Babası tahta çıktığından beri Suudi Prensi Muhammed bin Salman istikrarlı şekilde hızla yükseliyor.
Ekim’de ülkesinde “ılımlı İslamın” hakim olması için çalıştığını açıkladı.
“Eskiden olduğumuz yere geri döneceğiz, dünyaya ve tüm dinlere açık bir ılımlı İslam ülkesi olacağız. Çok yakında radikalizmi bitireceğiz” dedi.
*
Şimdi lobi faaliyetlerinde bulunmak üzere yurt dışındadır.
Mısır’da Başkan Abdel Fattah el-Sisi ile görüşmesinin ardından,
”Mısır ve Suudi Arabistan’ın düşmanları şeytan üçgenini temsil ediyor. Bu da Türkiye, İran, Katar ve terör örgütleridir” diyor.
AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan’ın ve Türkiye’nin yeni bir ”Osmanlı Halifeliği” kurmaya çalıştığını iddia ediyor…
*
Ama Türk Dışişleri Bakanlığı anında inkar siyasetiyle karşı çıkıyor.
Bu kez Suudi Arabistan Ankara Büyükelçiliği, Prensin sözlerinin doğru olduğunu ancak bu sözler içerisinde hedefin Türkiye olmadığını belirtiyor.
Ya? Büyükelçilik, açıklamasında “Veliaht Prens, şer güçlerden söz ederken Müslüman Kardeşler ve radikal grupları kast etmiştir” diyor…
*
Suudi Arabistan monarşisi omurgasını oluşturan sıkı sosyal bağlar ve politik İslam bünyesi nedeniyle akla gelmez bir çok entrikayı saklıyor...
ABD için olağanüstü bir hacim ve kalitede petrol rezervleri: Amerikan Kongresinin denetimi dışında gizli operasyonları finanse etmeye yarayan likiditesi: İslami Cihadçılığın kaynakları üzerindeki denetimi nedeniyle hem vazgeçilmez hem mütemadiyen değişimi gerekli görülen bir ülkedir…
*
Son değişimlerini, Eylül 2016’da Cumhuriyetçilerin ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi’nde,
11 Eylül saldırılarıyla ilgili “Terörün Destekçilerine Karşı Adalet ” yasasını çıkarmalarının ardından yaşıyorlar.
*
Yasanın gerekçesi; Suudi Arabistan’ın ajanlar ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla ABD’de faaliyet gösteren bir terörist hücreyi desteklemesi,
Bu örgütün de 11 Eylül saldırılarını planlaması ve gerçekleştirmesidir.
*
Yasa, hayatını kaybedenlerin ailelerinin saldırılarda rolü olan Suudi yöneticilere karşı ABD mahkemelerinde dava açmak imkânı tanıyor.
Suudi Arabistan karşılanamayacak kadar çok yüksek tazminatlar ödemekle karşı karşıyadır.
Yasanın hayata geçirilmesi halinde Washington’ı, ABD’de bulunan 750 Milyar Dolar değerindeki FED tahvilleri ve bonolarını satmak, dünyadaki dolar fiyatlarını düşürmekle tehdit ettilerdi…
*
Doğrusu Cumhuriyetçiler, ABD’deki Suudi lobiler ve Suudi Arabistan üzerinde mükemmel bir tezgah sergilemiştir.
*
İşte Veliaht Prens Muhammed Bin Salman, ülkede kapsamlı ekonomik ve politik değişimler yapıyor.
Suudi Arabistan’ı İsrail’in Arap dünyasındaki en önemli partneri haline getirdi.
Şii dünyasına karşı Suudi Arabistan kumandasında NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,
Terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon oluşturdu.
CIA hesabına her ikisi de dünyadaki cihatçı kadroların kaynağı olan Müslüman Kardeşleri ve Nakşibendileri finanse etmekten vazgeçti.
*
Veliaht Prens taht’a geçtiğinde ise şu anda iç içe geçmiş olan “Kral” ve “İki kutsal caminin emanetçisi” sıfatlarını ayırmayı planlıyor.
“İki kutsal caminin emanetçisi” olmak, Suudi Arabistan’ın İslam’ın en kutsal bölgelerinden ikisi olan Mekke ve Medine üzerindeki kontrolü anlamına geliyor.
Krallığın dini meşruiyetini ve gücünü gösteriyor.
Veliaht Prens’in ikinci sıfatı terk etmesiyle “lâik lider”lik mesajı veriyor…
*
Nitekim Suudi Arabistan “İslamcı İdeoloji ” ye karşı bütün dünyada yürütülen haklı ve ortak savaşa en başta katılıyor.
Bu savaş belli bir çevrenin kutsallaştırdığı fikirler ve metinlerin yani “İslamcı İdeoloji”nin giderek “İslam Dini’ne” meydan okumasına,
Böylece İslam toplumlarından çağdaş toplumlara tehlikeler saçılması, cinayetler ve yıkımlara neden olunmasına karşıdır…
*
Bu noktada Mısır Arap Cumhuriyeti , El Ezher Üniversitesinin tüm aşırılık ideolojilerini görme ve sınırlama rolü eşliğinde İslam’ın doğru öğretilerini yayma konusundaki liderlik yükümlenmiştir.
Bu anlamda Veliaht Prens’in, Kahire’de El Ezher Üniversitesi odağından AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan’ı ve Türkiye’yi yeni bir “Osmanlı Halifeliği” kurmakla itham etmesinin nedeni ve hedefi anlaşılıyor…
*
Doğrusu Müslüman Kardeşler Örgütü’nün hamisi Erdoğan,
Müslüman cemaatinden popülerlik kazanmıştır : Dünya Müslüman topluluğu üzerinde hakimiyet kurma konusunda büyük bir açılım sağlamıştır: İki önemli NATO müttefikinden biri olan Türkiye, ABD’ye “İslami Cihad” savaşı açmıştır…
*
Prens’in böyle bir mesajı vermesi, Arap Baharı sürecinden bugüne İslamcı Cihad akımların neden olduğu trajedilerden sonra mutlak bir gereklilik olmuştur.
Şöyle düşünülüyor;
Madem devletler yasal açıdan üzerindeki herhangi bir güce tahammül edemeyeceği kadar mutlak bir ahlaki üstünlüğe ve düşmanca etkilerden korunmak için türlü kaynakları gerektiren esnek ve göreceli yasal egemenliğe sahip ve bunu temel standart haline getirmiştir,
O halde iki ayrı fikir mevcut olmaz ve tarihinde hiçbir siyasi, ekonomik ve sosyal birikimi olmayan İslamcılığın demokrasi kültürüne sahip olduğu boş bir iddia olmaktan ileri gitmez.
Bu yüzden hiç bir devlet ve millet geleceğini bu tür boş iddialarla bir diğerinin ipotek kurmasına izin veremez, hiç bir hakemi de kabul edemez...
Öyleyse “Lâik’lik toplumsal hayatın ve kültürün bir kesiminde tarikatlar, cemaatler ve dini kurumlar vasıtasıyla dini ritüellerle bezeneceği fakat din siyasetinin yapılmayacağı bir anlayışa çekilecek,
Devletler ise böyle bir toplumu küresel siyasi ve ekonomik kriterler dengesinde tutacaktır…
*
Nitekim Suudi Arabistan’da muhafazakâr dini kuruluşların baskısı bir bir kırılıyor…
Suudi Krallığı, İslamcı terör örgütlerine fiziki ve mali yardımda bulunan Katar’ı vazgeçirmek üzere birçok Arap ülkesiyle birlikte ambargo uyguluyor.
Katar rejimi zayıflatılıyor.
Ortadoğu trajedisinde savaş suçları işleyerek hukuku ihlal eden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen,
Mesela, Katar gibi ülke yöneticilerinin paylarını üstleneceği bir sürece ilerleniyor…
*
Büyük Türkiye’yi, Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin ithamına ve ihtarına maruz bırakanlar utanmalıdırlar.
*
Ne gezer?
Ama Mustafa Kemal Atatürk ” Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak surette muhafazasının mecburî kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet idaresi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir “diyor…
*
Bu sırada Erdoğan’dan yeni bir fetva daha geliyor.
“İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı 14-15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız” diyor.
İllegal Halife’nin sözcüsü İ.Kalın bu fetva üzerine “Ezmânın Tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” Mecelle hükmünü hatırlatıyor.
Yani zamanın değişmesiyle ictihadi hükümler ve yorumlar değişir ve yenilenmeye ihtiyaç duyar, demeye getiriyor.
Neymiş Efendim? Kur’an ve Sünnet’in ortaya koyduğu hükümler sabittir derken,
Şu dakikada kendi çevresinin kutsallaştırdığı fikirler ve metinlerin yani “İslamcı İdeoloji”nin giderek “İslam Dini’ne” meydan okumasına yol açıyor…
Yahu, işte kendini ümmetini oluşturmanın bir adımını daha atıyor…
9. 3. 2018
Yazıları posta kutunda oku