BOP’ta Eş Başkan, GOP’ta Düşman
1990 sonrası Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine Amerika Birleşik Devletleri Orta Doğu ülkeleri için Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) uygulamaya koydu. T. Özal’la başlayan proje sempatizanlığı, 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte kademeli olarak gelişme gösterdi. Hikaye uzun. AKP’nin başında olan Sayın R T Erdoğan için bulunmaz bir fırsat yarattı. BOP’un eş başkanıyım diye söylemlerde bulunuyordu. Amaç eş başkanlık adı ile kendisini tanıtmaktı. Ama hiç kimse R.T. Erdoğan’ın takiye yaptığının farkında bile olmadı. Projesine destek verdiği için ABD’de Erdoğan’a desteğini eksik etmedi. Ilımlı İslam’ın örnek merkezi Türkiye olacak ve diğer Ortadoğu’nun antidemokratik ülkeleri Türkiye örneğine benzeyecekti. Ama durum ne ABD ve nede Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin beklediği gibi gelişmedi. Batı R.T. Erdoğan’ın hırsını keşfetmekte de geri kalmadı. İslam’ın liderliğine soyunması büyük tehlike idi. Çünkü batı Ortadoğu’yu böl, yönet şeklinde bugünlere kadar sömürmüştü. Şimdi biri çıkıyor İslam dünyasının lideri olacağını ilan ediyor. Not edildi. Türkiye’yi Avrupa Birliğine alabilmeleri için bazı kriterleri yerine getirmesi gerekiyordu. Önce masum isteklerle azınlıkların kendi dillerinde eğitim gibi istek ve dayatmaların arkasında diğer dayatmalar geldi. R.T. Erdoğan için ne dayatma olursa olsun, İslam’ın liderliği için değerdi. Halbuki madalyonun diğer yüzü öyle değildi. Açılım dediler, Kürt gerillalarla masaya oturdular. Türkiye hala aleyhine gelişecek olaylardan habersiz veya haberli idi. İslam Birliği başkanı olma uğruna ses çıkarmıyordu. AB eliyle, ABD Türkiye’yi fiilen bölme çalışmalarına başlamış oldu.
BOP projesi tehlikeye girmiş, proje gerçekleşirse R.T. Erdoğan’ın İslam liderliği gerçekleşecekti. Zaten kutsal emanetler Türkiye’de idi bu nedenle de İslam liderliği Türkiye’nin hakkı idi. İşte bu noktada ipler kopmaya başladı. R.T. Erdoğan’ın arka arkaya aldığı kararlarla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası temel hak ve özgürlükleri teker teker vatandaşın elinden alıyordu. İçte tek engel ise ordu idi. Kumpas, Ergenekon gibi uydurma ithamlarla ordu tamamen Cumhuriyet’i koruma kollama görevinden uzaklaştırıldı. Durum ciddileşmiş daha önceden şekillenmiş olan Gelişmiş Ortadoğu Projesi (GOP) gündeme geldi. Önce Müslüman Arap ülkelerden olan Fas, Cezayir, Tunus, Irak, Mısır gibi ülkelerin liderleri değişti. Rejimleri değişti. Güya bu ülkelere demokrasi gelecekti. Bu halkaya Suriye ve arkasından Türkiye eklendi. Türkiye’nin güneyi ve güneydoğusu terörist yuvası oldu. İşid denilen, İslami terör örgütü olan vahşi örgüt katliamlarla sesini duyurdu. İşidle-Deaş ile mücadele adı altında adı geçen bölgelere ABD tarafından Kürt militanlar dolduruldu. Unutmayalım ABD müttefikimiz olarak bu militanları sürekli destekledi ve silahlandırdı. Türkiye içte Fetö sarsıntısını geçirdi ve istikrarı tehlikeye girdi. Bunu fırsat bilen ABD ve AB ülkeleri Türkiye’nin sınırlarını tartışmaya başladılar. Suriye’ye Türkiye’nin yaptığı son müdahale işte bu nedenlerle nefsi müdafaa amaçlı olarak başladı.
Arap Baharının nasıl başladığı, kimler tarafından başlatıldığı, nasıl evrildiği herkesçe malum. Bölgede farklı devletlerin stratejik hedefleri var. En son Çin’de bu halkanın içinde yer aldı. Rusya Suriye ile, ABD ve AB Kürt gerillalarla yan yana omuz omuzalar. Ortadoğu’nun paylaşımında söz sahibi ve yer almak istiyorlar. Türkiye ise çok sayıda hata yaptıktan sonra, tehlikenin büyüklüğünü kavradı ve Suriye’ye müdahale etti. Bu müdahale keyfi bir müdahale değildir. Türkiye’nin, Türk halkının yaşamsal savaşıdır. Bu savaş bazı radikal dincilerin ifade ettikleri gibi Cihad-Din savaşı da değildir, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne karşı savunma amaçlı müdahaledir. Savaşı saptırıp dinler arası savaşa çevirmek ve nemalanmak isteyenlerin oyununa gelinmemelidir. Aldatan batı, aldanan Türkiye olmuştur. İnşallah bundan sonra böyle bir durumla karşılaşıp halkın karşısına çıkılmaz. Ortadoğu’da ki çatışmaların nedeni mezhep ayrılığı değildir. Mezhepsel ve dini faktörleri kendi lehlerine çevirmek isteyenlerin çatışmasıdır. Bu çatışmalarla iktidar kavgalarını örtbas etmek için yapılan jeostratejik mücadeledir. Ortadoğu’da Şii-Sünni çatışmasının yaratılması için gayret edilse de amaçlarına ulaşamamışlardır. Ama gerçek olan bir çatışma var. Temel Çatışma Sünni Dünyanın kendi içindedir. Radikal Selefi Sünnilik ile Özgürlükçü Ilımlı Demokratik Sünniliğin çatışmasıdır. Ortadoğu ülkelerinde savaşa kadar varan bu ayrım, maalesef Türkiye’de de bazı radikal çevrelerce körüklenmektedir. Radikal Selefi Tekfirci İslamcılar: Afganistan’da Taliban, Suriye, Irak’ta İşid (Deaş), Arabistan Vehabiliği, Nijerya Boko Haram yönetimi. Radikal Selefi Tekfirci İslama karşı Türkiye, Tunus, Malezya’da kısmi uygulamalar göze çarpar. Maalesef Türkiye’de şimdilik azınlık oldukları ileri sürülen tekfirciler Türkiye’nin adını, bayrağını değiştirmek için çalışma içindedirler. Onlar için halk yoktur, ümmet vardır. Kendilerinden olmayan halkın katledilmesi katli vaciptir.
Gerek dış ve gerekse iç odakların şerrinden Türkiye nasıl kurtulacak? Düne kadar BOP başkanı iken bugün uygulanmakta olan GOP’ta Türkiye düşman muamelesi görmektedir. ABD buyurgan ve İsrail destekli politikalar ile fiili durumlar yaratmak istemektedir. Arkasına AB’yi de katmış riyakarlık içinde beklemekteler. Rusya ve Çininde kendi hesapları var. Kurtlar sofrasında bulunuyoruz. Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sürükleyenlere hesap sorulmalıdır. Gerek iç ve dış çatışmalara son vermek zorundayız. Otoriter, dikta görünümlü yönetime son verilerek demokratik, özgürlükçü, laik düzeni yaşatmak zorundayız. Fetva ile yönetilen, nakli ilimlerle eğitilen bir Türkiye kurtlar tarafından parçalanmaya adaydır. Bu aşamada Sayın R.T. Erdoğan’ın geçmişten ders alarak iç ve dış barışı sağlamasını bekliyoruz. Eyy demekle, tokat atarım demekle bu sorunlar çözülmüyor. Halkın uçlar halinde daha fazla kemikleşmemesi için hoş görü tek silahımızdır. Hak, hukuk, özgürlük gibi evrensel değerlere dört elle sarılmamız gerekiyor. Saygınlığımız, itibarımız, güvenirliğimiz her gün erozyona uğruyor. Tüm geleceğimiz iyi niyet ve dayanışmada yatıyor.
Son zamanda ABD ve AB’nin lideri Almanya ile bir dizi yumuşak tonda görüşme ve uygulamalar, söylemler olsa da bütün bunlar pamuk ipliğine bağlı gelişmelerdir. Ne ABD ve AB, nede Türkiye bir birlerine karşı güven yitirmişlerdir. Bir taraftan Türkiye’nin güvenlik endişelerini anladıklarını söyleyenler, diğer taraftan Türkiye’nin güneyini kuşatan terör örgütlerine ve içerde PKK ya silah veriyorlar, lojistik destek sağlıyorlar. Ne dostluk ne de müttefiklik ilkelerine uyuyorlar. Hep suçlu Türkiye oluyor. Doğrudur, Türkiye’nin yanlışları yok mu? Saymakla bitmez. Peki ya siz batılı sömürgeciler sütten çıkmış ak kaşık mısınız? Tarafların gerginliği değil barışın savunucusu olmaları halinde Ortadoğu’ya barış gelecektir. Aksi halde mezhep çatışmaları şiddetlenecek, Ortadoğu’da ki Müslüman ülkelere yönetsel olarak ilkel kabilelerden de daha geriye gidecektir.
Görünen köy kılavuz istemez. Türkiye bunun sancılarını yaşıyor. Çağdaş olmak veya çağdışı olmak. Sorunu ile karşı karşıya bulunuyor. Bütün bunlara rağmen içte ve dışta barışın galip gelmesi mümkün. Ama nasıl? İlk basamak insan haklarından ve özgürlüklerden başlanarak yeniden yapılanma ile olacaktır. Baskıcı, otoriter, totaliter hiçbir yönetim özgürlük getirmez. Daha da baskıcı olur. Dünyada ve geçmişte bu bağlamda dünya halkı çok acı çekmiştir. Can vermiş, yerinden yurdundan olmuştur.
Umudumuzu, inancımızı, mücadelemizi asla kaybetmeyelim. Kaybetmiş olduğumuzda bugünü bile kaybetmiş oluruz.
Bahattin Ayhan
19.02.2018
Bir yanıt yazın