Hasan Celal Güzel ve Osmanlı Arşivi
Alaeddin Yalçınkaya
Hasan Celal Güzel’in arkasından yazılanları gördükçe, bu kıymetli devlet, siyaset ve fikir adamının daha ne büyük hizmetleri olmuş, diyoruz. Her kesimi kucaklayan, temel sorunlarda ülkenin, halkın gerçeklerini görüp değerlendirebilen, dâhiyâne çözümler ve uygulamaların önünü açabilen enerjik bir insan!
Siyasete vedâ ettikten sonra vefatına kadar yayınladığı Yeni Türkiye dergisi, akademisyenleri, araştırmacıları, düşünenleri bir araya getirme, harmanlama, düşünce ve önerileri kalıcı hale getirme bakımından büyük bir gayret ve fedakârlığın ürünüdür. Zaman zaman özel sayılara yazı konusunda görüşürdük. En son dört cilt halinde yayınladığı İslam Dünyası Özel Sayısı (C.1) için “Sömürgeci Politikalarda İslâm Mezhepleri Stratejisi” (ss.203-217) başlıklı yazım üzerine, rahatsızlığına rağmen konunun ehemmiyetini dile getiren bir cevap yazmıştı. Özellikle oryantalist ve emperyalist politikalar üzerinden doğrudan İslâma saldırma yerine mezhepler, tarikatlar, meşayih ve İslam medeniyetinin her devirde medâr-ı iftiharı durumundaki âlimleri hedef tahtasına oturtmanın arkasındaki gizli projeler konusunda daha geniş çaplı çalışmalar yapmamız gerektiğine işaret etmişti. Başta Cemaleddin Efgani olmak üzere yakın dönem reformistlerinin gerçek yüzlerini ele almıştık. Onun hasta yatağından ilettiği temennilerininin gereğini yerine getirmeye, bu konuda üzerimize düşeni yapmaya çalışacağımı bu vesile ile belirteyim.
38 yaşında Türkiye’nin en genç Başbakanlık müsteşarı olarak Hasan Celal Güzel’in pek çok kimsenin farkında olmadığı büyük bir hizmetinden, eserinden bahsederek hayırla yâd edelim. Ermeni ASALA saldırıları durup PKK olarak yeni kılıkla terörist faaliyetlere geçilirken aynı zamanda birçok ülke nezdinde diplomatik taarruz başlatılmıştı. ABD yönetimi, Ermeni soykırımcıların baskıları karşısında, arşivler aracılığıyla sorunu halletmeyi düşünmüştü. Yıllarca süren temaslardan sonra 1986’da ABD’nin talebi “ya Osmanlı arşivlerini aç, belgeleri ortaya koy, Osmanlıca bilen eleman bulamıyorsan zimmet karşılığı belgeleri biz ver, gereğini yapalım..” olmuştu.
Başbakan Özal ve müsteşarı Güzel, Türkiye’nin o günkü bürokratik-ideolojik direncine karşın bu baskıyı büyük bir fırsata çevirmiş, Osmanlı gerçeğinin ortaya çıkması için dev bir adım atmıştı. Öncelikle bina sorununu çözmüş, Sultanahmet’teki Özel idareye bağlı iki bloku tahsis etmişti. Osmanlıca bilen eleman yetersiz olduğu halde o günkü şartlarda oldukça câzip özlük halklarıyla her seferinde yüzlerce elemanın alındığı kadrolar ihdas edilmişti. Üniversiteyi bitirdikten sonra hayalimizdeki yerler için sınavlara hazırlanırken, Osmanlıcamız yetersiz olduğu halde tecrübe kazanmak için arşive de başvurduk. Sınav komisyonu başkanı merhum İsmet Miroğlu, beni görünce heyecanla “bir de Osmanlıca bilen eleman bulamazsınız derler, işte SBF mezunu bile Osmanlıca biliyor ve başvuruyor” demişti. Gerçekten de birkaç hafta içinde belgeleri rahatlıkla okuyup anlar hale geldim. 9 sene boyunca Osmanlı Arşivi’nde tasnif elemanı olarak görev yaparken, aynı zamanda arşiv danışma kurulu üyesi olan değerli hocam M.Şükrü Hanioğlu’nun tavsiyesiyle, idari kadro hedefimden vazgeçerek akademiye, lisansüstü eğitime yöneldim. Osmanlı Arşivi belgelerini kullanarak “Cemaleddin Efgâni”yi yüksek lisans, “Sömürgecilik-Panislam Işığında Türkistan”ı doktora tez konusu olarak ele aldım. Hasan Celal Güzel’in son derece memnun kalarak dergisinde yayınladığı mezkur makalem de aslında onun arşiv eserinin dolaylı bir sonucuydu.
Ben arşivde göreve başladığımda merhum, müsteşarlıktan ayrılmış, siyasete atılmıştı. Ancak işler karıştıkça, sorunlar sürüncemede kaldıkça bizden kıdemli elemanların “keşke Hasan Celal Güzel, müsteşarlığı bırakmasaydı” hayıflanmalarını her fırsatta duyardık. Kadro, bina, özlük haklar, diğer ihtiyaçlar konusunda hiçbir cömertlikten kaçınmadığı gibi arşive her gelişinde heyecan, muhabbet ve enerji dolu kucaklaşmaları şiir gibi anlatılırdı. Arşivde çalışma şartları gittikçe câzibesini kaybettiği halde, temel kurumlara ait belgelerin hemen tamamı bugün tasnif edilmiş, önemli bir kısmı internet üzerinden ulaşılabilir hale gelmiştir. Yine temel konularda nice belge kitapları yayınlanmıştır.
Osmanlı arşivi beş asra yakın Gülhane Parkı’nın karşısında vilâyet bahçesinde, günümüzde dahi anlaşılamayan tekniklerle Hazine-i Evrak’ta bozulmadan, nemlenmeden, çürümeden muhafaza edilmiştir. Ben doktora tezimi verip üniversiteye geçtikten sonra tasnif ve araştırma binası, “High Sophia Hotel” (Ayasofya değil!) adıyla otel haline gelmiştir. Yıllarımızı ve gönlümüzü verdiğimiz bu hizmet binasının bu isimle turistlere tahsis edilmesi, her önünden geçtiğimde gözlerimin yaşarmasına sebep olur. Bazı çalışanların, “arşivin sur içinden, yani Sultanahmet’ten sur dışına, Kağıthane’ye taşınma tarihi olarak 21 Nisan-29 Mayıs’ın aynı zamanda İstanbul’un fethinin başlangıç ve bitiş tarihleridir” yorumlarını biraz zorlama kabul ederim. Bununla beraber Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanları içine alan altı asırlık büyük medeniyet çerçevesinde, Türkiye ve dünya tarihi, sosyolojisi, edebiyatı, diplomasisi gibi sosyal bilimlerin temelini oluşturan bu dev mirasın, yine sur içinde kendi tarihi kokusuyla muhafaza edilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Böylece arşivde çalışmalar, daha anlamlı, kolay, ulaşılabilir olacağı gibi alanın tarih ve medeniyet kokusuyla arşivde araştırma yapmak daha cazip hale gelecektir. Asırlarca muhafaza edilmiş belgelerin en gelişmiş teknolojik imkanlarla inşa edildiği söylenen yeni depolara nakli ertesinde iki yılda rutubetlenmesinden sonra alınan tedbirler ayrı bir konu. Civar üniversitelerden bir iki saatliğine Sultanahmet’e gelebilen hocalar, yeni binaya pek gidemediklerini söylerler.
Hasan Celal Güzel’i rahmetle anarken, Osmanlı Arşivi’nin yeniden asli mekanına ve makamına getirilmesini, Vilâyetteki emniyet birimleri boşaldığına göre bütün bu alanın kültür, bilim, sanat ve araştırmaya ayrılmasını temenni ediyorum. Oteller veya başka merkezler için Kağıthane veya diğer muhitlerde çok daha kullanılışlı mekanlar bulunabilir.
Öncevatan, 26 Mart 2018
Bir yanıt yazın