlıları; Tur ve İraç’ın tekrar bir araya getirdiği anlatılır. Bundan sonrasını Saygun’un anlatımıyla size sunacağım; “ Eserin, tekrar efsane havasını getiren sahnesinde Feridun ve ötekiler hep sahnede hazırdır, ancak Tur ve İraç yoktur. Feridun sorar, “ Tur ile İraç’ı göremiyorum, nerededirler? Buna ozan halkevindeki locasında İran Şahı ile birlikte temsili seyreden Atatürk’ü işaret ederek şöyle der: “ İşte Tur. İran Şah’ını işaret ederek işte İraç. Her Türk bir Tur, her İranlı bir İraç’tır. Şah bu sözler üzerine Atatürk’e sarılıp “kardeşim” diye ağladığını, temsilden sonra heyecanla anlattıklarını çok iyi hatırlarım.”diye ifade etmiştir. Böylece Atatürk; Türkiye Cumhuriyeti’nin barışını opera sanatıyla temsil eden, tek lider olarak tarihe geçmiştir. Özsoy Operasını ilk araştırdığımda şaşkınlıklar içerisinde kalmıştım. Böylesine dahiyane bir önderin Tanrı tarafından Türk milletine gönderilmiş olması beni bir kez daha gururlandırdı.. ATATÜRK SANAT ARMAĞANI ödülünün de sahibi olan bestecimiz Adnan Saygun’un Atatürk için yazmış olduğu 2 kitaba da dikkat çekmek isterim değerli okurlarım. Birincisi Atatürk ve Musiki kitabı diğeri de Atatürk’e ve Anadolu’ya destan isimli iki eseridir. Bu eserlerin sözü de Saygun’a aittir. Saygun bu eserlerin hiç birinin sipariş olmadığını hepsini kendi isteği üzerine yazdığını da ayrıca belirtmiştir. Bu eserleri bestelerken ki amacını da şu sözleriyle anlatmaktadır: “Bütün dileğim bu Destan’ın çalınması, plaklara alınıp yurt içine yayılmasıydı. Türk gencine Osmanlı’nın yirminci yüzyıla gelip düğümlenmiş acılarını ve boynumuza uzatılan ipi nasıl paramparça ettiğimizi duyurmak ve gençliğin bu duygunun şuuruyla yeniden doğuşun ve yükselişin ufuklarına doğru kanat çırpmasına, atılımlar yapmasına katkıda bulunmak böyle mümkün olabilirdi. Maddi hiçbir isteğim yoktu. Bu yazım Türk vatanına benim, gücüm yettiğince, bir armağanım idi”. 1990 yılında ise sanatçımız, bozulan sağlığı yüzünden, artık tamamen yatağa düşmüştür. Ne yazık ki 6 Ocak 1991 tarihinde ise o büyük insan, gözlerini bir daha açmamak üzere, son kez kapayarak dünyamıza veda etmiştir. Atatürk’ e ve Saygun’ a çok şey borçluyuz. Çünkü günümüz Uluslararası Klasik Sanat müziğini tanımamızı sağlayarak kendi müziğimizi geliştirmemize katkıda bulunmuşlardır. Tinleri şad, Yurtları uçmağ olsun! Her Türk’ün içinde bir Atatürk ve her Türk’ün içinde bir Saygun vardır. Önemli olan yeteneklerimizi keşfedebilmek! Umarım faydalı olabilmişimdir. Bir sonraki köşemde buluşmak üzere!

Sevgiyle Kalın.

 

Tarih 7 Eylül 1907. O gün Türkiye Cumhuriyeti'nde 1931 yılında yapılacak olan müzik reformuna katkıda bulunacak bir müzisyen dünyaya geldi. Evet sayın okurlarım bu yazıdaki amacım Ahmet Adnan Saygun’u sizlere daha iyi tanıtmak olacak. Gözlerini İzmir’de dünyaya açan, aynı zamanda anne tarafından Konyalı olan sanatçımız her iki taraftan da memleketlimdir. Kalbimde yeri çok özeldir Saygun’un Avrupa müziğini Türkiye'ye tanıtan böylelikle Türk Müziğinin gelişmesine büyük katkı sağlayan önemli bir yönünün olması (bir müzisyen adayı olarak) benim için kalbimdeki yerini daha da ayrıcalıklı kılmaktadır. "Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır." demiş Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK Yenilikçi, modern, bilgiye açık ve milli duyguları güçlü olan değerli sanatçımız Ahmet Adnan Saygun da vatan uğrunda görevini en iyi şekilde yapanlardandır. Memleketine olan düşkünlüğünden ve gelenekselci yapısından asla ödün vermemiş TÜRK makamına dayalı eserler üretmiştir. Elbette ki Türk müziğini Batı müziği kalıpları içerisine sokarken zorluklar yaşanmıştır sanatçımız. Bir değişim hem de köklü bir değişim hiç kolay olamamıştır ki özellikle de Cumhuriyet gençlik yıllarını yaşıyorsa.. Nasıl Einstein atomu bir an da parçalayıp elimize vermediyse Saygun da zorlanmıştır nitekim.Nasıl Einstein yılmadıysa Saygun da yılmamış tekrar tekrar denemiş ve böylece Türk ruhunu dünyaya tanıtmıştır. Bu paragrafımda:”Yok artık Einstein ile Adnan Saygun'u nasıl aynı kefeye koyar?” diyecek olanlara şunu belirtmek isterim: Elbette Einstein ile Saygun’u aynı kefeye koyarım. Atomu parçalamak kadar alışılagelmiş olan müziği yıkıp yeni bir müziği sahneye koymak da epey zordur. Ve tabi ki her müzisyen aynı zamanda bir bilim adamıdır. Sanatçımızın yenilikçi yapısına dikkat çekmişken, bir konuya daha değineceğim Saygun’u araştırırken, 16. Yüzyıl polifoni üslubuna dayandırarak kaleme aldığı bir motet dikkatimi çekti. Neden mi çekti? Gelin size de anlatayım. Konuya hakim olanlar bilir. Motette, İncil’den alınma metinler olması gerekir. Saygun motedi, Kur'an'da yer alan Fatiha suresi ile yorumlayan ilk müzisyendir. Bu da kendi kültürünü Avrupa müziğiyle sentezlemiş olduğunun, en belirgin örneğidir. Gelin bir de Saygun’un da bu gruba dahil olduğu Türk beşleri tabirini ele alalım. 19 Şubat 1939 gecesi Modern Türk Musiki Festivali kapsamında konser düzenlenmiş Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Anlar ile birlikte konser verme imkanı bulmuştur. Türk beşleri tabiri de bu konserden sonra ortaya çıkmıştır. Yazdıkları eserler bakımından çok farklı olsalar da, o zamanlarda çağdaş kompozisyonun Türkiye'deki ilk örneklerini verdikleri için böyle anılmaktadırlar. Türk beşlileri arasında, Saygun’u ayrı bir yere koymamın nedenini soracak olursanız da üstadımızın, ilkleri oluşturmasıdır, diyebilirim. Bu konuyu da biraz örnekleyelim. Op.1 Divertimento'su ile Fransa’da bir beste yarışmasına katılmış iki farklı kültürü sentemezlesinden dolayı Fransa'da bir TÜRK, jürinin dikkatini çekmiştir. Yurt dışında ilk defa Türkiye Cumhuriyeti’ne mensup bir TÜRK, orkestra yönetmiş ve eserleri sahnelenmiştir. Türk-Macar ezgilerinin benzerliklerini ortaya koymuş ve böylece ülkeler arası bağın kuvvetlenmesine katkı sağlamıştır. Bestelerini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e ve Türk Cumhuriyetine ithaf eden ilk besteci olmuştur. Bestecimizin ilklerinden bahsetmişken önemli üç eserini biraz daha detaylı ele alacağım. İlk olarak Yunus Emre oratoryosunu ele alalım. Bu oratoryonun önemi Doğu ve Batı kültürünün ilk sentezi olmasıdır. Yunus Emre Oratoryosunun gerek Türk toplumlarına gerek başka toplumlara hitap eden ilk Türk eseri olması, bestecimizin ismini uluslararası platformlarda duyurmasında, büyük katkı sağlamıştır. Bu da Türkiye'nin müzik alanında çağdaşlaşmasında önemli bir aşama olduğu için bu Oratoryo’yu ayrıcalıklı kılmaktadır. Ayrıca bestecimiz, oratoryonun Paris'te gerçekleştirildiği ilk gösteriminden sonra Uluslararası Halk Müziği Konseyine üye seçilmiştir. Böyle bir toplulukta bir Türk'ün bulunması, Türk Milleti için başlı başına bir onur kaynağıdır. İkinci olarak Köroğlu Operasını ele alacağım. Köroğlu Operası konusunu; Beyoğlu beyinin oğlunun, Günayım'ı kaçırması ve Günayım'ın Köroğlu tarafından kurtarılmasından almaktadır. Saygun, toplumun kurtarıcısı konumunda bulunan Köroğlu ile Atatürk arasında kurduğu benzerlik nedeniyle bu eseri ATATÜRK'ün anısına ithaf etmiştir. - 1f5f6d84 4a13 4eb7 98ee 63c7784b361d

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir