Afrin’den Kırım’a Taktikler Savaşı
Alaeddin Yalçınkaya
Her ne kadar adı ilan edilmiş olmasa da gerçekte Türk-ABD Savaşı haline gelen Afrin’e müdahalenin ikinci haftasına Türkiye önemli kazanımlarla girdi. Sınırdan doğru açılan cepler üzerinden başta stratejik önemi yüksek Burseya Dağı olmak üzere birçok mevzi Türk askerinin kontrolü altına girerken ABD-terör ordusu önemli kayıplar verdi. Araziyi bilen ve yıllardır hazırlık, eğitim ve yığınak yapan ABD-terör güçlerinin bugüne kadar ciddi direniş gösteremediği, askerimizi içeriye, tuzak bölgelere çekme taktiği sözkonusu olabilir. Bununla beraber, CENTCOM (ABD merkez kuvvetler komutanlığı), Rusya’nın başta müsaade etmeyeceğini, Türkiye’nin de böyle bir hareketi göze alamayacağını düşündüğünü görmekteyiz. Bu çapta bir hesap hatasıyla sahada olduğu gibi başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzere diplomaside de Türkiye’yi sıkıştırarak geri mevzilerde yeni saldırılar planlanmaktadır. Çünkü gelinen nokta yarım asırlık projenin ürünü olup hemen pes edilmeyecektir. Bu kapsamda Afrin’le ilgili uluslarası toplum dikkate alınarak sonraki aşamaların hesaplanması gerekmektedir.
Öncelikle AB ve NATO çevrelerinden genellikle Türkiye’yi açıkça suçlamama, Afrin hareketini zayıf da olsa meşru görme beyanları önemlidir. Ancak bu pozisyonun kazanılmış bir cephe olmayıp aksine örneklerin de bulunduğunu, şartlara göre tersine dönebileceğini hesaba katalım. Washinton mahfillerinden “PKK ile mücadeleyi bırak, IŞİD’e odaklan” türü mesajlar, karşısındakini aptal yerine koyan budalaca serzenişlerdir. Artık Avrupa da buna
inanmıyor. Kanaatimce birçok Batılı devletin Türkiye’yi haklı bulmasının bir sebebi, IŞİD’in ABD ürünü olup bu örgüt üzerinden mağduriyetlerini farketmeleridir. IŞİD kamuflajlı CIA-MOSSAD tezgâhına karşı Türkiye’nin çıkışı fırsat olarak değerlendirilmektedir. Çünkü birçok Avrupa şehrinde yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanan saldırıların aslında belirtilen istihbarat örgütlerinin operasyonları olduğunu herkes gördü.
Türkiye’nin güvenliğinin zorunlu kıldığı kararlılık karşısından Moskova’nın desteği, Afrin’e müdahalenin temel taşlarındandır. Biraz küllenmiş olan Kırım ve Ukrayna sorunu üzerinden Rusya’ya yeni saldırıların anlamına bu açıdan da bakmak lazım. 18 Mart’ta Rusya’da başkanlık seçimlerinden dolayı durum hassasiyet göstermektedir. Seçime kadar yaşanacak provakosyonlar ve yeni yaptırımlarla Rus vatandaşının hayatının daha da zorlaşacağı, Putin’den bıkma seslerinin gittikçe yükseltilmesi yönündeki medya ve kamuoyu operasyonları Moskova’yı sıkıştırabilir.
Suriye konusunda Rusya’nın hedeflerine bakıldığında Türkiye’ninki ile örtüşmeyenler daha fazladır. Çünkü Moskova sınırımızın yanında ABD-İsrail kuklası bir PKK/PYD terör devletine (buna Kürt devleti demek Kürtlere iftiradır!) karşı olmak yerine, kaçınılmaz zannettiği bu oluşumda yer almayı tercih etmektedir. Bu yüzden sözkonusu örgütleri terörist kabul etmemiş, Moskova’da temsilcilikler açtırmıştır. Kendi nüfuzundaki Şam yönetimince garanti edilmiş Tartus, Lazkiye ve diğer Rus askeri üsleri, Moskova için nihai hedeftir. Bu gerçekler ışığında Suriye’yi uydu devletlere bölmeyi hedefleyen ABD ile Rusya’nın ileri aşamalarda iknâ-tehdit yoluyla anlaşması zor olmayabilir. Esasen bunun işaretlerini görmekteyiz. Esed yönetiminin de “küçük olsun, benim olsun” şeklinde özetlenecek B, C planları okunmaktadır. Bu aşamada Türkiye’nin her fırsatta dile getirdiği Suriye’nin ülke bütünlüğünün yolu, İran ve Rusya yanında öncelikle Şam ile işbirliğinden geçmektedir ki bu konuda geç kalınmaması hayatîdir. PKK’dan son gelen açıklamalar Afrin’in Esed’e bırakılması yönünde. Aslında Türkiye’nin de nihai hedefi bu değil mi? Ancak bunu arka kapı diplomasisi yerine doğrudan söylemek çok daha anlamlıdır. Belirtelim ki terör örgütü, Suriye egemenliğini garanti ederek özerk bölge talebini kenarda tutmaktadır ki bu Türkiye açısından kabul edilemez. Bununla beraber Ankara’nın iletişim problemi yüzünden Şam’ın PKK’ya gebe kalma ihtimalini de görmek gerek.
Son derec önemli bir husus: Beyaz Saray, Ankara’dan Türkiye’deki ABD düşmanlığını önlemeyi istemektedir. Bu aşamda ABD’nin yumuşak karnı ile birlikte çatışma taktiklerini de görmekteyiz. Kendi kamuoyu yanında dostların, tarafsızların hatta düşmanlarınkini bile kazanmak savaşın önemli cephelerindendir. Halen ülkemizde Afrin operasyonunda dahi ABD-İsrail-PKK savunucularının bulunması, propaganda veya tanıtım yetersizliğinden de kaynaklanmaktadır. Yaşanan gerçekleri doğru zaman ve zeminde, uygun ve gerekli araçlarla anlatmak elzemdir. Bu kapsamda diplomasi, medya, sivil toplum kuruluşlarının en verimli bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Tabip odasının Afrin hareketine, savaşa karşı çıkmaya sağlık boyutu yüzünden dikkat çekmesi bazı çevrelerce mazur görülebilir. Ancak aynı örgütün siyasette ve STK’da uzantıları olan terörist saldırı ve cinayetlerinin sağlık boyutuna bugüne kadar dikkat çekmiş olmaması düşündürücüdür. Baba ocağından, ana kucağından kaçırılarak teröristleştirilmiş kızlarımızın, oğullarımızın karartılmış hayatlarıyla ilgili TTB’nin sesinin pek duyulmamış olduğu da hatırlatılmalıdır. “Biz tıpçıyız, terör uzmanı değiliz” diyenlere: CIA araştırması ile ortaya çıkan bir gerçek, ülkemizde marketlerde dahi satılan ağrı kesicilerin başta kısırlık ve depresyon olmak üzere sebep olduğu tahribat konusunda batı medyası haftalardır çalkalanıyor. Halkımızın sağlığı, neslin geleceği kapsamında sağlık cinayetlerini önleme, halkı aydınlatma konsusunda tabip odalarından uyarılar, açıklamalar, aydınlatmalar bekliyoruz.
Türkiye’nin beka sorunu kapsamında Afrin müdahalesinin bugünkü aşamasında, Rusya’nın köşeye sıkıştırılması manevraları dikkate alınarak bir aşama sonrası için çok yönlü planlara hazırlıklı olunmalıdır. Bu kapsamda ABD’den Putin’e “Suriye’yi paylaş, Kırım’ı da başkanlığı da al” önerilerini araziden okumaktayım. Savaş şartlarında yönetimin bütün kesimleri kucaklama, aydınlatma, yerinde ve zamanında bilgilendirme, kısaca halkın moralini yüksek tutma görevinin yanında dostların ve tarafsızların ötesinde düşman kamuoyunu dahi kazanma stratejileri de gereklidir. ABD, Batı bundan anlar! Yakın dönemdeki birçok savaşlarda propaganda silahı, sonucu belirlemede cepheden daha etkili olabilmiştir. Bunun yeri parti örgütü toplantıları olmayıp kılı kırk yaran hassasiyetle hazırlanarak, usulüne göre gerekli mercilere ve medyaya metinler, belgeler, fotoğraflar ulaştırılmalıdır. Ermeni soykırım iddialarında olduğu gibi propaganda için de yalandan kaçınılmamaktadır. Ancak Türkiye’nin dezenformasyon politikasına ihtiyacı yoktur. ABD-İsrail’in başta IŞİD, PKK olmak üzere terör ortaklıklarını batı kamuoyuna duyurması, belgeli ve delilli olarak medya bombardımanı başlatması son derece kolay ve önemlidir.
Kamuoyu oluşturma bağlamında pek dikkat çekmeyen Afganistan’daki felâketi de görelim ve dünyanın en fakir, en ezilen bu insanlarının acılarını paylaşalım. Türkiye’den olaylı bir şekilde ayrılarak Kabil’e gönderilen ABD büyükelçisinin göreve başlamasından sonra Afganistan’da son bir ayda terör kurbanlarının sayısı beşyüze yaklaştı. Sokaktaki çocuklar dahi o ülkede Taliban’ın ve IŞİD’in ABD demek olduğunu söylerler. Belirtelim ki Afganistan coğrafyasında “ABD eşittir terör” denklemini Türkiye öğretmedi. Ama bu gerçeği kendileri yaşayarak gördüler ve bizi de bu konuda iknâ ettiler.
Öncevatan, 29.01.2017
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Bir yanıt yazın