Ağzı olan konuşuyor. Ağzını açan “Osmanlının devamıyız” veya “Osmanlının torunlarıyız” diyor. Oysa yanlış bir tanımlamadır bu. 783.562 km. karelik vatan parçasına ancak tutunabilmiş biz, Osmanlı’nın devamıysak, 5.2 milyon kilometrekarenin diğer bölümlerinde devlet kuranlar kimin ya da kimlerin devamıdırlar? Öyle ya, biz ne kadar Osmanlıysak, 6 asır boyunca Osmanlı Hanedanı tarafından yönetilen topraklarda yaşayanların bugünkü torunları da en az bizim kadar Osmanlıdırlar.
Unutmayalım ki; Osmanlı yıkıldıktan sonra arkada bıraktığı borçlar, Osmanlı coğrafyasında kurulu bulunan devletler ve bölgeler arasında pay edilerek ödenmiştir Lozan Antlaşmasına göre. Borcun büyük bölümü Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenmiştir ama Türkiye tarafından ödenen borçların yaklaşık yarısı kadarı da 14 ayrı devlet veya emirlik tarafından ödenmiştir. Daha doğrusu 14 ayrı devlet veya emirliğe bölüştürülerek ödenmiştir(1). Şu halde Türkiye Cumhuriyeti ne kadar Osmanlı’nın devamı ise, bugünkü Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Suudi Arabistan, Yemen, Arnavutluk, Filistin, Ürdün, Irak ve Suriye de o kadar Osmanlının devamıdırlar. Osmanlı’ya başkentlik yapmış kentlerin, bugünkü Türkiye’nin sınırları içinde bulunuyor olması ve Hanedan üyelerinin Türk olmaları da bu gerçeği değiştirmez. Peki, Osmanlı coğrafyasında kurulan ve yukarıda isimleri geçen devletler “Biz Osmanlının devamıyız” diyorlar mı? Hiç sanmıyorum.
Dolayısıyla; bir imparatorluk olan Osmanlı’ya, bu gözle bakmakta fayda vardır. Unutmayalım ki; Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren devlet yönetiminde ve bürokraside Türk kökenlilerden çok yabancı kökenli devlet adamları etkili olmuşlardır. Bunların kimisi devşirmedir, kimisi mühtedidir, kimisi de dönmedir. Son dönemlerde kendi etnik ve dinsel kimlikleriyle devlete yön ve şekil verenler bile olmuştur. Bu, cihan devleti olmanın, imparatorluk olmanın getirdiği bir sonuçtur. Bugün Rusya’yı sadece Ruslar, ABD’yi sadece İngiliz ve İrlanda kökenliler yönetmiyorlar. Bugünün imparatorlukları da farklı milliyetlere mensup insanlar tarafından yönetilmektedirler.
Bunun yanında, bazı kaynaklarda “Ottoman Empire” şeklinde zikredilmiş olsa da yabancı devletler, özellikle de batılılar, resmi belgelerinde “Osmanlı İmparatorluğu” veya “Osmanlı Devleti” tabirini pek kullanmamışlardır; onlar genelde “Turchia-Türkiye” ve “Türk İmparatorluğu” kavramlarını kullanmışlardır. Tarih Profesörü İlber Ortaylı’ya göre; Osmanlı ülkesine Türkiye adını ilk verenler İtalyanlardır. Şöyle diyor İlber Ortaylı:
“Türkiye ismini verenler İtalyanlar. Bu benin icadım, benim yorumum değil yani. Türkiye yahut Türkmeniya ismini dünyanın en zeki, en bilgili insanları vermiştir. İtalyanlar, Cenovalılar ve Venedikliler tarafından verilmiştir…(2) Aslında ülkemizin böyle adlandırılması, tuhaftır ki bizim dedelerimizin değil, bu ülkeyi başlangıçtan beri çok iyi tanıyan İtalyanların işidir. Bizim dedelerimiz buraya ‘iklim-i Rum’ derdi. Onların siyasi hedef ve misyonları Roma İmparatorluğu’nu ele geçirmekti. Anadolu toprağındaki Roma’yı yani Garplıların sonradan Bizans dedikleri imparatorluğu ele geçirmeye başlamakla elhak bu yolda da ilerlediler. Onların Rum-Roma dedikleri yere İtalyanlar ‘Turchia’ veya ‘Turcmenia’ derlerdi. Bütün orta zaman Alman seyyahları ‘Turkei, Tirkenland’ veya Fransızlar ‘Turquie’ derlerdi. 16’ncı asırda İngilizce seyahatname kaleme alan Nicola de Nicolay ‘Turkie’ diyor. Bizim bugünkü söyleyişimize yakın…”(3).
İlber Ortaylı, belirtmiş olduğu isimlendirmenin tarihini vermiyor ama, bu isimlendirmenin en azından İstanbul’un fethine, belki de daha önceki tarihlere kadar gittiği kabul edilmelidir.
(4)
Yakın zamanda ölen dünyaca ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık’a göre de, Osmanlı hanedanı tarafından yönetilen cihan devletinin yerli dildeki adı “Osmanlı Devleti” veya “Osmanlı İmparatorluğu” değil, “Devlet-i ‘Aliyye” dir. O sebeple de hoca, tarihimizin Osmanlı dönemini anlattığı üç ciltlik en önemli kitabının adını “Devlet-i ‘Aliyye” koymuştur. Hoca, kitabın birinci cildinin önsözünün giriş cümlesinde zaten Osmanlılar kendi devletlerini Devlet-i ‘Aliyye-i Osmâniye olarak adlandırdıkları için kitabın adını “Devlet-i ‘Aliyye” koyduğunu söylemektedir.(5)
Ayrıca, madem biz Osmanlı’nın devamıyız, peki Osmanlı kimin devamıdır diye sormak gerekir. Öyle ya Osmanlı, gökten zembille inmediğine göre, birilerinin devamı olması gerekir. Peki kimin devamıdır Osmanlı? Bize göre; Osmanlı, en azından Cumhurbaşkanlığı forsunda simgeleri bulunan kendisi dışındaki 15 devletin devamı, karışımı veya özetidir. Hatta forsta bulunmayan, Eyyubiler’in, İhşidiler’in, Tolunoğulları’nın, Memlükiler’in, Safeviler’in, bir sürü Anadolu Beyliğinin. Dahası 5.2 milyon kilometrekarelik coğrafyada kendisinden önceki tarihler boyunca kurulmuş bulunan bütün devletlerin ve medeniyetlerin devamı, karışımı veya özetidir Osmanlı.
Çünkü bu topraklarda, devlet teşkilat yapımızda veya dilimizde bu devletlerin, medeniyetlerin ve milletlerin hepsinden şu ya da bu şekilde bir kalıntı ve alıntı vardır. İstanbul’un fethine gelinceye kadar geçen 1450 senelik Roma ve devamı olan Bizans’ın, devletin teşkilat yapısı, kurumları ve hukuk yoluyla Osmanlı’yı, ondan sonra da Osmanlı coğrafyasında bugün kurulu bulunan devletleri şöyle veya böyle etkilemediğini kim söyleyebilir? Eğer biz Osmanlının devamı isek, Osmanlının hükümran olduğu ve bazen 5.2 milyon kilometrekareye kadar çıkabilmiş geniş coğrafyada bugün kurulu bulunan devletler kimin devamıdırlar. Unutmayalım ki;
Bugünkü din algımız, anlayışımız ve dini kurumlarımız bile 1517’de Osmanlı’nın yıktığı Memlükilerden kalmadır bizim. Devletimizin adı olan “Türkiye” bile Memlüklerden kalmadır. Çünkü Memlüklerin resmi devlet adı “ed-Devletü’t-Türkiyye=Türklerin Devleti” idi. Memlüklerdeki Halife’nin tam karşılığı bugünkü Diyanet İşleri Başkanı’dır. Çünkü Memlüklerde, hükümdarlar aynı zamanda Halife değildiler. Hükümdar ayrı, Halife ayrı idi; tıpkı bugünkü Türkiye’deki gibi. Bu anlamda Osmanlı Padişahları, Türk Devleti olan Memlükleri değil, belki de Müslümanlar üzerindeki otoritelerini pekiştirmek için Arap kimlikli Emevi ve Abbasi devletlerini kendilerine örnek almışlardır. Çünkü Emevi ve Abbasilerde de Halife, aynı zamanda “Emir’il Müminin” idiler. Yani Müslümanların en büyük emîri, İslam Devletinin başı…
Dolayısıyla; Türkiye Cumhuriyeti, sadece Osmanlı’nın değil, olsa olsa İskitlerden itibaren belgeli olarak bilinen yaklaşık 3000 yıllık (2700 senelik) Türk devlet geleneğinin ve devlet tecrübesinin ürünüdür. Bu ürünü, sadece bir aile veya Hanedan olan Osmanoğullarına aitmiş gibi göstermek, hem daha önce kurulmuş Türk devletlerini yönetmiş ailelere haksızlık, hem de topluca Türk Milleti’ne hakarettir. Sanki Türk Milleti hiçbir şey bilmiyordu da, onlara her şeyi bu Osmanlı ailesi öğretti!
Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’ne, Osmanlının devamıdır demek ve sürekli Osmanlı üzerine güzellemeler yapmak, Osmanlı ile ilgili olarak film üstüne film çektirmek, dizi üstüne dizi yaptırmak yanlıştır. Bu, tamamen bir algı operasyonudur. Feslisi, kalpaklısı, kaytan bıyıklısı, yakasız gömleklisi, sakallısı olmak üzere; bu görüşü savunanların devlet katında itibar görmeleri ve devlet protokolüne dahil edilmeleri ise anlaşılır gibi değildir.
Osmanlı Tokadı
Şimdi bir de “Osman Tokadı” söylemi çıkardılar. Her önümüze gelene Osmanlı Tokadı indiriyoruz bugünlerde. Afrin’de, terör örgütü YPG’ye karşı yürütülen harekât, herkesin ayranını kabarttı nedense. Lütfen makul olalım; karşımızdaki uçakları, füzeleri, harp gemileri, tankları, olan bir devlet değil, nihayetinde adı üstünde bir terör örgütüdür. Elbette destekçisi olan devletler var; ancak hadiseyi fazla abartmamak ve gargaraya getirmemek gerekiyor. Üstelik bu tür harekatlar yeni bir şey de değil; 1984 yılından beri tam 34 senedir yurtiçinde ve yurtdışında zaten yapılmaktadır. Geçen bu sürede binlerce güvenlik görevlimiz şehit olmuştur. Allah cümlesine rahmet eylesin.
Öte yandan 600 senelik Osmanlı Devleti, sadece 300 sene boyunca tokat atmıştır. 17. yüzyılın başından itibaren tokat yemeye başlamış, 18. yüzyılın başından itibaren ise tam 200 sene boyunca resmen pataklanmış, sille tokat dövülmüştür. Osmanlı, 1606 yılında imzalanan Zitvatorok anlaşmasından itibaren tokat yemeye, 18. yüzyılın başından itibaren ise sille tokat dövülüp pataklanmaya başlamıştır. 18. yüzyılın ünlü devlet adamı Koca Ragıp Paşa’nın sözleri bu konuda bize kuvvetli bir ışık tutmaktadır.
Koca Ragıp Paşa, 1757’de tahta çıkan ve büyük bir zafer kazanarak Ruslara haddini bildirmek isteyen III. Mustafa’ya şu tarihi ikazı yapmıştır: “Padişahım! Osmanlı yaşlı bir aslana benzer. Uzaktan heybetli görünür, lakin dişleri dökülmüş (pençeleri sökülmüştür). Savaşa girersek düşmanlarımız bunu görür.”(6) Yeri gelmişken “Meyan-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun/Secaat arz ederken merd-i kıpti, sirkatin söyler”(7) şeklindeki ünlü sözün de bu Koca Ragıp Paşa’ya ait olduğunu söyleyelim.
Rusya lideri Putin’in emrindeki Beşar Esat’ın, Suriye Ordusu’nun Afrin’e gireceğini açıklamasından sonra, bizimkilerin “Osmanlı Tokadı” söylemlerindeki tonlamanın düzeyinde herhangi bir düşüş olacak mı göreceğiz. Bana kalırsa, bu söylemin tonlamasını düşürmek yetmez, söylemin tamamıyla terk edilmesi gerekiyor. Çünkü yeni gelişmelerin, bu söylemin sahiplerini zorda bırakma temayülü oldukça güçlü gözüküyor.
Zira eğer YPG ile Esat, Afrin konusunda anlaştıysalar, bunu Rusya’nın devreye girmesiyle açıklamak gerekir. Çünkü Esat, Putin’in olurunu almadan böyle bir şeye kalkışamaz. Anlaşılıyor ki; önce ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Mc Master’ın, arkasından Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un Türkiye’ye gelmeleri ve Brüksel’de ABD Savunma Bakanı Mattis ile yapılan görüşmeler ve bu görüşmelerin sonunda yapılan açıklamalar, Rusya’yı rahatsız etmiş bulunmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Afrin hava sahasını geçici olarak kapatan Rusya, anlaşılan bu sefer de Esat kartını açmış bulunmaktadır.
Bu söylenti doğru çıkar da yarın öbürgün Esat güçleri Afrin’e girerse “Girme” diyebilir miyiz? Neticede Afrin Suriye’nin bir parçası ve dünya hâlâ Esat yönetimine meşru yönetim nazarıyla bakmaktadır. Afrin için Esat’ı da karşımıza alacak olursak; hadiselerin şekli değişir ve şu ana kadar az çok hoşgörü ile bakan devletler bile bize cephe alırlar. Bunda şüphe yoktur. O bakımdan M. Çavuşoğlu’nun “Eğer rejim, YPG’yi temizlemek için girerse problem yok, YPG’yi korumak için giriyorsa bizi, Türk askerini hiç kimse durduramaz” şeklindeki açıklamalarını, tonu biraz yüksek olsa da oldukça makul buluyoruz.
Ancak anlaşılıyor ki; Türkiye’nin, pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da milli bir politikasının bulunmadığı ve el yordamıyla hareket ettiği bir kez daha ortaya çıkmış bulunuyor. Merak ettiğim konu ise, ABD Büyükelçiliğinin yanı başındaki “Kennedy Caddesi” tabelası yerinde dururken, “Nevzat Tandoğan Caddesi” tabelasının yerine “Zeytindalı Caddesi” tabelasının konulmasına ABD Büyükelçiliğinin tepki gösterip göstermediğidir! Televizyon haberlerinden anlaşıldığı kadarıyla; ABD’nin, protesto vb. hiç bir kitlesel eylem yapılmaksızın, iki belediye görevlisinin gelip değiştirdiği tabelaya hiç bir tepki göstermediğidir. Yazık oldu Nevzat Tandoğan’a. Meydan’dan sonra caddedeki tabela da kaldırılarak ismi büsbütün kazındı gitti Ankara’dan!
19/02/2018/Ömer Sağlam
_________
1- Adnan Güllü, “Osmanlı devletinin borçlarını kimler ödedi?” başlıklı makalesi,http://www.bizimelbistan.com/yazar.asp?yaziID=9374 & Mahfi Eğilmez, ” Osmanlı’dan Devraldığımız Borçlar” başlıklı yazısı,
2-
3-İlber Ortaylı “Türkiye’nin adı” başlıklı yazısı,
4-1570 Yılında basılan bir Dünya Atlasına göre Osmanlı Devleti (Türk İmparatorluğu – Turcici Imperii). Kaynak: David Rumsey Map Collection
5-http://www.academia.edu/31609559/Halil_%C4%B0nalc%C4%B1k_–_Devlet-i_Aliyye._Osmanl%C4%B1_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu_%C3%BCzerine_ara%C5%9Ft%C4%B1rmalar_-_I
6-Lütfi Ayhan, “Dişleri dökülmüş pençeleri sökülmüş aslan” başlıklı makalesi,
ttp://www.hakimiyet.com/disleri-dokulmus-penceleri-sokulmus-aslan-abd-10799yy.htm,
7- Mayası bozuk olanlar, konuşurken farkında olmadan kabahatini ima eder. Çingene de yiğitliğini anlatırken hırsızlığını söyler.
Bir yanıt yazın