HANGİ(Sİ) İŞGAL?
Hüseyin MÜMTAZ
İran’dan, Akdeniz’e kadar uzanan güney sınırımızın hemen güneyi boylu boyunca alev alev.
Oraya nereden ve neden gelip de yerleşerek kavgaya tutuştukları belli olmayan irili ufaklı ve farklı ; dil-din-ırk-mezhep kostümlü, devlet-devletcik-kabile-terör örgütü kılığındaki figüranların her saat başı, bir öncekiyle taban tabana zıt söylemlerini bir kenara bırakıyorum.
Fakat hiç olmazsa bizim açık, kısa, anlaşılır ve net olmamız lâzım.
Oysa bu karışık ve yoğun gündemde, üstelik bir de TSK “sınır ötesinde” çarpışırken saçma bir “işgal” problemiyle uğraşıyoruz.
Pimi Lefkoşa’daki malûm gazete çekmiş; “Afrin” başladıktan sonra, 44 yıl önceki Kıbrıs Barış Harekâtı’na gönderme yaparak “Türkiye’den bir işgal harekâtı daha” manşetini atmıştı.
Sonra İçişleri Bakanı Soylu Denizli’de, o zamana kadar hiç duymadığımız bir noktayı açıkladı ve “Ben İçişleri Bakanı olarak söylüyorum, Azez’de, Cerablus’ta, Marel’de bugün kaymakamımız var, emniyet müdürümüz var, jandarma komutanımız var” dedi.
Ama hemen arkasından, yanlış anlaşılacağını hissetmiş olmalı ki; “Bizim kimsenin toprağında gözümüz yoktur, hiçbir tarihte de olmamıştır” açıklamasını getirdi…
“Düzeltmeler” birbiri arkasından geldi.
Başbakan Yardımcısı Bozdağ; “Harekât, başarıya ulaştıktan sonra Türkiye oradan ayrılacak. Türkiye işgalci değildir, bölgede kalıcı hiç değildir. Bölge huzur ve güvene kavuştuktan sonra Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesinde olduğu gibi bölgenin yönetimi bu teröristlerin elinden alındıktan sonra bölgede yaşayan gerçek sahiplerine bırakılacaktır” dedi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da; “Bizim kimsenin topraklarında gözümüz yok. Buradan bunları temizleyeceğiz. Burayı yine Suriye halkına teslim edeceğiz” ifadelerini kullandı.
“İşgal” kavram ve ihtimal olarak oldukça riskli idi ki, taa uzaklardan Fransa bile dayanamadı, Macron; “Türkiye’nin Afrin operasyonu işgale dönüşmemeli” uyarısını yaptı.
(Bir o eksikti! Yoksa o da mı bölgeye lejyonerlerini göndermeye niyetli? Cezayir’deki ‘işgal’ini biz unuttuysak bile Cezayirlilerin unuttuğunu zannetmiyorum).
Zaten cevap gecikmedi, Başbakan Yıldırım; “Temelden sakat bir düşüncedir. Katiyen Türkiye’nin bir işgal mantığı içerisinde hareket etmediğini tüm dünya biliyor, bilmelidir” dedi.
“Zeytin Dalı” Harekâtı başladıktan bir hafta sonra Suriye’nin belirtilen bölgelerinde, “eğer zorunlu ve standart bir ölçüyse”; “kaymakam, emniyet müdürü ve jandarma komutanımız” vardı ama “Barış Harekâtı”ndan 44 yıl sonra Kıbrıs’ta hiç biri yoktu.
Demek ki Kıbrıs Harekâtı “işgal” değildi.
Fakat son olayların karıştırdığı kafalar “işgal” konusunda yine de net değil.
Bu bağlamda, “ROXANA/HÜRREM’İN HAYALETİ –(2)” başlıklı yazımıza eleştirel yorum getiren “bir dost” iki konuda çekince belirtiyor;
1.”kuzeykıbrıslıkomünistler” Türkiye’ye karşılar ama “güneykıbrıslıkomünistler” de Yunanistan’la savaştılar… 15 Temmuz 1974 neydi?
Bir yaşıma daha girdim. Ak sakallı tarih şöyle diyor;
“Yunanistan’da darbe yaparak 1967’de yönetime gelen Albaylar Cuntası’nın Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak istemesine karşı çıkan Başpiskopos Makarios, Kıbrıslı Türkleri ekonomik yokluğa iterek, adadan göç etmelerini sağlamayı ve yavaş yavaş Kıbrıs’ı ele geçirmeyi planlamıştı. Adaya getirdikleri silahlarla Kıbrıslı Türkleri bir gecede yok ederek adayı ele geçirmeyi amaçlayan cuntacı subaylar, görüş ayrılığına düştükleri Makarios’a karşı, 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta EOKA’cı Rumların desteği ile darbe yaptı. Darbeciler arasında yer alan EOKA’cı Nikos Sampson, sözde cumhurbaşkanı ilan edildi. Cuntacı subaylar, darbe karşıtı ve Makarios yanlısı 2 binin üzerinde Rum ve Yunanı öldürmüş, Türklere karşı saldırı eylemlerinin artmasında öncülük etmişti”.
EOKA’cı Nikos Sampson faşist Yunan cuntasıyla işbirliği içinde Makarios’a darbe yapmıştı da; darbe karşıtı olup –onlara karşı savaşan- “bağlantısız” Makarios ve yanlıları “güneykıbrıslıkomünist”ler miydi be birader?
2. “Bir dost” “Güneykıbrıs’ın ne merkez bankasının müdürü, ne polis genel müdürü, ne de itfaiyesi’nin Yunanlı olmadığı”nı yazarak “kuzey”in bir anlamda “bir tür” işgaline de gönderme yapıyor.
Kabul… Ama bildiğim kadarıyla “güney”in posta, elektrik, telefon, belediye, su, yol vs. gibi hizmetlerin hiç birinde de Yunanlı yok…
“Kuzey”de de hepsinin “Kıbrıs Türkü” olduğu gibi.
Peki, memnun musun ey dost?
Her belediye neden farklı su ücreti alır? 100 liralık bir su faturasının 20 lirası “su”dur da gerisi nedir?
Ya Türkiye’den “su” geldiğinde “ben dağıtacağım” diye herkesin birbirine düşmesini hatırlıyor musun? Türkiye’nin suyunu istemeyenleri, hâlâ dağıtmayanları?
Şehir içi (ve dışı) “asfalt” yollarda, cadde/sokaklardaki çukurlar yüzünden arabalar hep neredeyse “aksonasız” dolaşmıyor mu?
Yanmayan sokak lambalarının sorumlusu kim? Gece sabaha kadar süren gürültü kirliliğinin sorumlusu kim? Belediye, çevre dairesi, polis? 7/24 bir telefon et istersen bak bakalım ne cevap verecekler yahut telefonu açan olacak mı?
Posta, elektrik, telefon, internet’i, bağlı oldukları “devlet” mi idare ediyor, sendika mı?
Yukarıda saydıklarımın hangisinde “sorumlu-idareci” olanlar “masterlik” yapmış 74 sonrası göçmeni?
Meselâ neden tam 5 tane farklı hekim örgütü var?
Neyse uzatmayalım, gördünüz mü Afrin’den Kıbrıs’a nasıl geldik, “işgal” bâbında?
İğneyi kime batırayım, çuvaldızı kime? 31 Ocak 2018
bayhmumtaz@hotmail.com