G.O.R.A. gezegeninde yaşadığı maceradan sonra dünyaya dönen Arif Işık yıldızlararası yolculuğun getirdiği popülarite ile halı-kilim-travel kapsamındaki tüccarlık meziyetlerini geliştirerek Zihni Sinir edası ve cin fikirleri ile yaşamına devam etmektedir. Gezegenler arası dostlarından Garavel Usta ile bir akşam keyif sofrasındayken beklenmedik bir şekilde Robot 216 bir uzay aracılığıyla dünyaya iniş yapar. Kemal Sunal’ın Japon İşi filminde olduğu gibi bir paketten çıkan robotu birleştirdikten sonra hayat bulan ve çok uzaklardan gelen Robot 216’nın dünyaya geliş amacı gerçek bir insan gibi yaşamak, aşık olmak, gülmek ve ağlamak isteğidir. Arif, Robot 216’nın bu istekleri karşısında ne yapacağını düşünürken kendisini 216 ile birlikte kazara 1960’lı yılların Türk filmlerinde anlatılan bir mahallesinde bulur. Yoksul ama iyi insanların yaşadığı bu mahallede yolları kör bir genç kız olan Pembeşeker ile kesişir ve Robot 216 ona aşık olur. Bu sırada bir oyuncakçı olan Besim’in Robot 216’yı keşfedip onun üzerinden para kazanma hırsı coşunca olaylar farklı bir boyuta ulaşır. Sonrasında ise hikaye iyiler ile kötülerin birbirine karşı verdiği bir mücadeleye dönüşür.
Cem Yılmaz’dan Bir İyilik Güzellemesi
Senaryosunu Cem Yılmaz’ın yazdığı, yönetmenliğini Kıvanç Baruönü’nün yaptığı “G.O.R.A.” ve “A.R.O.G.” filmlerinin devamı diyebileceğimiz “Arif v 216” özetlemek gerekirse Cem Yılmaz’ın bir iyilik güzellemesi. Ancak başıma taş yağacak belki ama bu güzelleme denemesi fazlaca abartılmıyor mu?
Kiminin “Cem Yılmaz’ın en iyi filmi” olarak nitelendirdiği kiminin “nostaljik bir füzyon” olarak tanımladığı bu filme dair yazılanları okuduğum kadarıyla herkes filmde çok güldüğünü anlatıyor da ben film boyunca bir tebessüm dahi edemedim. Hayır, hayır; Cem Yılmaz’ın stand-up’larında söylediği gibi gülmemek üzere kendini şartlamış o kasıntı tiplerden değilim. Ancak biletimi alarak tamamı dolu olan bir salonda filmi seyretmiş biri olarak herkesin bu kadar övgüyle bahsettiği filmden hayal kırıklığıyla çıktığımı söylemeliyim. Belki de sorun bendeydi, film modunda değilmişim belli ki…
Aslında tam da yaşadığımız bu zamanlarda daha iyi bir dünyanın mümkün olabileceğini bize anlatan birilerine çok ihtiyacımız olduğunu kabul ediyorum. Cem Yılmaz da senaryolaştırdığı fantastik dünyasında bu davayı kendisine görev edinmiş, takdir ediyorum. Fakat bu güzelleme ne yazık ki bir insanın içini kıpır kıpır eden “Amélie” filmi gibi salondan çıktıktan sonra pembe gözlüklerle sokağa adım atabileceğim bir motivasyon sağlamıyor. Bu güzelleme öyle bir şey ki; “iyi insanlar yalnızca filmlerde mi olur Arif?” sorusunu havada bırakıyor.
Yeşilçam’a Saygı Duruşu
Bunun yanı sıra Cem Yılmaz’ın filmdeki Yeşilçam hassasiyetini göz ardı edemem. Son dönem filmlerinde de benzer bir tavır göstermişti. Yine “Pek Yakında” filmi de “Arif v 216” gibi Yeşilçam’a saygı duruş niteliğindeydi ve bu yaklaşımını çok sevmiştim. Fakat “Arif v 216”da bu yaklaşım ve nostalji bana aynı samimiyeti hissettirmedi, fazlaca zorlama ve yapay geldi. Dolayısıyla bu nostalji duygusunu sahiplenemedim.
Ayrıca “Arif v 216”, Yeşilçam nostaljisinin o naif örneklerinden tutun da son dönem Türk sineması ve Mad Max, Blade Runner ve The Bad Batch gibi filmlerin distopyası ve hatta 80’ler hayatımıza giren o efsane “Ziyaretçiler” dizisine varan pek çok yerli ve yabancı filme yaptığı göndermelerle o kadar dolu ki insan filmin özgünlüğünden ziyade mizansen göndermelerine odaklanmak zorunda kalıyor. Detayları, mizahı, diyalogları, renkleri ve Cem Yılmaz’ın o fantastik dünyasına dair atmosferi insanın ruhunu temize çekecek bir sıcaklık vermek yerine kaotik bir film seyrine dönüşmesine sebep oluyor.
Arif v 216’yı seyredenler içinde “G.O.R.A.” ve “A.R.O.G.” filmlerini sevmemelerine karşın bu filmde çok eğlendiklerini, filmi anlaşılır ve naif bulduklarını söyleyen dostlarım var. Ben de aksine “G.O.R.A.”yı o kadar çok sevmiştim ki, yanlış hatırlamıyorsam zamanında 40-50 TL vererek DVD’si çıkar çıkmaz alıp arşivlemiş biriyim. Keza Cem Yılmaz’ın “Her Şey Çok Güzel Olacak”, “Hokkabaz”, “Şahane Misafir” ve hatta “Ali Baba ve 7 Cüceler” filmlerine varana dek hepsini severek izlemiştim. Fakat bu kadar sinkaflı diyaloğun geçtiği bir filmi ben “naif” olarak nitelendiremeyeceğim. Bakın sorunlu senaryosuna rağmen “İftarlık Gazoz” flmi naifti. Fakat aynı şeyi “Arif v 216” için söyleyemeyeceğim. Bu kadar sinkaflı cümleyi ve espriyi Şahan Gökbakar yapınca kızıyoruz da Cem Yılmaz yapınca baş tacı mı ediyoruz diye sordum kendi kendime.
Yine filmin sadece Çağlar Çorumlu’nun Zeki Müren canlandırması için izlenebileceğini düşünenler var. Çağlar Çorumlu çok sevdiğim bir oyuncu. Fakat onun bu performansını Güldür Güldür Show’dan da zaten biliyoruz. Evet hak veriyorum, performansı ve oyunculuğu çok iyi fakat filmde Zeki Müren’i mi yoksa Austin Powers mizanseni mi seyrettim emin olamadım…
Netice olarak; evet “Arif v 216” zamanda yolculuğa çıkaran bol karakterli bir film. Bu fikir bana Sinan Çetin’in Bay E filmini hatırlattı. Bir dolu popüler isimle bir hikaye yaratma çabası. Film “gülmek” odaklı izlenen, nihayetinde “ya neydi unuttum ama biz çok güldük gerçekten valla be abi çok komikti” şeklinde anlatılabilecek bir Cem Yılmaz işi. Bunun dışında “iyi olma” yolunda insanları kışkırtacak çok fazla bir motivasyon yüklemiyor. Bu arada hiç tebessüm etmediğimi söylemiştim ya, biraz abartmışım. Her ne kadar Serhat Bedük’ün Automatik klibini anımsatsa da filmde Arif v 216’nın ip üstündeki Adnan Şenses’e gönderme yaptıkları “Usta Priva, Naşti Kovala” dizeleriyle başladıkları dans sahnesinde eğlendiğimi itiraf ediyorum. O çok orjinaldi…
Mehmet Erduğan
[email protected]
Bir yanıt yazın