ÇAKAL SÜRÜSÜ
Hüseyin MÜMTAZ
Her zaman öyle olmuştur.
“Konu” aklıma düşünce masaya oturmadan önce “başlığı” düşünürüm. “Yazı”nın en sıkıntılı sürecidir. Bazen birkaç saat, bazen günler sürer. Sonra…birden bir ışık yanar, konuya cuk oturan o başlık bulununca da “yazı zaten kendini yazar”.
Bu sefer de öyle oldu.
Önce “Kurtlar Sofrası”nı düşündüm. Ama hemen vazgeçtim, “KURT”lara ayıp olacaktı.
Çakal veya sırtlan arasında epey kararsız kaldıktan sonra son elemeyi çakal geçti.
Güney sınırımız işte aynen öyle…
Her cinsten ve kılıktan yaratık dört dönüyor ama kimin ne yaptığı belli değil.
Uyku tutmuyor. Bu gece de üç-beş nöbetinde bilgisayar başında iken şu üç haber ekrana aynı anda ve alt alta düşüverdi.
Trump; “ABD olarak çok yakında Suriye’den çıkacağız. Biraz da diğer ülkeler oradaki kaosla ilgilensin” dedikten sonra “Suriye’de DEAŞ’ın yenildiği, artık ABD sınırlarının korunması gerektiği” ile devam etti.
Lavrov; “Suriyeli Kürtlerle ilişkilerimiz, Irak, İran Türkiye gibi diğer ülkelerde toplumun bir parçası olarak yaşayan Kürtlerle de olduğu gibi değişmedi. Kürt halkı olmadan bu bölgede, Kürtlerin yaşadığı ülkelerin topraklarında hiçbir ihtilafın çözülemeyeceğine inanıyoruz” dedi.
Ve Macron, Salih Müslim’in de çatısı altında faaliyet gösterdiği TEV-DEM’in Eş Başkanı Asya Abdullah’ın da aralarında bulunduğu bir heyeti Elysee Sarayı’nda kabul etti. Fransa’nın Menbiç’e asker göndereceği belirtilirken Macron’un terör örgütü YPG’ye destek garantisi verdiği ve “Türkiye ile YPG arasında arabuluculuk yaparız” dediği bombası patlatıldı.
Hemen arkasından ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, Ankara’yı Irak’taki her türlü operasyon için Bağdat’ın onayını almaya çağırırken, Trump’ın ‘Suriye’den çok yakında çekileceğiz’ açıklamasıyla ilgili olarak da “Açıklamayı görmedim” diyor. Aynı anda bir “düzeltme tanzimi” de Fransa’dan geldi; Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan “bir kaynak”, “Fransa’nın Kuzey Suriye’de uluslararası IŞİD’le mücadele koalisyonun faaliyetlerinden başka yeni bir askeri operasyon düzenleme amacında olmadığını” duyurdu.
Ve bölgenin “parlayan yıldızı” Bin Salman ABD’ye yaptığı ziyarette Wall Street Journal’a verdiği röportajda “İran’la askeri bir çatışmayı önlemek için başarılı olmalıyız. Eğer İran’a baskı artmazsa, önümüzdeki 10-15 yıl içinde muhtemelen İran’la bir savaş yapacağız” dedi.
(Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Salman’ın, sanal âleme düştüğü söylenilen; “Müttefikler istedi diye komünizmi durdurmak için Vahabiliği yaydık” sözü gerçek mi acaba?)
Sizce de külahımızı önümüze koyup kara kara düşünmemiz, her şeyi en baştan ve yeniden gözden geçirmemiz gerekmiyor mu?
Neydi Ortadoğu, Suriye, Irak politikamız?
Kim dost, kim düşman?
“En büyük müttefikimiz” Lavrov’a dikkat ettiniz mi? Diplomatik dille ama isim de vererek “dört parçalı Kürdistan” dan bahsediyor. “Kürt halkı olmadan bu bölgede, Kürtlerin yaşadığı ülkelerin topraklarında hiçbir ihtilafın çözülemeyeceğine inanıyoruz” diyor.
Eş zamanlı olarak Filistin topraklarının İsrail tarafından gasp edilmesini protesto amaçlı düzenlenen dev ‘Büyük Dönüş’ yürüyüşü için İsrail sınırında toplanan Filistinliler’e saldıran İsrail askerleri 17 kişiyi öldürüp 1500 kişiyi de yaralıyorlar.
Katliam yapıyorlar.
Türkiye’nin “zarar vereceği” sivilleri neredeyse dürbünle gözetleyen AB-D, BM ve diğerleri kılını kıpırdatmıyor, “dişe dokunur” bir tepki vermiyor.
“Dışarısı” böyle karmakarışık da “biz” nasılız?
Bizim de kafamız hafif karışık galiba.
Aydıntaşbaş El-Bab’dan bahsederken; “Kendi elimizle Afganistan kuruyoruz” diyor; “Söz ettiğim, IŞİD’den temizlendikten sonra son bir yıldır tamamen Türkiye kontrolündeki bölge… Gaziantep ve Kilis belediyeleri ve AFAD’ın katkılarıyla bir yıldır buralara gıda, çöp toplama, elektrik, inşaat gibi hizmetler götürülüyor ve 140 bin Suriyeli bu bölgeye yerleştirildi. Ancak ortaya çıkan tablo, sınırlarımızın dibinde kendi elimizle Peşaver benzeri radikal İslamcı bir coğrafya oluşturduğumuzu gösteriyor. Ankara orada bir yerel konseyin kurulmasına önayak oldu ve yerel liderler atadı” diyor.
Habertürk televizyonunun 27 Mart tarihli Afrin Özel yayınında konuşan Afrinliler “Özgür Suriye Ordusu talan etti” diyor, çevirmen dönüp “YPG” diye anlatıyor.
AFP; “Afrin’in alınmasının ardından ÖSO, dükkanları ve evleri yağmaladı” haberini geçiyor; hemen arkasından Afrin’de ÖSO gruplarından Hamza Tugayı üyelerinin, Ahrar’uş Şarkiye’ye bağlı bir kişiye suikast düzenlemesinin ardından iki grup arasında ganimet çatışması yaşandığı ve en az 10 ölü olduğu belirtiliyor…
Ve…
“ÖSO, Türkiye’den ‘gazilik’ ve ‘şehitlik’ unvanı istiyor”.
www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/950829/OSO__Turkiye_den__gazilik__ve__sehitlik__unvani_istiyor.html
Konu, düşünce ufkumun ve kalemimin sınırlarını zorluyor. Yorum yapamıyorum.
Aynı gecenin sabahında önce Siirt Eruh’dan acı haber geliyor. Ormanardı üs bölgesinde PKK’lı teröristler tarafından düzenlenen saldırıda ilk belirlemelere göre 5 askerin şehit olduğu, 7 askerin de yaralandığı belirtiliyor; Şırnak’ın İkizce köyü bölgesinde yolda mayın ve patlayıcı araması yapan askerlere PKK’lı teröristler tarafından düzenlenen roketatarlı saldırıda, 1 asker hafif yaralanıyor.
Ama hemen ardından Siirt ile ilgili bir “düzeltme” yapılıyor; Ormanardı üs bölgesine PKK’lı teröristler tarafından düzenlenen saldırıda 5 askerin değil, 6 korucunun şehit olduğu, 3 korucu ve 4 askerin de yaralandığı açıklanıyor…
Sınır ötesindeki harekât devamınca saat başı “etkisiz hâle getirilen” terörist sayısını neredeyse ismen verebilen AA, “sınır içinde” neden böyle özensiz davranıyor? İrtibat kopukluğu, bilgisiz ve özensizliğin nedeni nedir?
Yazıyı bitirmeye hazırlanırken ekrana düşen iki “Müslüman” Arap Prensin, Leonardo da Vinci’ye mal edilen ve “Hristiyan Peygamberi” İsa’yı temsil eden ‘Salvator Mundi’ (Dünyanın Kurtarıcısı) tablosunu açık arttırmada kapışarak 450 milyon dolar gibi rekor fiyata satın almaları “hâdisesi” ise zamanın, olup bitenlerin ve içinde yaşadığımız coğrafyanın emsalsiz bir karikatürü idi.
Kısaca bölge tam bir cadı kazanı. Ateşler içinde. Patlamaya hazır bomba.
Kim kimin yanında, kim dost, kim düşman. At izi it izine karışmış, kimin elinin kimin cebinde olduğu belli değil.
Sırtlanlar sofraya oturmuş, çakallar etrafta gezip fırsat kolluyor.
TSK’nın ve Tankların “Kızıl Elma” yolu badirelerle, dik yokuşlarla, dikenli çitlerle dolu.
31 Mart 2018
Bir yanıt yazın