Süleyman Çelik (scelik44)
Türkçesi “yıldız falcısı” demek olan “astrolog” sözcüğünün Osmanlıca’sı “müneccim”dir.
III. Mustafa, devleti müneccimlere danışarak yöneten cahil bir padişahtı. Sarayı, müneccim olduğunu öne süren onlarca şarlatanla doldurmuştu ama işler gene de iyi gitmiyordu.
O sırada Avrupa’nın en güçlü devleti olan Prusya Krallığı, girdiği tüm savaşları kazanmaktaydı.
III. Mustafa, Prusya’nın başarılı olmasını çok iyi müneccimlere sahip olmasına bağladı ve Kral Büyük Friedrich’e bir elçi göndererek “ödünç üç müneccim” istedi.
Büyük Friedrich, “Potsdam sarayı ve değirmenci” olayında adı geçen kraldır.
* * *
Olayı herkes bilir ama bir ayraç açarak bir kez daha yazalım; belki daha duyması gerekenler vardır!
Prusya Kralı, Berlin’e 40 km kadar uzakta olan Potsdam köyünü beğenmiş, oraya bir yazlık saray yaptırmak istemiş. Ancak beğendiği arazinin içinde bir köylü kadının küçücük bir kulübesi ve bir değirmeni vardır. Kralın adamları kadını bir türlü ikna edemez; “ne kadar para istersen verelim. Sana istediğin yerde yeni bir ev ve değirmen yapalım” derler. Kadın “Nuh der, peygamber demez.” Durumu krala anlatırlar. Kral, “bir de ben konuşayım” der ve kadının ayağına gider, isteğini bir de kendisi anlatır. Kadın gene “ııh” der, “benim satılık arazim yok!” Bunun üzerine sinirlenir, “bana bak! Ben Kralım. İstesem beş para vermeden seni buradan atarım”. Kadın gene kılını kıpırdatmaz, “sen kralsın ama Berlin’de de hakimler var” yanıtını verir.
Aydınlanma döneminin büyük filozofu Voltaire’in dostu olan Büyük Friedrich, bu yanıtı üzerine önce afallar, sonra düşünür ve gurur duyar; “demek ki” diye düşünür, “ben, cahil bir köylü kadının bile güven duyduğu hukuk sistemine sahip, bir ülkenin kralıyım.”
Şimdi ayracı kapatıp müneccim hikayemize dönelim.
* * *
Büyük Friedrich, Sultan’ın isteğini duyunca, değirmenci köylü kadının yanıtından daha çok afallar. Sonra elçiye tebessümle bakarak “benim müneccimim yok, ama Sultanınıza üç öneride bulunabilirim” der ve sayar: “1- Güçlü ve disiplinli bir ordusu olsun. 2- Güçlü bir ekonomisi ve dolu bir hazinesi olsun. 3-Tarihi çok iyi öğrenerek geçmişten ders çıkarmayı ve geleceği öngörmeyi öğrensin.”
III. Mustafa Büyük Friedrich’in söylediklerine kulak asmaz, “kefere yardım etmek istememiş” diye düşünür…
* * *
Müneccim olayından 100 yıl sonra, 1870-71 Fransa- Prusya Savaşı’nda, Prusya büyük bir zafer kazanınca, Bismarck Prusya’nın liderliğinde Almanya’nın ulusal birliğini sağlayarak Federal Almanya İmparatorluğunu kurdu. Bundan sonra Avrupa’nın en iyi ordusuna Almanya’nın sahip olduğu herkesçe kabul edildi ve ülkeler kendi ordularını buna göre düzenlemeye çalıştı.
İngiltere, Fransa ve Rusya’nın baskılarından bunalmış olan Osmanlı da gözünü Almanya’ya çevirdi. 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı’nda alınan ağır yenilgi üzerine, II. Abdülhamid Almanya’ya başvurarak “Osmanlı Ordusu’nu düzenlemek üzere bir askeri heyetinin gönderilmesini” istedi.
Geçmişte ulusal birliğini sağlayamamış olduğu için sömürgecilikte geç kalmış olan Almanya için bu, “gökte ararken yerde bulduğu” bir istekti. Hemen Albay Kaehler başkanlığında bir heyet gönderildi. Ardından 1883’de, Askeri Okullar Müfettişi olarak gelip Harp Okulunda göreve başlayan Binbaşı Colmar von der Goltz, ilk iş olarak bu okulların yeniden teşkilâtlandırılmasını ve eğitim sisteminin modernize edilmesini ele aldı. Goltz, Albay Kaehler’in ölmesi üzerine 1885’de Alman askeri heyetinin başına geçti, öğrencilerin yanında genç subayların eğitimi ile de ilgilendi ve binbaşılıktan paşalığa kadar yükselerek 1896 yılına kadar görevini sürdürdü.
Goltz Paşa, 1908’den sonra sık sık, arada bir geldi. En son Mareşal rütbesi ile 6. Ordu’ya komuta ederken 1916’da Bağdat’ta tifüsten öldü. Vasiyeti gereği, Türk ve Alman bayraklarına sarılarak, İstanbul Tarabya’daki Alman askeri şehitliğine gömüldü.
* * *
Goltz Paşa’nın 1883’de yazmış olduğu ünlü kitabı “Das volk in Waffen”, Osmanlıca’ya “Millet-i Müselleha” (Ordu-Millet) adıyla çevrilmiş ve o zaman genç subayların adeta el kitabı olmuştur.
Kitabında “savaş siyasetin elde silahla sürdürülmesidir” diyen Goltz Paşa, devam eder: “Siyaset savaşın yürütülme tarzını bile etkiler. Eğer bu, isabetsiz bir etki haline gelirse, o zaman siyaseti değiştirmek gerekir. Kötü siyaset, kötü etkilerini savaşın yürütülmesi üzerinde de gösterecektir.”
Bunları okuyunca 15 yılda yaşadıklarımızı; “Oslo görüşmeleri, çözüm süreçleri, Habur’daki çadır mahkemesinden geçenlerin otobüs üzerinde şeref turu atmaları, askerin kışlaya polisin karakola kapatılıp meydanın PKK’ya bırakılması, Hendekler kazılması, Barzani ve Şivan Perver ile birlikte söylenen “megri. megri” türküleri, Dolmabahçe Mutabakatı, Abdullah Öcalan’ın mesajının Diyarbakır meydanında Türkçe ve Kürtçe yayınlanması, Barzani’nin onur konuğu olarak AKP kurultayında ağırlanması, Kürdistan bayrağının dalgalandırılması, ABD ile birlikte Suriye’yi parçalama sürecinin başlatılması, Peşmergelerin 29 Ekim’de “biji Obama” alkışları arasında Türkiye üzerinden Kobani’ye geçmeleri vs…” düşündüm.
Bunlar bize neye mal oldu?
Kaç vatan evladı şehit oldu?…
Bir yanıt yazın