Fransa Cumhurbaşkanı Macron “Ermeni Soykırımını Tanıyacağız” Dedi Ama…

Fransa’da  Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında Ermenilerin soykırıma uğradığını inkar etmeyi suç kapsamına alacak yasa teklifi  22 Aralık 2011  tarihinde kabul edilmiştir. Genel Kurul’daki oturuma 577 milletvekilinden sadece 70’i katılmıştır.  İki maddeden oluşan teklif oy çokluğuyla benimsenmiş, fakat  yasa değişikliği  8 Ocak 2016 tarihinde  Fransa Anayasa Konseyi tarafından iptal edilmiştir. Konsey, inkarın cezalandırılması için mevcut nefret suçları yasasını yeterli görmüştür. İnkarcılar tarafından, sadece Yahudi soykırım inkarına ceza öngören ve Fransa tarafından  yasa yolu ile tanınmış Ermeni soykırımı ve köle ticareti inkarcılarına bir ceza öngörmeyen Gayssot Yasası’nın Fransa anayasasına uygun olmadığı konusunda açılan davada, yasanın uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından alınmış kararlar doğrultusunda anayasaya uygun olduğu kararı çıkmıştır.

Fransız Anayasa Mahkemesi,  Yahudi soykırımı ile sözde Ermeni soykırımının aynı şey olmadığını, çünkü Ermeni soykırımında bir mahkeme kararının  bulunmadığını belirlemiştir. Böylece, Ermeni soykırımı yasası ile ilgili Fransız  Parlamentosu’ndan  gelebilecek bir  yasanın önünü kapatmış, daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği Perinçek Kararı tanınmıştır.

Karar, Türkiye’yi soykırımla suçlayan 29 Ocak 2001 tarihli yasayı iptal etmemiş, fakat Danıştay’ın (Conseil d’Etat) 19 Kasım 2015 tarihli kararının hatalı olduğunu tespit etmiştir.  Danıştay, Türkiye’yi Ermeni soykırımıyla suçlayan 2001 tarihli yasanın iptali için Anayasa Konseyine yapmış olduğu bireysel başvuruyu (Question Prioritaire de Constitutionnalité) hukuk dışı gerekçelerle reddetmişti. Anayasa Konseyi böylece Danıştay’ın kararının hatalı olduğunu da belirlemiştir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 31 Ocak’ta Ermeni diasporasının çatı  kuruluşu olan Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF)) yıllık yemeğine katılmış ve  Türkiye’yi  sözde Ermeni soykırımı konusunda eleştirmiştir.  Yemeğe Macron’un yanı sıra Paris Büyükşehir Belediyesi Başkanı Anne Hidalgo, ülkenin ikinci büyük kenti Lyon’un Ermeni kökenli Büyükşehir Belediye Başkanı Georges Kepenekian, Paris kentini de kapsayan Ile-de-France bölgesinin Başkanı Valerie Pecresse, Fransa’nın Ermeni kökenli siyasetçi ve işadamları, Yahudi kuruluşlarının temsilcileri ve medya dünyasının ileri gelenleri katılmıştır.

Macron yemekte Ermeni kökenli HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan‘a özel ilgi göstermiş, Paylan gibi insan hakları savunucularının desteklenmesi gerektiğini söylemiştir. Çünkü Garo Paylan  Artsakhpress.am’ de yer alan demecinde Afrin operasyonuna  karşı olduğunu açıklamıştı. (Supporters of war are also accomplices to war. Say “no” to Afrin war, do not be part of that crime,” the MP urged, addressing the public.

Paylan’a, bu Ermeni etkinliğinde  Paris Büyükşehir Belediyesi tarafından Vermeil Madalyası  (la médaille Grand Vermeil)  verilmiştir. Paris’in sosyalist Belediye Başkanı Bertrand Delanoe 2004 Aralık ayında   kapatılan DEP milletvekillerinden Leyla Zana’yı  Türk-Kürt kardeşliği  mücadelesinden dolayı  aynı madalya ile ödüllendirmişti. Prof. Dr. Erden Kuntalp ile fotoğraf sanatçısı Ara Güler’e de  2009 yılında madalya verilmişti.  Delanoe, “Türkiye Avrupa ülkesidir. Tarihi incelesinler, geçmiş medeniyetlere baksınlar, AB’yi oluşturan ülkelerin ayrı dinde olması bu gerçeği değiştiremez. Kimsenin dini ileri sürülerek Türkiye Avrupalı değildir demeye hakkı yoktur” diyerek Türkiye’nin AB’ye girmesini desteklediğini söylemiş, fakat “Ermeni soykırımı konusunda da bir çalışma yapması gerektiğine inanıyorum. Zira bu da Avrupalılık değerleri arasındadır” demişti.

Leyla Zana  Kürtçe olarak yaptığı konuşmasında Fransa’ya çağrıda bulunmuştu: “17 Aralık’ta Fransa’nın hiçbir şart ileri sürmeden tam üyelikle sonuçlanacak bir hedefle Türkiye ile müzakerelerin başlatılması için aktif destek vermesini istiyoruz. Türk ve Kürt halklarının geleceği için AB sürecinde Türkiye’ye destek verilmesi gerektiğini söyledik. Avrupa ırk ve dinle sınırlı olmamalıdır. Bizim burada olmamız dinin ve ırkın sınır tanımadığının bir kanıtıdır. Bu nedenle Avrupa’yı halkların toprağı olarak görüyoruz.”  Bilindiği gibi Kürtçe yemini geçersiz sayılan HDP Ağrı Milletvekili Leyla Zana’nın milletvekilliği, devamsızlık gerekçesiyle  14 yıl sonra 11 Ocak 2018 tarihinde ikinci kez  düşürülmüştür.

Macron, yemek sonrası Le Figaro gazetesine  verdiği demeçte Türkiye’nin Afrin harekatının Suriye’nin kuzeyini işgal eylemine dönüşme riskine karşı uyarıda   bulunmuştur: “Eğer bu harekat Türkiye’nin sınırına yönelik potansiyel bir terör tehdidine karşı mücadelenin ötesine gider ve bir işgal operasyonuna dönüşürse, işte o zaman gerçek bir sorunla karşı karşıyayız demektir. Tüm tarafları kapsayan bir çözüm için Türkleri ve Rusları ikna etmek istiyorum, ancak o zaman Suriye muhalefeti müzakerelere gelecektir ve Ruslar da rejimi getirmelidir.”  

Macron’un   açıklamalarından  birkaç saat önce Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian  Parlamento’da yaptığı konuşmada, Türkiye’nin Afrin harekatının Suriye’nin kuzeyini işgale dönüşmesi riskinden söz etmiştir. Türkiye’nin Afrin’de hedef aldığı PYD’nin üst düzey yöneticileri geçtiğimiz günlerde Paris’te temaslarda bulunmuştu.

Macron  etkinlikte  yaptığı konuşmada, Fransa’da Ermeni soykırımını anma günü ilan edileceğini, Cumhurbaşkanı seçilmeden önce bu konuda   söz verdiğini açıklamıştır: “Ermeni soykırımının tanınması ve adalet için mücadele hepimizin mücadelesidir. Bu mücadeleyi, soykırımı anma gününü destekleyerek yürütüyoruz.”

Fransa Cumhurbaşkanı Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilen Türk diplomatlarını ve vatandaşlarını  unutmuş, Erivan’da ASALA militanları için dikilen anıtı da yok saymıştır. Ermeni soykırımının tanınması mücadelesinin aynı zamanda soykırımın inkarıyla mücadeleden de geçtiğini belirterek, Parlamento’nun önümüzdeki aylarda bu konuyu yeniden gündemine almasının çok önemli olduğunu söylemiştir.

Macron’un girişimine benzer bir girişimin ABD’de de olabileceğini özellikle belirmek isterim. ABD Başkanı Donald Trump‘ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla ilgili açıklaması, Birleşmiş Milletler kararlarını açıkça ihlal eden ve barışı dinamitleyen bir gelişmedir. Trump, Türkiye’nin  gösterdiği sert tepki  ve Ermeni lobilerinin baskısıyla 24 Nisan’da sözde Ermeni soykırımını “genocide” kelimesini kullanarak tanıyabilir. Çünkü, ABD’de güçlü bir Ermeni diasporası   vardır.  6 Kasım 2017’de ABD’nin Indiana Eyaleti Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin  Ermenilere soykırım yaptığını kabul eden tasarıyı onaylamıştır.  Böylece ABD’de sözde Ermeni soykırımını kabul eden eyalet sayısı 48’e yükselmiştir.

Kararı açıklayan Indiana Valisi Eric J. Holcomb, 6-12 Kasım’ı  Ermenilerle ilgili bilgilendirme ve aydınlatma haftası ilan ederek Amerikalılara soykırım sebebiyle düzenlenen etkinliklere katılım çağrısı yapmış, Osmanlıyı  3 milyon Ermeni, Yunan, Asuri ve Suriyeli’yi katletmekle suçlamıştır:  “The governor adopted a declaration saying that the Ottoman Empire deliberately killed almost 3 mn Armenians, Greeks, Assyrians and Syrians. He also proclaimed that November 4-12 will be the days of Armenia Awareness Week.”
(Подробнее: https://eadaily.com/en/news/2017/11/06/indiana-recognizes-the-armenian-genocide)

Amerika-Ermeni Ulusal Kongresi-Doğu Bölgesi (ANCA-ER) iletişim  sorumlusu Artur Martirosyan da “Bu karar sadece Indianalılara değil yüz yılı aşkın gerçekleri rehin tutan inkarcı Türk hükümetlerine bir hatırlatmadır” demiştir. Indiana Valisi Holcomb cahil bir Amerikalıdır. Yunanlı ve Ermenilerin yanına Asurileri ve de Suriyelileri de eklemiştir. Acaba dünyada Suriyeli ya da Asurlu ırkı var mıdır?

ABD başkanları 24 Nisan’da genellikle “büyük felaket, tehcir ve katliam” gibi ifadeler kullanmışlardır. Trump, göreve geldikten sonraki ilk 24 Nisan açıklamasında selefi Barack Obama gibi 1915 olayları için Ermenice büyük felaket anlamına gelen “meds yeghern” demiştir.  Trump, ABD’deki Yahudi lobisinin etkisi altında kalarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımıştır. Benzer şekilde ABD’deki Ermeni lobisinin etkisiyle 24 Nisan’da “meds yeghern” yerine “soykırım” (genocide) diyebilir.

Bu sebeple yumurta kapıya gelmeden, iş işten geçmeden şimdiden tedbir alınmasında yarar vardır. Türkçede bir deyim vardır: “Delidir, ne yapsa yeridir.”  Bir insanın deli olduğu için beklenmeyecek şeyler yapabileceğini, dolayısıyla kendisinden sakınılması gerektiğini bildiren sözdür.

Fransa Cumhurbaşkanı deli değildir ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin  kararlarına rağmen   Ermeni soykırımının tanınması için  girişimde bulunması, AİHM’in  15 Ekim 2015 tarihli Perinçek Kararı’nı   yok sayması  anlamına gelir. Herhalde, Alman Federal Parlamentosu’nun 2 Haziran  2016’da “1915 soykırımdır” kararı almış olması, kendisine yol göstermiştir. Almanya, Türkiye’nin itirazlarına rağmen kararından geri adım atmayarak  bu konuda  karar alan 27’nci ülke olmuştur. Bu ülkeler arasında   Lübnan, sözde soykırımı  tanıyan tek Arap ülkesidir. )  Ancak  parlamentolarında  bu konuda girişimde bulunan Mısır ve Suriye gibi ülkeler de  vardır. Karar, Almanya Federal Parlamentosu’ndaki  630 milletvekilinden 165’nin oyu ile kabul edilmiştir. Kararın  alınmasından 10 ay sonra İstanbul’un kardeş  kenti olan ve 100 bin Türkün yaşadığı Köln Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 14 Mart 2017’de Lehmbacher Weg Mezarlığı’na  Ermeni  soykırım anıtı dikilmesine  izin vermesi de unutulmamalıdır.

 Perinçek Kararı’na rağmen  sözde Ermeni soykırımını kabul eden  Avrupa ülkelerinin  parlamentolarının   soykırım kararlarının geri alınması sağlanmadığı sürece, diğer ülkelerin  de Ermeni diasporasının etkisiyle Türkiye aleyhine karar almaya devam etmeleri  kaçınılmazdır.    

 Fransa Cumhurbaşkanı’nın  girişimi, Ermeni diasporasının  Türkiye ve Türkler aleyhine bir hava yaratmasına katkı sağlar. Buna  bir örnek, İngiliz BBC 3 radyosunun Avusturyalı yazar Franz Werfel’in Musa Dağı’nda 40 Gün  kitabı hakkındaki 50 dakikalık  programıdır.  Program sunucusu Maria Makaronis,  kitabın soykırımdan kurtulmuş Ermenilerin Musa Dağı’nın tepesinde verdikleri mücadele hakkında gerçek bir hikayenin sunulduğunu, 20’nci  yüzyılının en acı romanı olarak görülebileceğini söylemiştir: ”Kitap çağdaş tarihin en karanlık sayfalarından birini açıyor; Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni vatandaşlarını yok ettiğini anlatıyor.” Kitaba  sansür uygulanmasına  rağmen, romanın 34 dile çevrildiğini  açıklayan Makaronis, Hollywood’da  romanı konu alan  film çekme girişimlerinin Türkiye’nin   baskısı yüzünden başarısız olduğunu söylemiştir.

Perinçek  Kararı’ndan sonra AİHM yeni bir karar daha alarak Türkiye’nin tezlerini haklı çıkarmıştır.  Sözde Ermeni soykırımının tanınması aleyhine verilen AİHM’nin  28 Kasım 2017 tarihli   Mercan ve diğerleri kararı, (Affaire Mercan et Autres C. Suisse, Requête No 18411/11) İsviçre’yi mahkum ederek  Avrupa’da uluslararası hukuka saygılı hakimlerin bulunduğunu göstermiştir. {“itemid”:[“001-178955”]}

Davayı açan Türk vatandaşları Ali Mercan, Hasan Kemahlı ve Ethem Kayalı’yı   kutlamak gerekir.  Karardan önce Türk vatandaşlarının  İsviçre ile uzlasmaya varmış olmalarına  rağmen AİHM davaya devam ederek  İsviçre’yi  Doğu Perinçek Kararı’ndan (Grand Chamber Case of Perinçek V. Switzerland Application no. 27510/08, , sonra ikinci defa haksız bulmuştur.

Türkiye lehine olan    Mercan ve diğerleri kararı, sözde Ermeni sokırımı yapılmıştır görüşünü savunan başta Taner Akçam  )  ve  Garo Paylan  olmak üzere tüm Ermeni muhiplerinin  yüzlerine çarpan  önemli bir uluslarararası hukuk belgesidir. Karar, Ermeni diasporasına ve Ermenistan’a yönelik  bir şamardır.

 Dava, üç Türk vatandaşı Ali Mercan, Hasan Kemahlı ve Ethem Kayalı  tarafından  İsviçre’ye karşı  14 Mart 2011 tarihinde  İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’nin 34’ncü maddesi kapsamında avukat Dr. Tarkan Göksu  aracılığıyla  açılmıştır. İlk başvuruyu yapan Mercan 1950 doğumlu olup Frankfurt’ta, 1966 doğumlu Kemahlı Zürih’te, 1955 doğumlu  Kayalı Schliern bei Köniz’de  ikamet etmektedir. Davada İsviçre’yi  Frank Schürmann temsil etmiştir.

Türk vatandaşları  dava dilekçelerinde, AİHS’nin 10’ncu  maddesince güvence altına alınan ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiğini  öne sürmüşlerdir. Türkiye, Sözleşme’nin 36’ncı madde, 1’nci fıkra ve İçtüzük Madde 44/1, b kapsamında davaya müdahil olmuştur.

AİHS’nin 10’ncu  maddesi şöyledir:  Herkes görüşlerini açıklama ve ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı şekil şartlarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”

Mercan ve diğerleri karar süreci şöyle gelişmiştir:  Sözde Ermeni soykırımı yok dediği gerekçesiyle 16 Ekim 2008 tarihinde Winterthur Bölge Mahkemesi (Bezirksgericht), Ali Mercan’ı ırk ayrımcılığından suçlu bulmuş,  Hasan Kemahlı ve Ethem Kayalı da ırk ayrımcılığı kapsamında  mahkum  olmuşlardır. Kararı emekli büyükelçi Pulat Tacer Turkish Forum’da İsviçre’de Temyiz Duruşması başlığı altında ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. (https://www.turkishnews.com/tr/content/2010/10/05/isvicrede-mahkum-3-turke-aid-karar-metni-ozeti/)

Üç Türk vatandaşı, haklarında  yapılan suçlamalara karşı   Zürih Kanton  Mahkemesine (Obergericht)  başvuruda bulunarak açıklamalarının suç   oluşturmadığını  savunmuşlardır. Fakat mahkeme 9 Şubat 2010 tarihinde üç Türkün mahkumiyet kararını onaylamıştır.  Onaylama; 1915 olaylarının İsviçre Ceza Kanunu’nun 261’nci maddesi gereğince soykırım oluşturduğu hükmüne dayandırılmış, Lozan Sulh Ceza Mahkemesi’nin  Doğu Perinçek’in, İsviçre Ceza Kanunu’nun 261’nci maddesinin 4’ncü fıkrasının içerdiği anlamda ırk ayrımcılığından suçlu olduğuna kararına da atıfta bulunmuştur. Perinçek’in mahkumiyet kararındaki gerekçe şöyledir: “Her kim alenen belirtilen sebeplerle soykırımı ya da insanlığa karşı işlenmiş bir suçu inkar eder, tehlikesiz gösterir ya da haklı çıkarmaya çalışırsa, üç yıla kadar hapis ya da para cezasıyla cezalandırılır.”

Mahkeme,  9 Mart 2007 tarihinde  Perinçek’i 30 gün  hapis ya da  3,000  Frank para cezası ve İsviçre-Ermenistan Derneği’ne  1,000 Frank tutarında manevi tazminat ödemeye mahkum etmiştir. Ermenilere karşı  soykırım  suçu işlendiği  konusunda  mevcut  siyasal  tanıma ile yetinilmemiştir. Ayrıca,  Fransız   Parlamentosu’nun   Ermeni soykırımının tanınmasına ilişkin 29 Ocak 2001 tarihli yasa tartışmalarında  sunulan 100 tarihçinin   raporu ile   Avrupa Parlamentosu’nun   kararlarına  ve de İsviçre  Parlamentosu’nun   16 Aralık 2003 tarihinde  aldığı soykırımı tanıma kararındaki   uluslararası ceza hukuku  konusundaki  literatürüne  de atıfta bulunulmuştur.  (Marcel Alexander Niggli,  Rassendiskriminiruung, 2 basım.  Zürih 2007) Davalılar,   ırk ayrımcılığı yapmadıklarını,  1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki olayların  soykırımı olduğunun ispatlanmadığını açıklamışlardır.

İsviçre Ceza Kanunu’nun 261’nci  maddesi, 1993 yılında halkoylaması  sonucunda  kabul edilerek 31 Ocak 1995 tarihinde yürürlüğe girmiştir.  Bu madde beş fıkradan oluşmaktadır. Bunlar;  nefret ve ayrımcılığa yönlendirme,  bu amaçlı ideolojilerin yaygınlaştırılması ve propaganda yapılması,  aşağılama ve ayrımcılık, soykırım ya da insanlığa karşı işlenmiş bir suçun inkarı ve  ırkçı sebeplerle bir edimin sunulmasının reddidir. Bunlar suç kapsamına alınmıştır.

Perinçek’in mahkumiyetine gerekçe gösterilen İsviçre Ceza Kanunu’nun 261’nci  maddesinin değiştirilme süreci Haziran 2017’de başlamış ve  Meclis Hukuk Komisyonu’nda karar alınmıştır. Cenevre Milletvekili Yves Nidegger ve arkadaşlarının Meclis’in Hukuk Komisyonu’na verdiği değişiklik önergesi, 11’e karşı 13 oyla  kabul edilmiştir. Nidegger’in değişiklik önergesinde, Ceza Kanunu’nun 261’nci  maddesinin ilgili  fıkrasının, AİHM’nin  içtihadına uygun hale getirilmesi, ilgili maddede soykırım nitelendirilmesinin üstünün çizilmesi ya da soykırım tanımlamasının “yetkili uluslararası bir mahkeme tarafından saptanır” şeklinde açık hale getirilmesi istenmiştir.

Nidegger değişiklik önergesinin gerekçesini şöyle açıklamıştır: “261’nci maddenin dördüncü paragrafı öyle bir şekilde kaleme alınmıştır ki, bir tarihi olayın soykırım olarak nitelendirilmesinin ve bunun hangi temelde yapılacağının, bu maddeyi uygulayacakları kabul edilen mahkemeler tarafından mı yapılması gerektiği belirtilmemiştir. Uluslararası bir mahkemenin kararı olmayan ve yerel/uluslararası kamuoyunda  anlaşmaya varılmamış bilimsel veya siyasi tartışmalarla ilgili olarak İsviçre mahkemelerinin aldığı kararlarda, mahkemelerin bir olayın hukuki nitelendirmesini yapmak noktasında metodolojiye sahip olmadığı ortaya çıkmaktadır.  Strasburg’da İsviçre’nin mahkumiyetinin gösterdiği gibi, yasa koyucu, yasa koymaktan sadece soyut planda sınırlandırılabilir. Bu durum böylesine  hassas bir konuda, demokratik bir toplumda kabul edilemez olan ifade özgürlüğünün saygınlığının zedelenmesi noktasında şüpheler uyandırabilir.

İsviçre’nin Vaud Kantonu İstinaf Mahkemesi, sözde Ermeni soykırımını tıpkı Yahudi soykırımı gibi Ceza Kanunu’nun 261’nci maddesi 4’ncü  fıkrasının kabulüyle yasa koyucu tarafından açık ve bilinen  bir tarihi gerçek  olarak tanımıştır. Mahkeme, soykırımın reddinin ayrımcı bir sebep bulunmaması durumunda da  cezalandırılabilir olduğunu açıklamıştır. Başvuranlar, düşünce ve bilim özgürlüğünün ihlal ettiği iddiasıyla  kabul edilemeyeceği belirtilerek  reddedilmiştir.  Bunun üzerine   karar temyiz edilmiştir. Federal Mahkeme, davanın Perinçek davasından ayırt  edilemeyeceği kararına varmış ve 16 Eylül 2010 tarihinde Vaud Kantonu mahkemesinin kararını bozmuş, tarafların davanın dostça çözüme kavuşturulması koşulları konusunda anlaşamayacaklarına karar vermiştir.

Perinçek’in önce İstinaf Mahkemesi sonra Federal Mahkeme’ye yaptığı temyiz başvurularının reddedilmesinin ardından konu AİHM’e taşınmıştır. AİHM 2’nci Dairesi 17 Aralık 2013 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’ncu  maddesinin ihlal edildiğini  belirleyerek  Doğu Perinçek’i haklı bulmuş ve   İsviçre’yi  mahkum etmiştir. (https://www.nomos-elibrary.de/10.5235/219174414811783342/a-european-halt-to-laws-against-genocide-denial-jahrgang-4-2014-heft-1)  Karar aleyhine   Büyük Daire’ye başvuran İsviçre, buradan  sonuç alamamış ve dava 15  Ekim 2015 tarihinde Türkiye’nin lehine sonuçlanmıştır.  AİHM  Büyük Dairesi,  “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” sözleri  sebebiyle Perinçek aleyhine verilen kararı bozmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı da “Tarihin ve hukukun siyasi amaçlarla istismarına gereken cevabı vermesi bakımından önemli bir dönüm noktası” olarak nitelediği kararı memnuniyetle karşılamıştır. (Case Of Perinçek V. Switzerland, Application No. 27510/08,

AİHM’de görülen Perinçek-İsviçre davasını izlemek üzere 28 Ocak 2015 tarihinde Strazburg’da idim. Dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek, İşçi Partisi Genel Başkanı Perinçek’in İsviçre aleyhine AİHM’de açtığı davada verilen kararın  önemli bir karar olduğunu  şöyle yorumlamıştır: “İsviçre bu karara itiraz etmeyeceğini söylemişti. Ama ne olduysa oldu, sonradan karara itiraz etti. Ben İsviçre’nin bu tutumunu protesto etmiştim. İsviçre’ye yapacağım ziyareti iptal ederek tepki göstermiştim. Şimdi İsviçre’nin yaptığı itiraz AİHM Büyük Daire’de görüşülecek. Burada verilecek karar çok çok önemli, 28 Ocak’taki duruşma tarihi önemde. Büyük Daire’nin vereceği karar Ermeni soykırımı iddialarını tamamen bitirebilir. Ermeni diasporası da bu nedenle telaş içinde. Biz TBMM olarak da gelişmeleri yakından takip ediyoruz. 28 Ocak’ta görülecek dava için 3 siyasi partinin temsilcilerinden oluşan bir heyeti Strazburg’a gönderme kararı aldık. TBMM heyeti orada gözlemci olacak.”

Karar duruşmasında  Türk yüksek öğretiminden Turgut Özal Üniversitesi adına benden başka Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Metin Kale ile Anadolu Üniversitesi’nden Prof. Dr. Can Ayday dışında kimse  bulunmamıştır. Bu durum, üniversitelerimizin Türkiye için bu çok önemli konuya gerekli önemi vermediğini   göstermektedir. (https://www.turkishnews.com/tr/content/2015/02/01/strazbugda-ermeniler-kaybetti-turkiye-kazandi/)

AİHM’nin 15 Ekim 2015 tarihli Doğu Perinçek Kararı, 47 Avrupa Konseyi üyesi devleti doğrudan, diğer devletleri ise uluslararası hukuk açısından bağladığı için  İsviçre 23 Mayıs 2016 tarihinde  Federal Mahkeme’ye başvurmuştur: “Büyük Daire’nin Perinçek davasındaki kararı ışığında (…) ve mevcut davanın bu davayla (…) benzer koşulları göz önüne alındığında,  mevcut davada AİHS’nin 10’ncu  maddesinin ihlali söz konusudur. Geçmişte olduğu gibi İsviçre, halen yürütülmekte olan Bakanlar Komitesi’nin denetimine tabi olan Perinçek yargılaması da dahil olmak üzere, AİHM’nin nihai kararlarına uyma yükümlülüğüne saygı gösterecektir. İsviçre,  diğer tarafa manevi tazminat ve İsviçre’deki başvuranların maruz kaldıkları giderler dahil olmak üzere tüm yaralanmalara toplu ödeme olarak 35.000 İsviçre frangı   tutarında bir ödeme yapmayı kabul eder.”İsviçre Federal Mahkemesi AİHM’nin  kararına uyarak    25 Ağustos 2016  tarihinde  Perinçek hakkında verilen mahkumiyet kararını  kaldırmıştır.

Bu süreçte Ali Mercan, Hasan Kemahlı ve Ethem Kayalı 7 Temmuz 2016 tarihlinde AİHM’ye başvurarak,  İsviçre’nin mevcut davanın  amacından yoksun olduğu görüşünü paylaşmadıklarını  açıklamışlardır. Türk vatandaşları,  AİHS’nin 10’ncu maddesinin ihlal edildiğinin kabul edilmesinin ardından  sadece davanın  sonuçlandırılmasının, ceza kayıtlarındaki kayıtların silinmesini sağlamayacağını belirterek,  iş arama veya vatandaşlığa alma başvurusu söz konusu olduğunda, özel hayatlarında önemli sonuçlar doğuracağını  açıklamışlardır. Çünkü, Ali Mercan  ırk ayrımcılığı, Hasan  Kemahlı ile Ethem Kayalı  ırk ayrımcılığı suçuna iştirak etmekten  mahkum edilmişlerdi. Ali Mercan  1915 yılındaki olayların soykırımı değil karşılıklı  çatışmalardaki  trajik olaylar olduğunu   ve bu sebeple ırk ayrımcılığı fiilinin oluşmadığını  açıklamıştır.

Savcının  iddianamesi  şöyledir:   “Sanık   30 Haziran 2007’de Hotel Zentrum Töss’de  40  dinleyici ve basın mensuplarının önünde  Türkçe ve Almanca, Osmanlı  İmparatorluğu tarafından Ermeni halkına  uygulanan katliamın (massaker) ve sürgünün (deportation),  İsviçre’de kabul gören   görüşe (entgegen des hierzulande aufgrund der anerkannten Geschichtswissenschaft herrschenden Konsenses) ve  geneldeki  anlayışa  rağmen (allgemein anerkannten    Verstaendnisses) soykırımı olmadığını, soykırım iddiasının  bir uluslararası tarihi yalan olduğunu açıklamış, iddiasını üç sayfalık bir bildiride  dile getirmiştir. Mercan, Ermeni toplumunun 1915 olaylarına dayanarak tanımlayan bir  etnik grup olduğunu bilmekteydi. Mercan, Ermenilere yapılan soykırımını inkar  eden  eylemiyle,   şimdiye kadar iki defa   mahkum edilmiş bulunan  Türkiye İşçi Partisi  başkanı Doğu Perinçek’in  daha önce yaptığı açıklamaları   savunarak Ermenilerin  eşitliklerini (gleichwertigheit) sorgulamış,  insanlık onurunu yaralamış, bunu  isteyerek  yapmıştır. Bu  iddiasını  1915 olaylarının soykırımı olduğu yolunda  İsviçre’de  kabul edilen  ve İsviçre  Meclisindeki (Nationalrat) ve uluslararası kurumlardaki görüş birliğine rağmen yaparak  bilinçli olarak yasaya  aykırı davranmıştır. Ermenilerin  eşitliklerini (gleichwertigheit) sorgulamış,  insanlık onurunu yaralamış, bunu  isteyerek  yapmıştır. Bu  iddiasını  1915 olaylarının soykırımı olduğu yolunda  İsviçre’de  kabul edilen  ve İsviçre  Meclisindeki (Nationalrat) ve uluslararası kurumlardaki görüş birliğine rağmen yaparak  bilinçli olarak yasaya  aykırı davranmıştır.”

Mercan ve arkadaşları,  İsviçre Federal Anayasası’ndaki  fikir ve bilim özgürlüğüne  değinmiş, eyleminin suç olmadığını savunmuş, 1915 yılında Doğu Anadolu’daki olayların serbestçe tartışılmasını istemiş, bu olayların yeterince incelenmemiş bulunduğunu ve  sıradan bilgi sahibi  kesim tarafından soykırımı olarak  tanımlandığını vurgulamıştır. Mercan, uluslararası hukuk açısından geçerli bir soykırımı kararı bulunmadığını, bu eylemin Ceza Kanunu’nun  261’nci  maddesine girmediğini  belirtmiştir. 1985  Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Alt Komisyonu  Doğu Anadolu’da 1915 yılındaki olayların  soykırım olduğunu kabul etmiş ise de, bu   bir  siyasal söylem olup, mahkeme tarihsel konularda karar verme konusunda  yetkili değildir.

Mahkeme, Ceza Kanunu’nun 261’nci  maddesinin sadece Nasyonal Sosyalistlerin suçlarını değil  tüm soykırımlarını kapsadığı görüşünü  benimsediğini açıklamış, kararlarının, araştırmaların ve  hukuk öğretisinin Holokost’un inkarının bir ceza davasında ispatlanmasına gerek bulunmayan     herkes tarafından doğru olarak kabul edilen tarihsel gerçek (von der Allgemeinheit wahr erwiesenen anerkannte historische Tatsache) olduğunu  belirtmiştir. Bu durumda mahkemenin  tarihçilerin çalışmalarına başvurmasına gerek yoktur. Holokost’un inkarının cezalandırılması esası, yargıcı başka soykırımlarının inkarı durumunda yönlendirecektir. Bu durumda ispatlanması gereken husus, davalı tarafından inkar edilen olayda  genel uzlaşma bulunup bulunmadığının belirlenmesidir.

AİHM  Mercan ve diğerleri-İsviçre davasına ilişkin olarak 28 Kasım 2017 tarihinde oybirliğiyle aldığı kararla, 1915 olaylarıyla ilgili açıklamalarından  dolayı  İsviçre tarafından soykırımı inkar ettikleri gerekçesiyle mahkum edilen Merçan, Kemahlı ve Kayalı’nın  ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Karar, soykırım iddiasını mutlak gerçekmiş gibi kabul ettirme doğrultusundaki girişimlere karşı, demokrasi ve hukuk ilkelerine dayanan  güçlü  bir hukuki tasarruftur.

Böylece,  2015 yılında AİHM Büyük Dairesi’nin  Perinçek-İsviçre davasında verilen  kararla oluşturulan ifade özgürlüğü koruma altına alınmış,  1915 olayları ile Holokost arasında tarihsel ve hukuki farklılıklar bulunduğu yönündeki içtihat bir defa daha tescil edilmiş, 1915 tehcirine  ilişkin hukuki bir kazanım elde edilmiştir. Dışişleri Bakanlığı kararı şöyle yorumlamıştır:  “Soykırım iddiasını mutlak gerçekmiş gibi kabul ettirme doğrultusundaki girişim ve uygulamalara karşı, demokrasi ve hukuk ilkelerine dayanan çok güçlü bir hukuki tasarruf olarak değerlendirmekteyiz.”

Sözde Ermeni soykırımı konusunda mücadele  sadece devlete düşmemelidir. İlerlemiş yaşına rağmen  Şükrü Sever Aya’nın, (Big Lie, Büyük Yalan,Ka Kitap 2017)   emekli Büyükelçi Pulat Tacer’in, çok yakında kaybettiğimiz emekli Büyükelçi Ömer  L. Lütem’in ve Ferruh Demirmen’in  (Respectable EU, European Council, and UN Dignitaries) şahsi çabaları da  göz ardı edilmemelidir.

Bu kapsamda benim de bir katkım olmuştur. Federal Almanya Parlamentosu 1 Haziran 2016 tarihinde  asılsız sözde Ermeni soykırımı iddialarını tanıma kararı alınca, bunu  kınayan ilk Türk üniversitesi, Turgut Özal Üniversitesi olmuştur. O tarihte tarafımdan hazırlanan bildiri, 2 Haziran 2016 Perşembe günü Üniversite Senatosu tarafından yayınlanmıştır. Bildiri metni  aşağıdadır.

“Ermeni diasporasının 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren, çeşitli ülkelerde  Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyaları ile varlığını hissettiren sözde Ermeni soykırımı iddiası, 1973’den sonra ASALA terör örgütü tarafından Türk diplomatlarına yönelik terör saldırılarına dönüşmüştür. Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin, yabancı mihrakların kışkırtmasıyla devlete başkaldırmaları sonucunda bulundukları bölgelerden daha emniyetli bölgelere nakledilme sürecinde üzücü olaylar ve ölümler olmuştur.

Fakat bu tehcir, hiçbir zaman Ermeni nüfusunun kitlesel imhasını öngören bir şekilde gelişmemiştir ve de asla bir soykırım değildir. Türk Ermeni çatışması sırasında binlerce Müslüman Türk vatandaşının toplu olarak katledildiği, Kars, Erzurum ve Van ‘da ortaya çıkarılan toplu mezarlarla dünya kamuoyunun gözleri önüne serilmiştir.

Yeni nefret ortamlarına fırsat verilmemesi, insanların barışa ve birlikte yaşamaya davet edilmesi gerekirken Almanya Federal Parlamentosu’nun tarihi ve hukuki gerçeklerden uzak, siyasi nitelikli Türkiye’yi sözde soykırımı tanımaya davet eden kararı, Türk kamuoyu gibi Üniversitemiz mensupları tarafından üzüntüyle karşılanmıştır.

Karar, Doğu ve Batı uygarlıkları arasındaki bütünleşme çabalarına ve de tarihi Türk – Alman dostluğuna zarar verebilecek niteliktedir. Karar, Türk-Ermeni ilişkilerine fayda sağlamayacağı gibi, geleceğe dönük bölgesel ve küresel yeni gerilimlere kaynak oluşturabilecektir. Turgut Özal Üniversitesi  Senatosu olarak Birinci Dünya Savaşı’nın Savaş şartlarının yarattığı bir zorunluluktan doğan ölümlerden üzüntü duymamamız mümkün değildir.

Fakat, Almanya  Parlamentosu’nun tarihi gerçekleri yok sayarak sadece Ermenilerin değil, Asuriler, Süryaniler ve Keldanilerin de soykırıma tabi tutulduğunu öne sürmesi, 1915 olaylarının Almanya’da okul, üniversite ve siyasi eğitim müfredatlarına konulmasının istenmesi ve de 1915’te yaşananların hem gelecek nesillere anlatılmasına hem de Almanya’da yaşayan Türk ve Ermeni kökenlilerin uyumuna katkı sağlayacağının belirtilmesi kabul edilemez. 

Turgut Özal Üniversitesi Senatosu olarak Almanya Federal Parlamentosunda alınan sözde Ermeni soykırımı iddialarını savunan kararı kınadığımızı Türk ve dünya kamuoyuna ilan ediyor ve alınan kararın amacına ulaşamayacağını başta Almanya  olarak bütün ülkelere bir kez daha önemle hatırlatıyor, zamanımızdan 101 yıl önce yaşanan olayların başta tarihçiler olmak üzere konuyla ilgili bilim insanları tarafından araştırılması yolundaki tüm bilimsel çalışmaları destekleyeceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz.” )

Fransız Yazar Yves Benard,  Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un  aksine Aralık 2017’de Fransa’da yayınlanan kitabında “Ermeni soykırımı yoktur”  görüşünü savunmuştur.  Benard, incelediği belgelerin  sözde Ermeni soykırımı  iddialarını çürüttüğünü belirtmiştir: “Soykırım yoktur, iki taraf içinde katledilmişler vardır. Şuna ikna oldum ki aslında Türkler, Ermenilerden daha fazla katliam kurbanı olmuştur.”  

Kitap, Pantheon Yayınevi tarafından Türk-Ermeni Görüş Ayrılığına Yeni Bakış (Divergences Turco-Armeniennes) adı altında (165 sayfa) basılmıştır. Benard, Türkiye’yi gezerek araştırma yapmış ve Türk toplumu hakkında adalet yerini bulsun dileğinde bulunmuştur.  Yazar, “Bu kitabı yayınlatmakta çok zorlandım. 2009 yılında çıkardığım ilk kitap sadece bir hafta raflarda kalabilmişti. Çünkü yayınevi üzerinde çok büyük baskı vardı. Korktular ve yayını durdurmaya karar verdiler. Şimdi, öyle görünüyor ki artık daha kolay yayınlanabilecek bir konu. Bu sefer çok kolaylıkla bir yayınevi buldum. Oysaki ilk kitabım için en az 60 yayıneviyle irtibata geçmiştim. O dönemde yayınevlerinin yarısı olumsuz cevap vermiş, diğer yarısı ise cevap vermeye bile gerek duymamıştı” demiştir.

Kitap hakkındaki  değerlendirme (Türkçesiyle birlikte ) şöyledir:“Ces documents, mieux que de longs discours, vont vous exposer le déroulé des événements tels qu’ils se sont passés réellement. Ces témoignages émanant de diplomates, de journalistes, d’officiers, d’ecclésiastiques, de terroristes méconnus des Français donnent un tout autre regard sur la tragédie turco-arménienne et démontrent à quel point, il est aisé de faire croire à l’opinion mondiale ce que l’on veut, au détriment de la vérité qui est tout autre ! 

Lorsque la première guerre mondiale éclate, commence une funeste période semant partout mort et souffrance. La Turquie est assaillie de toutes parts et ses hommes valides sont appelés à combattre, laissant derrière eux femmes, enfants et vieillards. En pleine rébellion, les miliciens arméniens orchestrent alors un plan d’extermination. Une véritable folie meurtrière donnant lieu à des actes de barbarie indescriptibles, n’épargnant rien à ces civils sans défense.

Présenté dans un ensemble structuré et appuyé d’archives essentielles, l’ouvrage met ainsi en lumière un fait méconnu du conflit turco-arménien. Démontrant que les Arméniens ont leur part de responsabilité, il révèle ici une page sombre et inattendue de l’histoire.

Convaincu que les manuels scolaires français font l’impasse sur un fait capital, Yves Bénard a mené une quête de documents périlleuse. C’est en arpentant la Turquie et en réalisant un travail de recherche conséquent, qu’il démontre sa volonté de rendre justice à un peuple attachant.”

“Bu belgeler, uzun söyleşilerden çok gerçek anlamda olayların nasıl gerçekleştiğini, anlaşılır ve açık bir şekilde sizlere aktaracaktır.  Belgeler; diplomatlar, gazeteciler, subaylar, din adamları ve  teröristlerin   açıklamaları ve de Fransızlar tarafından  Ermeniler lehine yorumlanan Türk-Ermeni trajedisine farklı bir bakış açısı getirmektedir. Onların görüşlerine  inanmak kolaydır.  Oysa gerçekleri kabul ettirmek çok daha zordur.

Birinci Dünya Savaşı başladığında, her yerde ölümün ve acının hüküm sürdüğü bir dönem başlamıştır. Türkiye her tarafta kuşatılmış durumdadır ve savaşabilecek durumda olan erkekler, kadınları, çocukları ve yaşlıları geride bırakarak  savaşa çağrılmışlardır.  Ermeni milisler,  isyan ederek savunmasız sivillere karşı  korkunç, acımasız ve barbarca bir imha  gerçekleştirmişledir.

Tasniflenmiş ve güvenilir bir arşivden desteklenen bu kitap, Türk-Ermeni çatışmasının az bilinen bir gerçeğini gün yüzüne çıkartmıştır. Ermenilerin sorumlu olduğunu gösteren belgeler, karanlık bir tarih sayfasını gözler önüne sermektedir.

Fransız ders kitaplarının önemli bir gerçeği gözden kaçırdığına inanan Yves Bénard, belgeler için önemli bir araştırma gerçekleştirmiştir. Türkiye’yi inceleyerek ve çok sayıda araştırma  yaparak,  adaletin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur.”

Fransa’yı eleştirirken Türkiye’nin geçmişte izlediği yanlış politikaları da yok sayamayız. Türkiye, Cezayirlilerin Fransa’ya karşı verdiği bağımsızlık savaşında Fransa’ya destek vermiştir. Bu durumu  emekli Büyükelçi Onur Öymen şöyle değerlendirmektedir: “Cezayir Cumhurbaşkanı, orada görev yapan elçilerimizden bir tanesine bu konu ile ilgili dert yanmıştır. Fransa’ya karşı savaşan Cezayirli mücahitlerin iç cebinde Atatürk’ün fotoğraflarını taşıdığını, Türk bağımsızlık savaşını örnek aldıklarını ifade etmiş fakat Türkiye’nin Cezayir’in bağımsızlığı için Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamalarda, Cezayir’in karşısında ya da çekimser kaldığını unutmadıklarını eklemiştir. Hatırlarsınız o oylamaların bir tanesi, bir oyla Cezayir’in aleyhine sonuçlanmıştır. Maalesef o oy Türkiye’nin oyudur. Adnan Menderes döneminde yapılmıştır bu oylama.”

Fransa Cumhurbaşkanı Macron sonbaharda  Ermenistan’a gidecektir. Kendisinden Ermenistan işgali altındaki Dağlık Karabağ’a gitmesini isteyen diaspora temsilcilerinin bu talebini  geri çevirmiştir. Mevcut durumda bölgeyi ziyaret etmesi   durumunda Fransa’nın krizin çözümündeki arabulucu rolünü yitireceği mesajını vererek doğru bir karar vermiştir. Fakat  Fransa, Türkiye’ye karşı devamlı bir çifte standart uygulamaktadır.  Paris’te 5 yıl yaşadım ve görev yaptım. Fransızların Türklere sempati ile bakmadıklarına tanık oldum.

Kenan Mutlu Gürses, 31 Aralık 2017 tarihinde  “Başepiskopos Karekin Bekçiyan’a Açık Mektup” başlıklı  bir yazı yazarak  sözde Ermeni soykırımı konusundaki görüşlerini Ermeni Patriği ile paylaşmıştır. Uzun yazının önemli gördüğüm  tespitleri şöyledir:

Sayın Başepiskopos Bekçiyan, Ermeni diasporasının yıllardır diline doladığı, haksız, mesnetsiz çarpıttığı, gerçekle bağdaşmayan, sözde Ermeni soykırımı iddiası sürüp gidiyor. Din adamı oluşunuz, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji ve Tarih Bölümü son sınıfına kadar okumanız ve Köln-Bochum Üniversitesi Pedagoji Bölümü mezunu olmanızla, konuyu en sağlıklı değerlendirecek kişilerin başında sizin geldiğinize inanıyorum.

Bu inancımda her ne kadar aşağıda açıklayacağım konular nedeniyle tereddütlerim olsa bile!  Tarih bilginize inanarak, o sayfalara birlikte bakmayı önererek, öncelikle tehcirden ne anladığınızı öğrenmek isterim. Dilerseniz, kabul edilebilir olsun diye göç, acıları çağrıştıracaksa sürgün de diyebiliriz. tabiî ki, tarihi 1915’den başlatmamak kaydıyla!

Sayın Bekçiyan, Türk Milleti’nin kin gütmediğini, Selçuklu ve Osmanlı hoşgörüsünü de çok iyi bildiğinize inanıyorum. Asırlar önce yaşanan acı hatıraları biz unuturken, siz 1915 tehcirini, sözde Ermeni soykırımı yapıldı yaygarasına başvuruyorsunuz. Detaylarına değinmeden, bazı tarihleri, bazı yer ve Ermeni İsyanlarını ateşleyen isimleri hatırlatmak isterim. 1860, 1870, 1873, 1876, 1878, 1899, 1890, 1895 yılları gibi. Adana, Amasya, Erzurum, İstanbul, Kafkasya, Kilikya, Maraş, Mersin, Muş, Sivas, Tokat, Van, gibi. Apovyan, Arpiyaryan, Ayvazyan, Çeraz, Demircibaşyan, Felekyan, Kirkor Azruni, Mikael Nalbandyan, Portakalyan,  Şahnazaryan, Şişmanyan, Raffi gibi. O tarihlerde, o şehirlerde, o isimler sizce ne yapmaya çalışıyorlardı?

Fransa, Avusturya, Rusya, İngiltere ve Amerika ile misyonerleri, 1840’lı yıllarda bir ucu, Anadolu’dan Lübnan-Suriye’ye uzanan hareketliliği, rahiplerinizin Anadolu’ya gönderilmesini, Katolik, Ortodoks, Protestan mezhep konusunu,  1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ki tutumunuzu,1878 Ermeni Olaylarını, yeni bağımsızlık kazanan Balkan Devletlerine özenerek, bugün dost olarak anlattığınız, dün düşman gördüğünüz Kürtlerle söz konusu tarihlerdeki işbirliğinizi, 24 Nisan 1915 değil, tehcirin uygulanmağa başladığı tarihe kadar, gün gün ya siz anlatın, bilmiyorsanız (!) size arşiv belgeleriyle birlikte, bir din adamının, bir tarihçinin anlayacağı şekliyle gün gün anlatayım.

Tabii, 1915-1918 yılları arasında Ermenilerin yaptığı mezâlimlere ayrı bir sayfa açmak kaydıyla. Ermeni diasporasının çarpıtılmış yalanlarıyla, sözde Ermeni soykırımını yaptığı iddia edilen Osmanlı Devleti, tebaasının isyan hareketlerine rağmen, şu dört örnek irade buyruldularını, soykırımına uğratacağı insanlar için neden çıkarsın? Bunun cevabını en açık şekilde din adamları vermez mi?

Eğin Nareğyan Ermeni Okulu öğretime açıldı (1910).

Erzincan’da Ermeni Gençlik Spor Birliği kuruldu (1911).

Kemah Kasabasındaki Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Ermeni Kilisesinin avlusunda bir salon ile bir de çan kulesinin yapımına irade buyruldu (1913)

Refahiye Kasabasındaki Ermeni Mahallesinde bulunan Ermeni Kilisesinin bitişiğinde Ermeni çocuklarına mahsus bir okulun yapımı için ruhsat verilmesine irade buyruldu (1913). Benzer sayısız belgelerin, varlığını bilmediğinizi düşünmek bile istemiyorum.

Tarih geçmişte yaşanmış insan ve insan topluluklarının bütün faaliyetlerini yer ve zaman göstererek, sebep-sonuç ilişkisi kurarak, belge ve bulgular ışığında inceleyen bilim dalıdır  diye kabul edilir. Yaşanmış olayları aktarırken, kimsenin cesaretine, cesaretsizliğine bakmaz. Önyargılarla, yaklaşılması/yaklaşılmaması, tarihin ilgi alanı değildir. Çekincelerle, öfkeyle, kinle de bakılamayacağı gibi. Tarihte hiçbir millet yoktur ki acı çekmemiş olsun.” )

Osmanlılar  Ermenilere 1915 yılında sözde soykırım  uygulamışsa, onların kiliselerini neden ortadan kaldırmamıştır sorusunu Ermeni Patriği, Fransa Cumhurbaşkanı Macron  ve de Türkiye’de başta Taner Akçam ve Garo Paylan olmak üzere  Ermeni muhipleri cevap vermek durumundadır.

İstanbul Ermeni Patrikliği’nin kuruluşundan (1461) sonra 55 Ermeni Kilisesi inşa edilmiştir. Bunlardan 30 kadarı halen ibadete açıktır.  Ayakta kalan kiliselerin en eskileri, İstanbul’un fethinden sonra yerli Rum halkından alınarak Ermenilere verilen kiliselerdir. Bunlar; Kumkapı’daki Surp Asdvadzadzin Patriklik, Samatya’daki Surp Kevork eski Patriklik ve Balat’taki Surp Hreşdagabed kiliseleridir.  Ermeni kiliselerinin çoğu 18-19’ncu yüzyılda inşa edilmiştir. Bugün faal olan  kiliselerden 15’i  bu döneme aittir. Cumhuriyet döneminde kilise yapımı yasaklanmıştır. İstisnası  Karaköy’deki Surp Krikor Lusavoriç kilisesi ile  Balıklı Ermeni Mezarlığı’ndaki Surp Sarkis Şapeli’dir.

İstanbul’da günümüzde varlığını koruyan Ermeni Gregoryen kiliseleri şunlardır: Surp Hovhannes Avedaraniç Kilisesi (Gedikpaşa), Surp Tateos-Partoğomeos Kilisesi (Yenikapı), Surp Hovhannes Avedaraniç Kilisesi (Narlıkapı), Surp Nigoğayos Kilisesi (Topkapı),  Surp Hreşdagaberdatz Kilisesi (Balat), Surp Yeğya Kilisesi (Eyüp-Nişanca), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Eyüp-İslambey), Surp Pırgiç Şapeli (Yedikule), Dzınunt Surp Aasdvadzadzin Kilisesi (Bakırköy), Surp Harutyun Kilisesi (Kumkapı), Surp Istepanos Kilisesi (Yeşilköy), Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi (Surp Istepanos Kilisesi ile-Karaköy),  Surp Istepanos Kilisesi Surp Yerrortutyun Kilisesi (Surp Minas Şapeli’ni kapsar-Beyoğlu), Surp Asdvadzadzin Patriklik Kilisesi (Surp Toros Ayazması ile-Kumkapı), Surp Kevork Kilisesi (Surp Hovhannes Mıgırdiç Ayazması ile-eski Patriklik-Samatya), Surp Hagop Kılkhatir Kilisesi (Altımermer), Surp Sarkis Şapeli (Balıklı), Surp Harutyun Kilisesi (Taksim), Surp Hripsimyantz Kilisesi (Büyükdere), Surp Takavor Kilisesi (Kadıköy), Surp Haç Kilisesi (Üsküdar-Selamsız), Surp Vartanantz Kilisesi (Feriköy), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Beşiktaş), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Ortaköy), Yerevman Surp Haç Kilisesi (Kuruçeşme), Surp Santuht Kilisesi (Rumelihisarı), Surp Yeritz Mangantz Kilisesi (Boyacıköy), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Yeniköy), Surp Garabet Kilisesi (Üsküdar-Yenimahalle), Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi (Kuzguncuk), Surp Yergodasan Arakelotz Kilisesi (Kandilli), Surp Nigoğayos Kilisesi (Beykoz), Surp Nişan Kilisesi (Kartal),bSurp Krikor Lusavoriç Kilisesi (Kınalıada).

Ermeni Katolik kiliseleri ise daha azdır: Anarad Hığutyun Kilisesi (Pangaltı), Surp Andon Kilisesi (Tarabya), Anarad Hığutyun Kilisesi (Samatya), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Beyoğlu-Sakızağacı), Surp Levon Kilisesi (Kadıköy), Surp Yerrortutyun Kilisesi (Beyoğlu), Surp Boğos Kilisesi (Büyükdere), Surp Hovhannes Mıgırdıç Kilisesi (Yeniköy), Surp Hovhan Vosgeperan Kilisesi (Taksim), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Büyükada), Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi (Ortaköy), Surp Hisus Pırgiç Kilisesi (Galata).  Ermeni Protestan kiliseleri:  Avedaranagan Amenasurp Yerrortutyun Kilisesi (Aynalıçeşme-Beyoğlu), Emanuel Kilisesi (Fincancılar-Eminonü), Gedikpaşa Protestan Kilisesi, Halıcıoğlu Protestan Kilisesi ve Üsküdar Şapeli.

Anadolu’da ise 7 kilise vardır: Kayseri Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi, Diyarbakır Surp Giragos Ermeni Kilisesi (Burada Surp Sarkis Ermeni Kilisesi ve Surp Hagop Şapeli’de  vardır),Derik Surp Kevork Ermeni Kilisesi, İskenderun Surp Karasun Manuk Ermeni Kilisesi, Kırkhan Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi, Vakıflıköy Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi. Akdamar Adası, Surp Haç Kilisesi.  ) Istanbul Ermeni kiliseleri  Les églises arméniennes à Istanbul

Emekli Büyükelçi Onur Öymen dış politikadaki son gelişmeleri değerlendirdiği röportajında, Gelmiş geçmiş hiçbir Türkiye hükümeti döneminde, Ermeni meselesi, Kıbrıs, Kürt sorunu gibi konularda izlediğimiz siyaset büyük devletlerinkiyle örtüşmedi” diyerek bir gerçeğin altını çizmiş ve şu örneği  vermiştir:

“Geçenlerde Fransa’nın Nice şehrini ziyaret ettim. 24 Nisan vesilesi ile şehrin en büyük kitapçısında Ermeni meselesi ile ilgili kitapları teşhir etmişler. Kitapçının vitrininde sergilenen konu ile ilgili 30 kitabın 29’u Ermeni tezlerini savunan kitaplarken biri de Ermeni yemekleri üzerineydi. Batı’nın Türkiye’ye karşı taraflı bakışını anlatan bir tabloydu. Özellikle Avrupalılar, Türkiye’nin bu konuları onların istediği gibi çözmemizi istiyor. Avrupa ülkelerinde, sağ veya sol bütün siyasi partiler, hükümetlerinin Türkiye’ye uyguladığı siyaset konusunda hemfikirlerdir.”  

Türkiye; başta  Fransa olmak üzere AB ülkelerinde ve  ABD’de etkin bir lobi faaliyetine girişmeli, Ermenistan ve sözde soykırım  konusunda üniversitelerimizde  araştırma merkezleri kurulmasını sağlamalıdır. Sözde Ermeni soykırımı konusuna ağırlık veren  sivil toplum  kuruluşları desteklenmelidir. Siyasi iktidar ekonomik boykot dışında  alternatifler geliştirmelidir. Siyasi partiler, işlerine yarayıp yaramadığına karar vermeden konuya eğilmelidir.

Derin devlet bu tepkinin içinde olmalı, sivil girişimleri ve açık eylemleri organize etmelidir. Basın konuya önem vermelidir. Düzensiz çalışma anlayışımız ve bir projeyi takip etmekte ve devamlılık sağlamaktaki eksikliklerimiz giderilmelidir. Bunu bilen Avrupalı stratejistler, sert tepkilerin ardından kabul ve sessizlik geleceğini tahmin ediyorlar. Bu dezavantajları görerek strateji oluşturan Fransa, aldığı kararlardan sonra ortalığın durulmasını beklemekte, daha sonra yeni kararlar almaktadır.

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, Suriye’deki eylemleriyle Türkiye ve İran’ın uluslararası hukuku ihlal ettiğini savunmuştur.  BFM TV kanalına konuşan Le Drian,  Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü olarak gördüğü YPG’ye karşı başlattığı harekatla ilgili olarak “Sınırlarında güvenliği sağlamak sivilleri öldürmek anlamına gelmez ve bunun kınanması gerekir” derken,  Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamları neden Dışişleri Bakanı  Çavuşoğlu gündeme getirmemektedir,  anlamış değilim. Fransızlar, geçmişte sömürgelerinde yaptıkları katliamlarla bilinir. Cezayir’de 1,5 milyon insanı katletmişler, Ruanda’da 90’lı yıllarda Hutu ve Tutsi kabilelerinin birbirlerini katletmelerine yardımcı olmuşlardır. Bunu unutarak Türkiye’yi suçlayanlar, önce dönüp kendi kanlı geçmişlerine bakmalıdırlar.

Sevr Anlaşması, Birinci  Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde  Paris’in batı banliyösü Sevr kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) imzalanmıştır. Bu müze, Türkiye için  Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne  8 Mart 2001 tarihinde  sözde Ermeni Soykırım Anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1.5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Bu ifade  Auschwitz- Birkenau toplama kampının önünde de vardır. Bir farkla: 1.5 milyon Yahudi 1.5 milyon Ermeni olarak değiştirilmiştir.

Fransa’ya 1920’li yıllarda Antep yöresinde ne aradığı, oraya neden geldiği, bu gelişi sırasında bölgede yaşayan insanlarımızdan ne kadarını öldürdüğü ve sakat bıraktığı sorulmadığı sürece, Fransa Cumhurbaşkanı Macron  ile  Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian konuşmaya devam edecektir.

Alınan soykırım kararlarından sonra kısa süren tepki ve öfke patlamalarının ardından  sorun unutulmaktadır. Bu, bir eksikliktir. Fransızlar ve diğerleri bir stratejiye bağlı olarak çalışmakta ve gerektiği zaman yeni hamlelerini gerçekleştirmektedirler. Fransa’nın alacağı karara karşı yürütülecek mücadele aynı zamanda Avrupa’nın özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak değerlendirilmelidir.  Avrupa 1789 Rönesans’tan bugüne kadar özgürlük savaşı ve yaklaşımından çok şey kaybetmiş, riyakarlığın ve ucuzluğun merkezi olmuştur.

Öncelikle bir sivil bir platform oluşturmak gerekir. Platformu her konuda uzman katılımcılarla  desteklemek, her alanda yüksek nitelikte iletişimciler ve strateji oluşturma yeteneği olanlarla kısa ve uzun vadede  yapılacakları belirleyerek, hızlı davranmak gerekir. Platform, internet ve sanal iletişim aracılığı ile kurumsal iletişim yapılanmasına dönüştürülmelidir.

Başta Fransa olmak üzere AB ülkelerinde dernek, sivil toplum kuruluşu ve vakıflar oluşturulmalı, bu kuruluşlar için taşınmazlar edinilmelidir. Oluşturulacak veri tabanı ile derlenen bilgiler sivil platforma akmalı ve gelecek stratejilerin oluşmasında kullanılmalıdır. Özellikle Fransa merkezli yayın, iletişim ve medya kuruluşlarına ağırlık verilmeli, TV’ler ve yayın organları  kurulmalıdır. Türkiye’de  aktif olan internet kullanıcıları, webmasterlar  aracılığıyla   web site, mail zinciri, gruplar  kurarak milyonlarca mail gönderebilirler.

Bu konuda üniversitelerimize de büyük sorumluluk düşmektedir. Tüm üniversitelerde  Ermeni Araştırmaları Enstitüsü açılmalıdır. Buralarda yapılacak araştırma ve yayınlarla   Türkiye, sözde Ermeni soykırımı konusunda daha güçlü olabilir. Ayrıca Türkiye’deki Ermeni cemaatinin  tepkileri de uluslararası arenada dile getirilmelidir. Açılacak  Ermeni Araştırmaları Enstitüleri  YÖK tarafından da   desteklenmelidir.

Fransa'da  Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında Ermenilerin soykırıma uğradığını inkar etmeyi suç kapsamına alacak yasa teklifi  22 Aralık 2011  tarihinde kabul edilmiştir. Genel Kurul’daki oturuma 577 milletvekilinden sadece 70'i katılmıştır.  İki maddeden oluşan teklif oy çokluğuyla benimsenmiş, fakat  yasa değişikliği  8 Ocak 2016 tarihinde  Fransa Anayasa Konseyi tarafından iptal edilmiştir. Konsey, inkarın cezalandırılması için mevcut nefret suçları yasasını yeterli görmüştür. İnkarcılar tarafından, sadece Yahudi soykırım inkarına ceza öngören ve Fransa tarafından  yasa yolu ile tanınmış Ermeni soykırımı ve köle ticareti inkarcılarına bir ceza öngörmeyen Gayssot Yasası’nın Fransa anayasasına uygun olmadığı konusunda açılan davada, yasanın uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından alınmış kararlar doğrultusunda anayasaya uygun olduğu kararı çıkmıştır. - 20170323 macron

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir