Abdülhamid’i bir de aşağıdaki makaleden okuyalım.
Halice hapsettiği Osmanlı Donanmasını felç olması ve Balkan harbine donanmasız katılmışlığın acı sonuçları ayrı bir trajedidir.
Alman emperyalizmi ve Sultan Abdülhamit
Gazetelerden öğreniyoruz; Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Metin Hülagü, tarih belgelerindeki Abdülhamid’e ait mal varlıklarının ayrıntılarını açıklamış. Bu açıklamadan özet verelim: “Elimize yeni geçen bazı arşiv belgelerine göre 2. Abdülhamid’in, Almanların German Bank İstanbul Şubesi, Deutsch Bank of Berlin, The Reichs Banks; İngilizlerin The Bank of England; Amerikalıların New York Bank ile Fransa’da bilinmeyen bir bankada 250 milyon dolara yakın parası bulunuyordu.”
“2. Abdülhamid, İstanbul Borsası’nda Ermeni danışmanları aracılığı ile para kazanıyor. Padişah; 1903’te dünyanın en zengin 3’üncü kişisi. Ciddi serveti olduğu arşiv kayıtlarından anlaşılıyor.”
“Padişah; Alman Kayzeri 2. Wilheim aracılığı ile paralarının büyük kısmını Alman bankalara yatırıyor.”
Sayın Hülagü’nün verdiği bilgilere göre, Padişahın bunlara ek olarak Osmanlı topraklarının farlı bölgelerinde çok sayıda taşınmazı vardı. 2. Abdülhamid’in bu büyük servete nasıl ulaştığını anlamak için tekelci Alman sermayesinin Osmanlı ülkesini nasıl sömürdüğünün hikâyesini bilmek lazım.
PAYLAŞIM SAVAŞI
1880’e gelindiğinde Osmanlı devletinin kapladığı alanlar hâlâ oldukça genişti. Bu topraklar petrol ve diğer doğal kaynaklar bakımından oldukça zengindi. Ayrıca, sanayileşmiş ülkeler için de iyi bir pazardı. 1880’lere kadar Osmanlı Devleti’ni boyunduruk altına almak ve sömürmek için birbirleri ile mücadele eden rakipler vardı: İngiltere, Fransa ve Rusya. Alman sermayesinin dünyanın paylaşılmasında emperyalist bir güç olarak ortaya çıkması İngiltere ve Fransa’dan sonradır. Bu tarihlerde, Fransa ve İngiltere Osmanlı’nın ekonomik merkezlerini tamamen, siyasal merkezlerini ise kısmen egemenlikleri altına almayı ve Türkiye’yi yarı sömürge haline getirmeyi başarmışlardı. Sıra Almanya’daydı. Bu tarihten sonra rakip güçler arasında başlayan paylaşım mücadelesi I. Cihan Harbi ile devam etti.
ALMANYA DEVREDE
Osmanlı’nın durumu Lenin’in şu sözlerinde anlattığı gibiydi: “Mali sermaye o denli güçlüdür ve bütün milletlerarası ekonomik ilişkilerde o denli belirleyici bir iktidardır ki, siyasal bağımsızlığa bütünüyle sahip olan ülkeleri dahi kendine tabi kılabilir ve uygulamada da bunu başarmıştır.”
Almanya’nın sömürgecilik politikasını “barışçı yayılma” olarak tanımlayabiliriz. Osmanlı’nın toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını, hatta savunmasına katkıda bulunmak için askeri yardım ve işbirliği yapabileceklerini, Osmanlı topraklarında yeni yatırımlar yaparak ülkenin gelişmesine katkıda bulunabileceklerini söyleyerek sömürü düzenini kurmuşlardı.
Alman sermayesinin Osmanlı Devleti’ni sömürme amacını üç koldan gerçekleştirdi: Osmanlı ordusunun eğitilmesi amacıyla bir Alman askeri heyetinin görevlendirilmesi; Alman silâh sanayiin Osmanlı devletine çok miktarda silâh satması; Deutsche Bank kanalıyla Anadolu demiryollarının yapımı için imtiyaz alınması.
ALMAN ASKERİ HEYETİ DEVREDE
İlk olarak, 1882 Mayıs’ında Albay von Kaehler yönetiminde bir Alman askeri heyeti İstanbul’a gelir. Kaehler’in 1885 yılında ölmesinden sonra daha sonra mareşalliğe kadar yükselecek olan von der Goltz askeri eğitim sorumlusu olarak görevi devir alır.
Von der Goltz saraya çok yakınlaşır. O kadar yakınlaşır ki, Abdülhamid’in sırlarını kurnazlıkla öğrenmiş ve önemli siyasal konular üzerindeki gizli askeri sırları Alman Dışişleri Bakanlığı’na ve Genelkurmay Başkanlığı’na bildirmiştir.
Alman silah sanayiinin Osmanlı devleti içinde tekel durumuna gelmesi Goltz’un gayretleri ve saray ile olan ilişkileri sayesinde oldu. Goltz’un ilk yaptığı işlerden birisi Krupp ailesinin toplarını saraya kabul ettirmek oldu. 1886 yılında Osmanlı İmparatorluğu Krupp’dan 426 sahra topu ve 60 havan topu aldı.
Alman askeri heyetinin ısrarları sonucu Osmanlı ordusunun yeniden silahlandırılması kabul edildi. Bu amaçla yarım milyon tüfek 1887 yılında Mauser ve Loewe isimli silah fabrikalarından satın alındı.
II. Wilhelm’in İstanbul’da Abdülhamid’i ziyaretinden sonra, bu rakamlar çok büyüdü; binin üzerinde Krupp topu ve binlerce tüfek daha Osmanlı ordusu envanterine girdi.
Almanya’ya milyonlarca mark para ödendi. Bu paraları da Osmanlı devleti Deutsche Bank’tan yüksek faizli kredi şeklinde temin etti. Hem Alman sanayii kazandı hem Deutsche Bank…
DEMİR YOLU İMTİYAZLARI
1888 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ve Asya topraklarındaki demiryolları Fransız ve İngiliz sermayesinin egemenliği altındaydı. Wilhelm’in, Abdülhamid’i ziyaretinin ve Deutsche Bank temsilcilerinin İstanbul’da gösterdikleri yoğun faaliyetler sonucu dört yıl sonra durum değişti. Alman sermayesinin imtiyazını aldığı demiryolu uzunluğu 2 bin kilometre’yi geçti. Bu imtiyaz demiryolu hattı boyunca 20 kilometre enindeki bir şerit içinde kalan toprak altı zenginliklerinin çıkarılma ve ağaç kesme hakkını da içeriyordu. Alman şirketlerinin kârlarının padişah önündeki savunuculuğunu da bizzat II. Wilhelm yapıyordu.
Osmanlı devleti demiryolunu yapacak olan şirkete kilometre teminatı olarak 15 bin 500 frank veriyordu. Devlet Deutcshe Bank’a sürekli borçlanıyordu ve borçlar karşılığında Konya, Sivas, Ankara ovalarının ‘aşar’ vergileri rehin olarak verilmişti. Anadolu’nun yoksul köylüsünden mültezimler tarafından toplanan vergiler Alman sermayesini büyüttü ve Abdülhamid’i zamanın en zengin 3. kişisi yaptı.
Kaba bir değerlendirme yapacak olursak, Almanya’nın silah devleri, dolaylı yayılma yöntemleri uygulayarak, özellikle sermaye ihraç ederek, ekonomik ve siyasi açıdan Osmanlı İmparatorluğu’nu büyük ölçüde sömürdü.
Bu sömürü sonucu, Anadolu halkı daha da yoksullaştı ama başta Padişah Abdülhamid olmak üzere İstanbul’daki yetkililer zenginleşti. Abdülhamid o kadar zenginleşti ki o artık “Ulu Hakan” olmuştu.
Prof. Dr. EYÜP KARAKAŞ – 5.4.2018
Yazıları posta kutunda oku