Güvenlik Konseyi’nin Suriye’de Ateşkes Kararı
Alaeddin Yalçınkaya
BM Güvenlik Konseyi, 24 Şubat 2018, 2401 sayılı kararıyla Suriye’de Doğu Guta için 30 günlük ateşkes kararı aldı. Dünya gündemine bir anda düşen haberlere göre son bir haftada saldırılarda 400 civarında insan hayatını kaybetmiş, yaralılar ilaçsız, tedavisiz kalmıştır. Halk elektriksiz, susuz, yiyeceksiz… Doğudan batıya önde gelen medya bültenleri bu haberlerle çalkalanırken Konsey’deki oturumda acıklı raporu sunan diplomatlar da gözyaşlarını zor tutmaktaydılar. Medya ve uluslararası kuruluşlar harekete geçince nihayet oybirliği ile sözkonusu karar çıktı ve rahat bir nefes aldık; zannediyoruz!
Öncelikle bültenleri ve oturumdaki konuşmaları izlerken bir parça da olsa rahatlamadığımı belirteyim. Çünkü anlatılan olaylar çok daha şiddetli boyutlarıyla bu coğrafyada 7 yıldır yaşanmakta. Günü gününe bültenler, fotoğraflar, videolar paylaşılmaktaydı. Haftalık ölü sayısının çok daha fazla olduğu haberler dahi bültenlerde pek yer bulamamaktaydı. Sadece dekoratif haber ve istatistik olarak görülmekteydi. Nedense sözkonusu kuruluşların insanlık damarını harekete geçirecek aşamaya bir türlü gelinemiyordu. Son haftada 400 civarında insan hayatını kaybetmiş! Hangi 4000, hangi 40000? Ve neden şimdi, diye sormak gerek! Halen Myanmar’daki katliam bütün şiddetiyle sürmekte ve katledilenlerin sayısı milyona yaklaşmakta, ancak BM ve medya seyirci kalmakta! Suriye’de cami tıklım tıklım iken ABD’nin bombardımanıyla yüzlerce insan öldü ve yaralandı, bir özürle herşey bitti! Buradaki ölüler, yaralılar, dullar, yetimlerle ilgili hemen hiçbir haber, fotoğraf servise girme kapasitesine sahip olmadı. Kimseye ekmek, aş, ilaç tedavi ulaştırılmadı. Çünkü bu camiye gelenler ÖSO dahil hiçbir savaşan gruba yüz vermiyorlar, işleriyle, ibadetleryiyle meşgul oluyorlardı.
Bu girişten sonra Konsey kararı ile ilgili “neden şimdi?” ve “arkasından neler gelebilir?” sorularını kurcalamak gerekmektedir.
- Astana süreci ve Zeytindalı hareketi, başta ABD olmak üzere batı ve İsrail’in
inisiyatifi dışındaki gelişmelerdir. Bunun önüne geçmek gerekmektedir. Rusya’nın arka kapı diplomasisi ile ikna edildiğini okuyoruz. Bu süreçte vaatler olabileceği gibi kritik süreç sebebiyle tehditler de gündeme gelmiştir. Tillerson’ın Ankara’da neler konuştuğunu da zamanla öğreneceğiz.
- Doğu Guta’da yaşananların sorumlusunun gerçekte rejim güçleri mi yoksa siparişle iş yapan taşeron gruplar mı olduğu ayrı bir konudur. Rejim güçlerinin önceden olduğu gibi içsavaş sürecindeki zulmü de tartışılmaz. Ancak Şam’ın arkasındaki en büyük desteğin Rusya olduğu da herkesin teslim ettiği bir gerçektir. Moskova, Şam’a sadece silah vermiyor, hareketin her aşamasında istihbarat, taktik, strateji belirliyor. Bu durumda Konsey kararındaki hedef, rejimden ziyade ABD’nin dolayısıyla İsrail’in uzun vadeli başka planlarıdır.
- Konseyin benzer durumlardaki kararlarına baktığımızda derin stratejik hazırlıklar sözkonusu olabilir. Örneğin 1999’da Belgrat’ın bombalanması, böyle bir sürecin ürünüdür. Rusya, bu yüzden Kosova’daki insancıl suçları incelemek üzere AGİT heyetinin tahkikatı yönündeki kararı veto etmemesine bin pişman olmuş, daha sonra suyu üfleyerek içmiştir. Benzer durum 2011’de Libya’ya müdahale için de sözkonusudur. Göründüğü kadarıyla ABD veya NATO’nun mevzi bir saldırısı ve uygun bir arazide İncirlik üssüne ihtiyaç duyulmayacak bir ABD-İsrail askeri şehrinin altyapı hazırlıkları için düğmeye basıldı. Muhtemelen Rusya, Esed’i satmayıp kendi üslerini de garanti altına alarak Şam merkezli küçük bir Suriye’ye onay verme aşamasında.
- Fırat Kalkanı ve Zeytindalı coğrafyasında emniyet bölgesi garantisi ile Türkiye’den istenenler alınmış olabilir ki bu Suriye’nin Ankara’nın da onayıyla hukuken parçalanması, yeni felaket senaryoları yolunun açılması demektir.
Önümüzdeki aylarda sözkonusu ihtimaller kapsamındaki tereddütler aydınlacaktır. Dileğimiz Tillerson’ın son Anakara ziyareti ile yeni bir aldanma sayfasının açılmamış olmasıdır. Üç saati aşkın görüşmeden sonra 14 şeker fabrikasının ihaleye çıkarılması tamamen tesadüf olabilir, ancak bazı gerçekleri de hatırlamakta fayda var: ABD, Cargill üzerinden Türkiye’nin pancar bazlı şeker üretimini bitirmek ve üretim fazlası mısırını satmak için on yıllardır büyük mücadele vermiş ve yasama-yürütme-yargı âdetâ bîzar olmuştur. Bu ısrarın arkasındaki ekonomik, stratejik, sağlık boyutlarını herkesimin değerlendirmesi gerekmektedir. Pancar, en sağlıklı (en az zararlı) bir şekerin hammaddesi olduğu gibi fabrika işçisi ve pancar üreticisiyle milyonlarca insanımızın ekmek kapısıdır. Ve bu sektör hâlen kâr etmekte, devlet bütçesine katkıda bulunmakta, gelecek yılların üretilecek şekeri dahi satılmaktadır. Küspe, hayvan yemi, et ve süt sorunlarını da bu kapsamda unutmayalım. Özelliştirilen fabrikaların yerlerine yeni sahipleri muhtemelen AVMler ve siteler yapmayı daha kârlı bulacaktır. Ancak belirtilen zararlardan dönüşün maliyeti çok daha ağır olacaktır. Ekonomik konular, “alçak siyaset” kapsamında sayıldığı halde etkinliği ve kalıcılığı çok daha güçlü olabilmektedir. Biz Tillerson’ın, “yüksek siyaset” kapsamındaki Ankara menüsüne dönelim.
Ziyaretin, Zeytindalı hareketi başarıyla sürerken gerçekleştiği ve tam da bu günlerde Doğu Guta gediğinden sürece müdahale edildiğini görmek gerek. Türkiye için, mülteciler için, Suriye halkı ve bu ülkenin geleceği için bugün ortak zemin bu devletin parçalanmamasıdır. Fiilen bölünmüş olan Suriye’nin hukuken birliği sürmektedir. Yaşananlardan sonra hukuki birliği, daha demokratik, daha kontrol edilebilir yöntemlerle fiiliyata çevirme konusunda Türkiye büyük bir fırsat yakalamıştır. Bunun gelecekteki garanti merkezinde ise Ankara-Şam işbirliği bulunmaktadır.
Rusya ve İran da bu süreci desteklemektedir, en azından karşı çıkmamak konusunda önemli gerekçeleri vardır.. Ancak temel eksende 2011 öncesinde fiilen entegrasyonu gerçekleştirmiş olan bu iki komşu yer almalıdır. Başta ABD olmak üzere İsrail lobisi, komşuları parçalama hedefinden vazgeçmeyecekler, ancak en azından her şeye güçlerinin yetmediğini görecekler, görmüşlerdir. Türkiye’nin beka gerekçesiyle sahaya inen silahlı kuvvetlerinin gücü ile, Suriye ile işbirliği sayesinde Uluslararası Hukuk sorunu halledildikten sonra, akan kanın ve gözyaşının durması, mültecilerin evlerine dönmesi önündeki engeller daha kolay aşılacaktır. Yeni aldanma süreçlerinin faturası ise çok daha ağır olacaktır.
Öncevatan, 26.02.2018
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Bir yanıt yazın