Kanser, “çağın hastalığı” deniliyor. Sadece ülkemizde değil, dünyanın hemen her köşesinde kanser hastalığı yaygınlaşıyor. Ancak, Türkiye ve bazı ülkelerde kanser hastalığının daha da artmakta olduğunu görüyoruz.
Neden?
Çünkü yenip, içilen kötü, hileli, bozuk ve hormonlu besinler birer kanser yapıcısıdır da ondan. Gelişmiş ülkeler, tehlikeli gıdalardan uzaklaşma mücadelesi veriyor. Önlem alıyor.
Bizde ise, bu konularda beklenen ve tüm uyarılara rağmen alınamayan önlemler ne yazıktır ki kansere davetiye çıkarıyor.
Kanser konusunda uzmanlar sürekli uyarı yapmasına rağmen, piyasalar hileli ve kanserojen yapan gıdalardan geçilmiyor. Daha köklü ve ciddi önlemlerin alınması gerekiyor. Gıda güvenliğinin kanserle olan ilişkisi bilindiği halde gıda güvenliği konusunda sınıfta kaldığımızı da söylemeliyiz.
Özetle, bu konuda devlet önemli işler düşmektedir. Dikkat edilecek olursa sofralarımız kanserojen yapan gıdalarla sürekli kirleniyor. Daha ciddi ve sıkı kontrol, gıda güvenliğinin sağlanması konusunda daha ciddi adımların atılması gerektiğini bir kez daha anımsatmak istiyoruz.
Son olarak şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ile şekere olan ihtiyacın kansere yol açan nişasta bazlı şeker kullanımını yaygınlaştıracağı söylentileri çağımızın bu amansız hastalığının önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bunu da bir gıda güvenliği meselesi olarak öne çıkarmak durumundayız.
Geçenlerde değerli hocamız Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, “Gıda güvenliği yoksa kanser var” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Son derece önemsediğimiz bu yazının ilk bölümünü sizlerle paylaşmak istedik:
“LÜTFEN kafamızı kuma gömmeyi bırakıp şu gerçeği hepimiz kabul edelim: Bir ‘kanser salgını’ sorunumuz var! Hem de ciddi ölçüde. Üstelik sorun sadece bizim sorunumuz da değil. Küresel bir sorun. Birinci ve öncelikli nedeninin de “yiyip içtiklerimiz” olduğundan hiçbirimizin şüphesi yok. Evet kanserde genetiğin de rolü var. Evet başta sigara olmak üzere alkol ve diğer kötü alışkanlıklar da birer kanser tetikçisi. Ama problemin neredeyse yarıya yakınının yiyip içtiğimiz kötü, hileli, bozuk, hormonlu besinlerden kaynaklandığını da çok iyi biliyoruz. Ayrıca şeker ve beyaz un tüketiminin tavan yapması, nişasta bazlı früktoz gibi bir zehrin neredeyse çorbalarımıza bile girmesi, gıdalarımızın genetiği ile oynanması, içlerine hormon, antibiyotik, zirai kimyasalların karıştırılması da çok ama çok mühim nedenler. Sefer Levent’in Hürriyet Ekonomi’de yazdığı gibi sofralarımız hızla kirleniyor. O güzelim geleneksel ve sağlıklı sofralar çaktırmadan ‘kurtlar sofrası’ haline getiriliyor. Kemik tozundan peynir yapanlar, sütsüz dondurmaları çocuklara satanlar, sebzenin, meyvenin, etin, tavuğun, yoğurdun doğal yapısını bozanlar, dönere iç organ, hayvan tırnağı katanlar ortalıkta cirit atıyor. Özetle “GIDA GÜVENLİĞİ MESELESİ” bir “KANSER MESELESİ” hâline gelmiş durumda. Lütfen devlet bu işe daha ciddi şekilde el koysun. Arada bir yuttuğumuz ilaçları didik didik ettikten sonra ruhsat veren resmi otoriteler, sağlığımızı tehdit eden gıdaların üretimi konusuna da bir el atsın. Sevindirici haber şu: Konuya cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da müdahale etmek ihtiyacı duydu. Cumhurbaşkanımızın müdahalesi yerinde ve sevindirici.”
necdetbuluz@gmail.com
www.facebook.com/necdet.buluz