Kurtuluş Savaşı ortamından daha kötü ve tehlikeli günler yaşıyoruz.
O yıllarda düşman, yurdumuzu askeri, topu tüfeği ile işgal etmişti. Ve kolları, ayakları, bacakları, kafası yani tüm gövdesiyle ortadaydı. Karşımızdaydı. Görüyorduk onu.
Bize nereden, hangi yönden saldıracağı belliydi. Ona göre önlem alıyor, ne yapacağımızı biliyorduk.
Düşman şimdi gizleniyor. Dost gibi görünüyor. Tanınmamak için çeşitli maskeler takıyor yüzüne. Gerçek yüzünü saklıyor.
Planlar, tertipler hazırlıyor. Dönekler, hainler satın alıyor. İsterse bir partiyi, bir siyasal kuruluşu, sendikaları içten yıkma yoluna gidiyor. Sinsi bir kurt gibi kemiriyor. Sonra da teslim alıyor.
Siyasal İslam faşizmi kara bulutlar gibi çöktü yurdumuzun üstüne. Her yanda din sömürüsü. Cemaatler, şeyhler, şıhlar orta yerde cirit atıyorlar. Tüm devlet daireleri, yargı el değiştirdi.
OHAL ve KHK’larla yönetiliyoruz. Ve 16 yıldan bu yana sürüyor bu yönetim. Daha da süreceğe benziyor…
Elbette ülkemizin bu günlere gelmesinde muhalefetin de payı var. Özellikle Devlet Bahçeli her dönemde yandaşlık yaptı. Düştüğü yerde iktidarın yardımına koştu. Elinden tutup kaldırdı. Ona koltuk değneği oldu.
Günümüzde de muhalefetlik görevini bütünüyle terk ederek, onun emir erliğine soyundu…
Sol partilere gelince…
Sol, 1950’den bu yana iktidar yüzü görmedi. Ülkemiz, 1950’den bu yana, emperyalizmle işbirliği yapan sağcı, tutucu hükümetler tarafından yönetildi.
Bu yüzden bir arpa boyu yol alamadık.
AKP ise 16 yıllık iktidarı döneminde uyguladığı iç ve dış politikalarla gelmiş geçmiş tüm sağcı yönetimlere rahmet okuttu. Ulusal zenginliklerimiz, birikimlerimiz, kültür değerlerimiz talan edildi. Yağmalandı. Yabancılara peşkeş çekildi. Hukuk siyasallaştırıldı…
Peki, Niçin bu durumlara düştük? Niçin uygarlık, özgürlük, insan hakları sıralamasında yeryüzünde hep sonlardan birinci olduk?
Niçin yıllarca sömürüldük, ezildik, baskı altında yaşadık. Koyun sürüsü gibi güdüldük? Niçin birileri sırtımızdan milyarları kazanıp, bu dünyada cenneti yaşarken, halkın büyük bir çoğunluğu sefalet, açlık, yoksulluk içerisinde cehennemi yaşadı?
Yoksa bu ulusun yapısında, mayasında, genlerinde mi vardır tutuculuk, sağcılık, duyarsızlık?
Yoksa bu ülkenin insanları çile çekmekten, aldatılmaktan, sömürülmekten zevk mi alıyor?
Şunu önce, açık ve net olarak belirtelim: Suçlu halk değildir. Suçlu insanlarımız değildir. Suçlu partilerdir. Suçlu, gereği gibi halka öncülük yapamayan politik kadrolardır. Suçlu, halkı afyonlayan iktidarlardır.
Bugüne değin, sol, bir türlü halkla buluşamadı. Halkı yanına çekemedi. Onunla kaynaşamadı. Sorunları onun anlayacağı dilden, elle tutulur, gözle görülür uygulamalarla anlatamadı. İşçilerden, köylülerden, kısaca emekçilerden ve emekçi eylemlerinden genellikle uzak durdu. Zaman zaman oy kazanma uğruna, bazı haksızlıklara, adaletsizliklere, yasa dışı uygulamalara sessiz kaldı.
Bu nedenle halka güven veremedi. Güven sağlayamadı. Görüşlerine katılalım ya da katılmayalım, ilk kez, sol bir partiyi iktidar olma yoluna sokan, milyonları peşinden sürükleyen lider Bülent Ecevit‘ti. Burada onun siyasal görüşlerinden çok halka yakınlaşma, halkla bütünleşme yanını ön plana çıkarmak istiyorum.
Günümüzde ise muhalefet partileri, parti başkanları ülkenin ihtiyacına göre politik bir çizgi izlemiyorlar. Belirli bir programları yok. Bir gün önce söyledikleri, bir gün sonra söyledikleri ile çelişiyor. Belirli bir hedefleri yok.
Sanki iktidar olmaya niyetleri de yok. Onlar muhalefeti daha çok sevdiler. Çünkü muhalefette sorun yok. Sorunlara çözüm bulmak yok. Uygulama yok. Sorumluluk yok.
Milletvekilliği maaşı da işliyor. Rahat, huzurlu hayat sürmek dururken “sıkıntıya ne gerek var…”
Mustafa Kemal Atatürk, “Türkiye meczuplar, dervişler, şeyhler ülkesi olamaz…” demişti.
Oldu.
Anayasadaki “Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, manevi, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan …” hükmü Milli Eğitimden kaldırıldı.
Sadece Çanakkale’de 186 bin 865 şehit ve yaralı verilerek kurulan TÜRKİYE CUMHURİYETİ yok ediliyor.
Atatürk’ün partisine sahip çıkalım ve bu şeriatçı gidişe “DUR” diyelim. Menfraatlerimizi ön plana alarak, vaatlerin peşine takılarak, AKP YÖNTEMLERİYLE, kurşun asker gibi, BAŞKAN seçmeyelim.
Peki, nasıl seçelim? Kimi mi seçelim? Ölçülerimiz nasıl olsun?
ÖNCE VATAN DİYELİM. MEVZUBAHİS VATANSA GERİSİ TEFERRUAT DİYELİM.
Tam Bağımsızlıktan yana olanı, Atatürk’ten ve Atatürk Milliyetçiliğinden yana olanı, Cumhuriyetimizden, laiklikten, birlikten, bütünlükten, Türk bayrağından yana olanı seçelim…
Kurtuluş savaşında emperyalizmle işbirliği yapan ve “Yunan ordusu Halifenin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlûkat Ankarada’dır…” diyen İskilipli Atıf Hoca’ların, Seyit Rıza’ların yanında olanları seçmeyelim…
“Tünelin ucu göründü; hiç kuşkunuz olmasın, bu iktidar gidicidir. Ana muhalefet çok başarılı olduğu için değil, sayın başkanla çevresi ölçüyü kaçırdıkları için gidicidir.
Ölçüyü kaçırmış bir iktidarın ve liderin karşısında bir de etkili ve umut verici bir ana muhalefet başkanı seçip, çöküş, gidiş zamanını daha da kısaltalım.
HİÇBİR AYAK OYUNUNA GİRİŞMEDEN, ATATÜRK’ÜN PARTİSİNE, PARTİMİZE SAHİP ÇIKALIM.
Bir yanıt yazın