Başkan D.Trump’ın ABD Ulusal Strateji Belgesinde ifadesini bulan;
Rekabetin her zaman düşmanlık anlamına gelmediği ve kaçınılmaz çatışmalara yol açmayacağı,
Ancak kimsenin ABD’nin küresel çıkarlarını savunma taahhütünden şüphe duymaması siyasetinin gerekleri işliyor…
*
ABD bu vizyonla Ortadoğu’da,
İsrail ve Filistin arasında barışı sağlamaya:
Bilhassa Müslüman Kardeşler Örgütü’nün uydurma İslamcı İdeolojisini ve IŞİD benzeri İslamcı terör örgütlerini ortadan kaldırmaya:
Suriye trajedisine siyasal çözüm bulmaya:
İran’ın nükleer bomba kullanma olasılığını engellemeye çalışıyor…
*
Türkiye’ de ise Recep Tayyip Erdoğan,
1- Müslüman Kardeşler Örgütünün hamisi olmakla,
2- Küresel ekonomi ve siyasetin vecibelerine uymamakla itham ediliyor.
Bu nedenle Türkiye ekonomik ve siyasal anlamda engelleniyor…
*
Türkiye bir süredir, adı konulmadan küresel sistemin ekonomik ve siyasal santrifüj kuvvetleriyle sarsılıyor.
Ekonomik anlamda yeniden küresel sistemin istisnaî ekonomik ve siyasi gücünü hissederek ekonomik ve siyasi kararlılığını pekiştirmesi,
IMF’in denetiminde yapısal bir dizi reformlardan geçerek borc akışını düzene sokması,
Ardından yeniden küresel ekonomiye entegre olması öngörülüyor…
*
Halbuki Türkiye çağdaş uygarlığa yükselme yolunda 1963′ te Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık anlaşması imzalamıştır.
2005’te AB müktesabatına uyum sağlamak üzere;
Siyasi anlamda Hukukun üstünlüğünü: İnsan hakları ve azınlıklara saygıyı : Demokrasiyi garanti altına alan kurumsal istikrarı,
Ekonomik anlamda İşleyen bir pazar ekonomisini: Avrupa Birliği’nin siyasi, ekonomik ve parasal birlik amaçlarına bağlılık esaslarını yerine getirmeyi,
Böylece katılma hakkını kazanmayı amaç edinmiştir.
*
Ancak bilhassa 20 Temmuz 2016’dan sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkca İslamcılığın şampiyonu olarak kendini yeniden icat etmeye çalışmakla,
Batı’nın temsil ettiği çağdaş uygarlığın tüm Müslümanlara karşı düşmanlığı olduğunu iddia ettiği şeylerden dolayı gözyaşı dökmekle,
Arap dünyasında hayranlık kazanabilmek için Türkiye’nin gurur verici laik geleneklerini bir bir geri almakta olmakla,
Ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni teşvik etmekle itham ediliyor.
*
Türkiye’nin Erdoğan’ın Anayasa değişikliği ve totaliter güce kavuşması ile bir zamanlar izinden gittiği Batılı örneklere veda ettiği,
Ülkenin şimdiye kadar görülmemiş biçimde bölünme aşamasında olduğu kaydediliyor.
*
Ekonomi sorunlarının başında Liradaki değer kaybı: Yüksek enflasyon: Artan işsizlik: Ekonomik büyüme konularına işaret ediliyor.
Doğrusu dış finansman ihtiyacı ve riskleri yüksek olan Türkiye ekonomisinden döviz çıkışı olması;
Her daim kurların daha da yükselmesine, faizlerin arttırılmasına bir tehdit oluşturuyor.
*
Ama bütün bunların 15 Temmuz 2016’daki askeri darbenin acı verici deneyimine,
Erdoğan’ın 20 Temmuz’dan itibaren orantısız tepki vermesinden kaynaklandığı vurgulanıyor.
Erdoğan aldığı önlemlerin bir çoğunu, eleştirileri zayıflatma ve iktidarı tek başına ele geçirme amacına hizmet etmek üzere oluşturduğu OHAL uygulaması altında yaptığına işaret ediliyor.
*
Halbuki, AB’ye üye ülkelerin ekonomik ve parasal birliğe katılabilmesinin koşullarını belirleyen Maastricht Kriterleri;
Devlet borçlarının GSYH’ya oranının yüzde 60′ ını, bütçe açığının GSYH’ya oranının yüzde 3’ü geçmemesini:
Aday ülkenin yıllık enflasyon oranı ile en düşük yıllık enflasyona sahip üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ortalaması arasındaki farkın maksimum 1.5 puan olmasını:
Uzun vadeli faiz oranlarının 12 aylık dönem itibariyle fiyat istikrarı alanında en iyi performans gösteren 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmamasını öngörüyor,
Bu gereklilikler yerine getirilip ekonomik ve parasal birliğe katılmanın sonucunda üye olan ülke, kendi parasını terk edip Euro’yu para birimi olarak kabul edliiyor, deniliyor.
*
Ama işte, Eylül 2017 sonu itibariyle;
Hazine, KİT ve belediyelerin bankalara olan borcu 1 trilyon lira, reel sektör ile hane halkı borçlarından oluşan özel sektör borçları 2.6 trilyon lira olmak üzere;
Türkiye’nin borcu 3.6 trilyon lira ya da 438 milyar dolardır.
Bu miktarın; 257 milyarı ya da yüzde 59’u dolar, 140 milyarı ya da yüzde 32’si euro borcu olup toplamı milli gelirin yarısından fazladır…
*
Bu borç tutarının milli gelire oranı yüzde 117’dir.
Eğer bir ekonomide orta vadede alınan borçlar milli gelirden fazla ise borçların büyük bölümünün üretken alanlarda kullanılmadığı,
Bu durumda yüzde 117′ lik oranın, Türkiye’nin borçlarının üretime değil inşaat işlerine ve tüketime gittiğini gösteriyor.
*
Ya da 2018’de Büyüme yüzde 4,1 : Enflasyon yüzde 9,8: İşsizlik yüzde 10,5’tur.
Bütçe açığının GSYH’ya oranı yüzde 2.3 : Cari açığın GSYH’ya oranı yüzde 5.1 dir.
Bu çerçevede Türkiye’nin yüzde 4.1 gibi yüksek bir büyüme sağlamasının nedeninin, cari açığa önem vermemesi,
Bu açığı finanse etmek için yüksek miktarda dış borç aldığı ve bazı özelleştirmeler yaptığını gösteriliyor.
Bu rakamlar; Türkiye’nin küresel ilişkilerinde ekonomik kriterlere ne denli uyumda olduğunu göstermeye yetiyor, deniliyor.
*
Nihayet Moody’s ki, hisseleri borsada işlem gören şirketler için kredi değerlendirmesi yapıyor ve Türkiye’ye verdiği kredi notunu;
1- Para politikasının etkinliğinde yaşanan önemli aşınmalar ve temel yapısal ekonomik reformların uygulamaya sokulmasında ortaya çıkan ciddi gecikmeleri kanıtladığı kurumsal güç kayıpları,
2- Artan siyasal riskler ve yükselen dış finansman faizleri çerçevesinde ülkenin büyüyen cari açığı, yüksek dış borçları ve yüksek dış borç çevirme oranının ortaya çıkardığı dış şok riskindeki yükseliş gerekçeleriyle Ba1’den Ba2’ye düşürmüş ve not görünümünü durağan olarak belirlemiş bulunuyor.
*
Bu noktada Erdoğan’dan, Türkiye’nin ekonomi alanında küresel sermaye kriterleri düzeyine getirmesi için;
Enflasyon direnci:Büyümenin sürdürülememesi: Cari açık, Bütçe açığı: Cari açığa neden olan ithalatın ikame edilememesi:Vergi yapısının bozukluğu:Tasarrufların düşüklüğü gibi yapısal sorunlara reformlar geliştirmesi bekleniyor.
*
Mesela , İç tasarrufların artırılması ya da üretimin ithalâta dayalı yapısını yerli girdilere yöneltmenin reformunu,
Cari açığa olumsuz katkı yapan Enerji faturasının azaltılması için gerekli tasarruf önlemlerinin alınması reformunu,
Merkez Bankası ve diğer bağımsız kurumların gerçek anlamda bağımsız hale getirilmesine yönelik Kurumsal reformları,
Bankacılıktan reel sektöre kadar Sektörel reformların yapılması gibi…
*
Ama Erdoğan; bütün bu iç ve dış ekonomik ve siyasi gerçeklere karşı bir denge oluşturmanın ve vazgeçilemezliğini göstermek üzere Afrin’dedir.
Oysa Afrin’de, yeni nesil, çok taraflı ve asimetrik bir savaşla karşı karşıya olduğu belirtiliyor.
*
Bu durumda en fena şey; Türk’ün her zaman çağın bilim, teknik, sanayi, sanat, edebiyat, sosyal ve kültürel değerlerini benimsemesine,
Ancak o zaman ilerleme ve yükselme kaydedeceğine olan inancına ve her zaman çağdaş uygarlığı hedeflemesine aykırı gidişattır…
14. 3. 2018
Bir yanıt yazın