ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde sınır güvenlik gücü oluşturacağını açıklaması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin Afrin’e müdahale edeceğini söylemiş, 20 Ocak’ta Zeytin Dalı operasyonu (savaş değil) başlamış, bazı tepkiler gelse de kamuoyunda operasyon konusunda tam bir dayanışma oluşmuştur.
HDP Milletvekili Garo Paylan ise Artsakhpress.am’ de yer alan demecinde operasyona karşı olduğunu açıklamıştır. (Supporters of war are also accomplices to war. Say “no” to Afrin war, do not be part of that crime,” the MP urged, addressing the public.
Garo Paylan Ermeni kökenli Türk vatandaşıdır. Fransa’da Ermeni diasporasının çatı örgütlenmesi olan Ermeni Örgütleri Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) 30 Ocak’ta düzenlenen yemeğine katılan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Paylan gibi insan hakları savunucularının desteklenmesi gerektiğini söylemiştir.
Yemekte Paylan’a Paris Büyükşehir Belediyesi tarafından Vermeil Madalyası (la médaille Grand Vermeil) verilmiştir. Daha önce bu madalyayı kapatılan DEP milletvekillerinden Leyla Zana Türk-Kürt kardeşliği için sabırlı mücadelesinden dolayı 2004 yılında almıştı. Prof. Dr. Erden Kuntalp ile fotoğraf sanatçısı Ara Güler’e de 2009 yılında verilmişti.
Macron, Türkiye’nin Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekatı’nın Suriye’nin kuzeyinde bir işgale dönüşmemesi gerektiğini söylemiştir. Le Figaro gazetesine konuşan Macron, “Operasyonlar terörle mücadele ile sınırlı kalmalı, Eğer bu operasyon teröristlere karşı mücadeleden çıkıp bir işgal operasyonuna dönüşürse bizim için büyük bir sorun haline gelir” demiştir. Fransa, IŞİD ile mücadele kapsamında YPG’ye silah yardımı yapan ülkeler arasındadır.
Fransa Cumhurbaşkanı 30 Ocak’taki yemekte, sözde Ermeni soykırımının tanınması mücadelesinin aynı zamanda soykırımın inkarıyla mücadeleden de geçtiğini belirtip, Fransız Parlamentosu’nun önümüzdeki aylarda bu konuyu yeniden gündemine almasının çok önemli olduğunu söylemiştir. Sanırım Cumhurbaşkanı Erdoğan Fransa’nın bu tutumuna bir cevap verecektir. En azından benim umudum bu yöndedir. Çünkü kendileri Fransa Cumhurbaşkanı ile yakın bir tarihte görüşmüştür.
Bilindiği gibi Fransız Parlamentosu tarafından 2011 yılında kabul edilen sözde Ermeni soykırımını inkarın cezalandırılmasına yönelik yasa, ifade özgürlüğü ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Şubat 2012’de Fransız Anayasa Konseyi tarafından iptal edilmişti.
Paylan, Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’in Ermeni terör örgütü ASALA tarafından katledilişinin (27 Ocak 1973) 45’nci ve 9 yıl sonra (28 Ocak 1982) yine Los Angeles Başkonsolosumuz Kemal Arıkan’ın katledilişinin 36’ncı yılında neden “no to massacre of Turkish diplomats, do not part of that crime” deme cesaretini gösteremiyor? Ermeni terör örgütü ASALA’nın Türk diplomatlarına yönelik cinayetlerini TBMM Başkanı neden kendisine sormuyor, anlamış değilim.
Türkiye’nin 20 Ocak’ta Afrin’e başlattığı harekatın beşinci gününde, 170 imzalı Afrin’e yönelik saldırıların durdurulmasını talep eden bir mektup yayınlanmıştır. İmza atanlar arasında, Eskişehir eski milletvekili, yakinen tanıdığım TBMM 1991-1995 Dönem Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un adı da yer alınca kendisi bildiriyi görmediğini ve metnin içeriği ile de mutabık olmadığını açıklamış, bu konuda bir de tekzip yayınlamıştır.
Türk Tabipleri Birliği ise 24 Ocak’ta Afrin operasyonuyla ilgili olarak PKK tarafından yapılan hiç bir eylemi terör olarak nitelendirmeyen bir açıklama yapmıştır: “Biz hekimler uyarıyoruz: Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur. Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir.”
Açıklamaya katılmam mümkün değildir. Çünkü Afrin’e yönelik Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) müdahalesi bir “savaş” değildir. Fakat, suç oluşturmayan bir açıklamaya karşı bir açıklama ile cevap verilmesi daha demokratik olurdu.
Vikipedi’ye göre savaş hukukunun tanımı şöyledir: “ Savaşa girişmek için kabul edilebilir gerekçeleri (jus ad bellum) ve savaş sırasında sergilenen davranışların sınırlarını (jus in bello veya uluslararası insancıl hukuk) belirleyen hukuk dalıdır. Günümüzde savaş hukukunun ele aldığı konular arasında savaş ilanları, teslimiyetin kabulü ve savaş esirlerine muamele, ayrım ve orantılılık ile birlikte askeri gereklilik ve gereksiz yere acı çekilmesine neden olabilen bazı silahların yasaklanması bulunmaktadır.”
TSK yaptığı açıklamada Zeytin Dalı Operasyonu’nun meşruiyetini açıklamıştır: “Harekat, ülkemizin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları, BMGK’nin terörle mücadeleye yönelik özellikle 1624 (2005), 2170 (2014) ve 2178 (2014) sayılı kararları ve BM sözleşmesinin 51’inci maddesinde yer alan Meşru Müdafaa Hakkı çerçevesinde, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olarak icra edilmektedir.”
Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararları, sınırlı sayıda terör örgütleri ve onların türevi olan diğer örgütlere ilişkin yapılacak mücadeleye ilişkindir. Konsey’in kararlarında, El Kaide, Taliban, İŞİD, El Nusra ve türevlerini terör örgütü olarak kabul etme ve buna bağlı devletlere yüklediği sorumluluk düzenlenmiştir. Kararlarda PKK ve YPG sayılmamıştır ama PKK, ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak kabul edilmektedir.
Uluslararası hukukta devletlerarası veya sınır ötesinde olan devlet dışı örgütler ile yaşanılan sorunların çözümünü silahlı kuvvet kullanmadan çözme yoluna başvurulması gerektiği, BM Şartı’nda (1945) düzenlemiştir. Şart’ın 2’nci maddesinin 4’ncü fıkrasında “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir şekilde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar” ifadesi yer almıştır.
Her ne kadar birileri “Türkiye’ye yönelik BM Şartına bağlı olarak BMGK’ya başvurulması durumunda BMGK Türkiye’nin Efrin’e yönelik saldırısının Kuvvet Kullanma Yasağı’nın ihlali, barışı ve güvenliği tehdit, bozma suçlaması ile karşı karşıya bırakabilir” dese de, Türkiye BM Şartı kapsamında meşru müdafaa hakkını kullanmaktadır. Güney sınırımızda bölünmüş Irak ve parçalanmış Suriye, Türkiye’nin toprak bütünlüğü açısından tehlikedir. Buralardaki terör örgütlerinin faaliyetleri, nüfus hareketleri, Rusya ve ABD’nin nüfuz çatışmaları Türkiye’yi doğrudan etkilemektedir. Türkiye bu durumda sessiz kalamaz, kalmamalıdır da.
Atatürk, yıllar öncesinden Ortadoğu politikasının ana hatlarını belirlemiş, Milli Mücadele sonrasında tüm İslam dünyası ve de Ortadoğu ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmuştur. 1938 yılında vefatında çoğu İslam ülkesinde yas ilan edilmiştir.
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde 26 Temmuz 1920 tarihinde yayınlanan tespit önemlidir: “Türklerle Araplar, pek kuvvetli menfaatler zinciriyle birbirine bağlanmış din kardeşleridir. Aynı emperyalist devletler aynı derecede şiddetle Türk’ün de, Arap’ın da, Irak’ın da, Anadolu’nun da, Suriye’nin de düşmanlarıdır. Irak’ta İngilizler, bütün zulümleriyle Irak Araplarını ezmeye çalışıyor. Aynı zalim, Anadolu hakkında da aynı siyaseti takip ediyor.
Fransızlar ise Suriye’de aynı siyasetin takibi için uğraşıyorlar. Şu halde, Anadolu’nun, Irak’ın, Suriye’nin hayatı ve menfaatleri pek sıkı bir tarzda birleşmiş bulunuyor. Demek oluyor ki, Türklerle Iraklılar ve Suriyeliler arasında sıkı bir dostluk ve uyum siyaseti gerekir. Biz pekiyi biliyoruz ki, Adana’dan düşmanın uzaklaştırılması ve bir daha oraya basmaması Suriye’nin yardımıyla mümkün olduğu gibi, Suriyeliler de takdir ediyorlar ki, Beyrut ve Şam’ın en sağlam savunmaları Adana’dadır.”
Atatürk, 23 Temmuz 1919‘da Erzurum Kongresi’nde Hindistan, Afganistan, Mısır, Suriye, Irak ve Sovyet Rusya’nın emperyalizme karşı başkaldırdığını belirtmiş, 5 Ağustos 1920 tarihli Pozantı Kongresi’nde de emperyalizme karşı bir mazlum milletler cephesinden söz etmiştir. Misak-ı Milli’de sadece Türkiye’nin bağımsızlığına yer vermemiş, Araplarında kendi kaderlerini kendilerinin belirlemelerini istemiştir. 24 Nisan 1920‘de TBMM oturumunda yaptığı konuşmada Arapların Osmanlı’dan ayrılırken İngilizlerin ve Fransızların eteklerine sarıldıklarını, fakat I. Dünya Savaşı sonrasında Irak’ta ve Suriye’de İngilizlerin ve Fransızların, Arapları aşağılayan yönetim biçimini gördükten sonra hataya düştüklerini takdir ettiklerini belirtmiştir.
Milli Mücadele’nin başlarında Suriye Müslümanlarının lideri Emir Faysal, Atatürk’le işbirliği konusunu görüşmek için Binbaşı Bedi ve Sait Haydar beyleri Ankara’ya göndermiştir. Atatürk 9 Mayıs 1920‘de TBMM gizli oturumundaki konuşmasında Emir Faysal ile bir anlaşma yapıldığını, ancak imzalanmadığını söylemiştir.
Atatürk o günün şartlarında doğru düşünmüştür ama bugünkü şartlarda durum çok farklıdır. Çünkü Arap Birliği, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afrin’e yönelik başlattığı Zeytin Dalı harekatından rahatsız olmuştur. Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebul Geyt, “Suriye’nin kuzeyindeki durumu, özellikle de Türk Ordusunun operasyon gerçekleştirdiği Afrin’deki durumu endişe ile takip ediyoruz” demiştir.
Arap Birliği (el-Camiatü’l-Arabiye ya da el-Camiatü’l-Düvelü’l-Arabiye) 1945 yılında kurulmuştur. Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Yemen, Kuveyt, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas, Moritanya, Sudan, Somali, Filistin, Cibuti ve Komor Birliğe üyedir. Koyu yazılan ülkeler sözüm ona Türkiye’nin dostudur ama karara tepki göstermemişlerdir.
Arap ülkeleri Afrin harekatını eleştirirken bir tepki de Batı’dan gelmiştir. Sosyalist Enternasyonal’in (SE) 25 Ocak’ta Suriye’deki Yeni İnsani Felaket Konusunda Uyarıyor (The SI warns of a new humanitarian catastrophe in Syria) başlıklı bildirisi şöyledir:
“Türk ordusunun Suriye topraklarına hücumu ülkedeki çatışmaya, hedef bölgelerdeki sivil halk için ağır insani etkilerle birlikte tehlikeli yeni boyutlar getirdi. Son şiddet dalgasının bu masum kurbanları daha önceleri hem rejim hem de terörist güçlerin elinde acı çekti ve kendilerini bir kez daha, önlemek için güçsüz kaldıkları bir çatışmanın ortasında buldular.
BM sözcüleri ve Suriye’deki çatışma gözlemcilerine göre, Türk saldırısı daha şimdiden sivil yaşam kaybıyla ve yükselmesi kesin olan bir sayı olan, en az 5 bin sivilin yerlerinden olmasıyla sonuçlandı. Şu anda etkilenen bölgede yaşayan 324 bin kişinin yüzde 40’ı, birçoğu birden fazla olmak üzere, şimdiden yerlerinden oldu. En savunmasız olanlar kaçamadıkları belirtilenler, bu onları daha da risk altına sokmaktadır.
Sosyalist Enternasyonal kuzey Suriye’de demokratik, mezhepsel olmayan, etnik açıdan çoğulcu ve toplumsal cinsiyet eşitliği toplumunu kurmaya çalışan tüm insanlara desteğini devamlı yineledi. Daeş’in yenilmesi mücadelesinde, SE Suriye Kürtlerinin oynadığı rolü ve bu nedenden dolayı maruz kaldıkları zorluk ve ağır kayıpları kabul etmektedir. SE aynı zamanda Türkiye’deki terörist saldırıların yarattığı tehlikelerin de farkındadır ve bu saldırıları tekraren kınamaktadır.
Ancak Türk Zeytin Dalı saldırısı sadece Suriye’nin görece barışçı bölgesini istikrarsızlaştırmakla kalmamakta, Daeş’i ortadan kaldırmaya yönelik uluslararası çabaları da tehlikeye atmakta ve Suriye’de BM destekli barış sürecine zarar vermektedir.
Sosyalist Enternasyonal Türk hükümetine bölgesel barışa ulaşma çabalarına zarar veren ve sivil hayatı tehdit eden askeri harekatı durdurma çağrısında bulunuyor. Türkiye, devletlerin yasal yükümlülüklerini tanıyarak nüfusun yüzde 60’ının şu andaki askeri harekatlar başlamadan önce dahi insani yardıma bağımlı olduğu Afrin’e insani yardımın ulaşmasına bir kez daha izin vermeli.”
(The Socialist International therefore calls on the Turkish government to stop military operations that undermine the efforts of achieving regional peace and threaten civilian life. Recognising the legal obligation of states, Turkey must allow humanitarian assistance to once more reach Afrin, where 60 percent of the population were dependent on humanitarian aid even before the current military operations began.
Bu açıklama üzerine CHP’li Umut Oran 3 yıldır sürdürdüğü Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcılığı görevinden istifa etmiştir: “2015 yılından beri üzerimde taşıdığım Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcılığı görevimden, Enternasyonal tarafından 25 Ocak 2018 gece yarısında yayınlanan SE, Suriye’deki Yeni İnsani Felaket Konusunda Uyarıyor başlıklı açıklama sebebiyle istifa ediyorum.
Açıklanan metnin bölgede yaşanan süreçleri doğru analiz etmediğini, emperyalist ülkeler ABD ve batı tarafından sınırsızca silahlandırılan, her türlü eğitimle yetiştirilen terör örgütü PKK/YPG’yle ilgili uluslararası toplumu doğru bilgilendirmediğini ve Suriyelilerin tamamının söz hakkı olan Suriye devletinin bütünlüğünü yeterince gözetmediğini düşündüğüm için kabul edilemez buluyorum. PKK-PYD-YPG, insan haklarını ihlal eden ve savaş suçu işleyen örgütlerdir.” )
İstifa sonrasında Onur Öymen 29 Ocak 2018 tarihinde düşüncelerini şöyle açıklamıştır: “Değerli arkadaşım Umut Oranı, Türkiye’nin Afrin operasyonunu haksız ve ölçüsüz biçimde eleştiren Sosyalist Enternasyonal’in Başkan Yardımcılığından istifa kararını isabetli buluyor ve kutluyorum. Sosyalist Enternasyonal’in üyesi olan ve CHP’nin kardeş saydığı sosyalist ve sosyal demokrat partilerden geçmişte de Türkiye’nin temel çıkarlarını ilgilendiren bazı konularda beklediğimiz desteği maalesef göremedik.
Kuşkusuz Türkiye’ye destek veren sosyal demokrat liderler de olmuştur. Bunların başında Kıbrıs konusunda Türkiye’nin tezlerini anlayışla karşılayan Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) lideri Willy Brandt’ı ve Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin başlamasına yeşil ışık yakan SPD Başkanı ve Başbakan Gerhard Schröder’i hatırlıyoruz.
Ancak bu güzel örnekler maalesef tanık olduğumuz bazı olumsuz yaklaşımları unutturmaya yetmiyor. Alman Sosyal Demokrat Partisinin eski Başkanlarından, eski Başbakan Helmut Schmidt Türkiye’nin AB üyeliğine açıkça karşı çıkmıştı. Fransız Sosyalist Partisi, Ermeni Taşnak Partisiyle yaptığı bir ortak açıklamada, Türkiye’nin sözde Ermeni Soykırımını tanımadan AB’ye üye olamayacağını ileri sürmüştü.
2016 yılında Alman Parlamentosunun gene Ermenilerin Soykırım iddialarını destekleyen kararına Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) milletvekillerinin tümü destek vermişti. Deniz Baykal’ın bir Sosyalist Enternasyonal toplantısında Barzani ve Talabani’nin Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına zarar veren yaklaşımlarını eleştiren sözlerine karşı bazı üyelerin gösterdiği tepkileri de hatırlıyoruz. CHP’nin Kemalizm’den vaz geçmeden bir Avrupa partisi olamayacağını söyleyen Alman Sosyal Demokrat Partisi (SDP) milletvekilinin sözlerini de unutmadık.
Son olarak, Alman seçimlerinden önce SPD Başkanı Martin Schultz’un Türkiye’nin AB üyeliğinin engellenmesi için yaptığı konuşmalardan derin üzüntü duyduk. Biz Avrupa’daki bazı muhafazakar partilerin Türkiye’nin çıkarlarına zarar verici politikalarıyla mücadele ederken sosyalist ve sosyal demokrat partileri, onlarla aynı çizgide değil, bizim yanımızda görmek isteriz.
Geçmişte yaptığımız gibi şimdi de CHP’nin, ülkemizin temel çıkarlarına zarar veren politikalar izleyen sosyalist ve sosyal demokrat partiler nezdinde üst düzeyde girişimlerde bulunmasının kaçınılmaz bir görev olduğunu düşünüyoruz. Bu çerçevede Umut Oran’ın gösterdiği tepkinin partimizin görüşünü yansıttığını en üst düzeyde açıklamalıyız. Hiç kimse CHP’den kardeş partilerle hoş geçinme uğruna ulusal çıkarlarımızdan fedakarlıkta bulunmasını beklememelidir.”
Bu bildirinin yayınlanmasından sonra Umut Oran’ın gösterdiği tepkinin CHP’nin görüşünü yansıttığı belirtilerek Sosyalist Enternasyonal Bildirisi kınanmalı ve süre vererek Türkiye’den özür dilenmesi istenmelidir. CHP, son gelişmeler karşısında bu konuyu ihmal etmemelidir.
Afrin Harekatı, Türkiye’nin dostlarını ve dost ve müttefik görünüp dost olmayanları bir turnusol kağıdı gibi ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından harekat konusunda birlik ve berberliğimizi zedeleyecek açıklamalardan mutlaka kaçınılmalıdır.