MHP ile sözde Milli İttifak’ın AKP’li Başkanı R.T. Erdoğan Kütahya il kongresinde konuştu.
“Afrin operasyonu fiilen başladı. Bunu Münbiç operasyonu takip edecek.
Bugün şehit vereceğim tehdidiyle başımıza geleceklere razı geleceğimizi düşünenler varsa onların yanıldıklarını göstermek boynumuzun borcudur.
Ülkemizi dışarıdan kuşatma heveslerini kursaklarında bırakacağız. Bu coğrafya 1000 yıldır vatanımızdır” dedi.
Bu suretle Kürtlerde Türklere karşı ebediyen sürecek nefreti harlattı…
*
Erdoğan’ın Afrin saldırısı; devletin terörle mücadele stratejisindeki fiyaskolarının, Terör Sorunu’nu Kürt Sorunu’na ve Kürdistan Sorunu’na evrimleştirmesinde son noktadır.
Kürdistan Sorunu, halkların başka uluslarla birlikte ya da ayrı yaşamaya karar verebileceği, birlikte yaşam ve ayrılma hakkının taraflarca garantiye alındığı Kürt ulus haklarını kapsıyor.
Türkiye’de nufusun dörtte birini, toprağın üçte birini kapsayan alanda ve İran, Irak, Suriye’de bölünmüş Kürdistan’da kendi içindeki çeşitli gruplar yönünden kendisinden başka egemen gücü, kendi üstünde de başka egemenliği kabul etmeyen bir ulus devlet öngörülüyor…
*
Herşey 30 Ekim 1918’de imzalanan I.Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Mütarekesiyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun Mezopotamya topraklarının Musul hariç Birleşik Krallık işgali altına girmesiyle başlıyor…
İtilaf devletleri Sultan Vahdettin’i dışlamış, Nisan 1920’de kendi aralarında San Remo Konferansı’nı tertiplemişti.
Osmanlı’nın Asya ve Afrika’da bulunan Arap toprakları üzerindeki tüm haklarından vazgeçmesini, Bağımsız bir Ermenistan ve özerk bir Kürdistan’ın kurulmasını,
Osmanlı’nın eski Suriye topraklarında iki A tipi manda teşkil edilerek; Suriye ve Lübnan’ın Fransa’ya, Filistin’in Birleşik Krallık idaresine ve Irak topraklarının da Birleşik Krallık mandasına girmesini kararlaştırmışlardı…
*
Sonra Atatürk, “Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz” dedi.
Cumhuriyetin ulusal bütünlüğünü ve “Bağımsızlıkçı, Antiemperyalist ve Çağdaş” olmak idealizmini belirledi.
Ama bu ideolojiye;
İsmet İnönü’nün Atatürk ilke ve devrimlerini kendi partisinden alıp bütünüyle Anayasa’ya maletmemesiyle,
Bülent Ecevit’in “Ortanın Solu”nu, Deniz Baykal’ın “Sosyal Demokrat” ilkelerini sokuşturmasıyla,
Açılan aralıktan ne kadar siyasi fikir varsa girdi.
Kemalist ideoloji CHP’den başlayarak bütün ülkede tüketilmeye başlandı…
*
Halbuki Dünya Soğuk Savaş’la birlikte ABD’nin “Asya’dan Afrika’ya, Amerika’dan Yakın Doğu’ya kadar demokrasiyi desteklemeye devam edeceğiz”,
Rusya’nın “Dünyada bir takım genel modellere göre yaşayamayan ülkeler ve bölgeler var. O toplumların farklı ve nihayetinde geleneklerin de farklı olduğunu kabul etmeniz gerekir” siyasetleri bileşkesinde dönüyordu.
*
Nitekim giderek zayıflatılan Kemalist ideolojide Türkiye’ye, bir partinin devleti ve bir cemaatin derin devleti oluşturduğu bir yapıyı egemen ettiler.
Ana perspektif, Arap İsyanı ve Türkiye-Irak-Suriye üçgenindeki bölgesel dinamikte reelpolitik gerçekler ve idealist taahhütler arasında bir ahengin kurulmasıydı.
Ne Türk vatandaşlığının sosyolojik tanımlanmasına ne de devletin herhangi bir üst kimlik tasarlama girişimine geçit verildi.
Eşit yurttaşlık garantisi ile Kürt sorununun çözümü girişiminin desteklenmesi istendi…
*
Paralel yapılı Erdoğan devletinin de, Ortadoğu’da sosyolojiler değişirken çıkacak mezhepsel ve etnik kimliklerin ulusal ya da bölgesel çatışmalara neden olmaması,
PKK’nın dağdan indirilip siyaset zeminine çekilmesine,
2023 ufkunun Türkiye topraklarıyla, İran’ın batısından Irak’ın kuzeyine, Suriye’nin kuzeyinden doğusunda Akdeniz’e ulaşan koridorda Ortadoğu İslamcı Konfederal Devleti’nin oluşturulmasına,
Bunun için Başkanlık Sistemini kapsayan, milliyetçi değil çoğunlukçu ve otoriter olması gereken bir anayasa için desteğe ihtiyacı vardı…
*
Bu yüzden 2008- 2011’de resmi bir heyet, “Barış ve Kardeşlik Projesi” başlığında İmralı’da A.Öcalan ile devamında örgütle Oslo’da müzakereler için görevlendirildiler.
Hayret! Devlet, daha o tarihte “Kürtçü Ayrışmayı” bir kurum olarak kabul etmiş oluyordu…
Ama Kürt kimliğine tanınacak statü ile Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkilâp ve ilkeleri doğrultusunda belirlenen Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığı ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünden hangi kesintilere gidileceği zamana bırakıldı…
Halbuki, herhangi bir kesinti dahi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunu uluslararasılaştıran Lozan Barış Anlaşmasının ve Misak-ı Milli’nin ihlâli demekti…
*
Müzakereler A.Öcalan’ın 2009’da hazırladığı 10 ilke ve 3 aşamalı yol haritası çerçevesinde yapıldı.
10 ilke; Demokratik Ulus İlkesi: Ortak Vatan: Demokratik Cumhuriyet: Demokratik Anayasa: Demokratik Çözüm: Bireysel ve Kollektif Hakların Ayrılmazlığı: İdeolojik Bağımsızlık ve Özgürlük: Tarihsellik ve Şimdilik İlkesi: Ahlak ve Vicdan: Demokrasilerin Öz Savunması’ydı.
3 aşamalı çözüm planı ise PKK’nın çatışmazlık ortamını kalıcı olarak ilan etmesi: TBMM’de Hakîkat ve Uzlaşma Komisyonu’nun teşkili: Demokratikleşme’nin anayasa ve yasalara işlenmesiydi.
Örgütün silahlı güçlerinin yurt dışına çıkarılması, genel af ilanı, vatandaşlıktan çıkarılan ve mülteci konumuna düşmüş olanların yurda dönüşleri öngörülüyordu ki; bir avuç cahil akîl adamın cakasından geçilmiyor ama Türk Milleti “Vay Anasına” diyordu…
Üstelik Ortadoğu’da büyük bir değişim siyasal mücadelelere yansıyor, yeni dengelerin oluşturulması için her siyasi güc gibi Kürtler de kendine avantaj sağlamaya çalışıyordu.
*
Suriye’de 1962 nüfus sayımında sadece 169 bin Kürt yaşıyordu.
1980-90 arasında Türkiye’deki terörle mücadele sırasında 2 milyon Kürt Suriye’ye sığındı.
Bu noktada Fransa ve Birleşik Krallığın aklında, Türkiye’de değil ama Suriye ve Irak’ta kendilerini cömertçe karşılayacak Kürtleri sömürgeleştirerek onlara bir devlet kurmak vardı.
*
Zaten Suriye ve Irak, 1916’da Sykes-Picot Anlaşması kapsamında ve 1920’de San Remo Konferansı’nda Fransa ve Birleşik Krallık arasında ikiye bölünmüştü.
Dolayısıyla Birleşik Krallık ve Fransa, Ortadoğu’da yeni dengelerin oluşturulması sürecine yeni bir projeyle katılıyordu…
*
Proje; Fransız-İngiliz ortak hava saldırılarının Türk Ordusunun desteklediği Özgür Suriye Ordusuna, Sünni Arap Güçlerine yani;
Türkmen milislere ve hem Suriyeli YPG’ye, hem de Irak Bölgesel Kürt Hükümetinin peşmergelerine destek verilmesi üzerine inşa edildi.
Rakka ele geçirildiğinde Irak Bölgesel Kürt Hükümetine teslim edilecekti.
Irak’tan Suriye’ye uzanan bir Kürdistan ilan edilirken, buradaki Suriyelilerin yerine 10 milyon Türkiyeli Kürt nakledilecekti…
*
2011’de Fransa ve Türkiye Dışişleri Bakanları A.Juppe ve A.Davutoğlu;
Ekim 2014’te de Paris’te, Cumhurbaşkanları F.Hollande ve Erdoğan, Suriye PYD lideri Salih Müslim’le bir araya geldiler.
IŞİD vasıtasıyla Türk topraklarının bütünlüğüne zarar vermeden Irak ve Suriye’yi kapsayacak bir Sünnistan ve işte bu Kürdistan devleti kurulmasında anlaştılar.
*
O saate kadar Erdoğan, Kürt oylarından yararlanabileceklerini düşünüyor ve HDP’nin arabuluculuk yaptığı “Kürt açılımı” ve PKK ile barış görüşmeleri sürdürüyordu.
2014’te Fransa ile yaptığı mutabakat ve Suriye’de Kürtlerin Kobane kentini kuşatması ve Erdoğan’ın himayesindeki IŞİD’in kentin devrinden duyduğu memnuniyetsizlik her şeyi değiştirdi.
Hükümet Kobane’nin savunucularının Suriye’deki İŞİD ve cihadçılara yardım etmesini reddetmesi üzerine Kürtlere ambargo uygulamaya başladı.
Kürt protestoları Türkiye çapında patlak verdi…
*
Kollar sıvandı ve “Barış ve Kardeşlik Projesi”ne son verildi.
Terörle mücadele adına milyonlarca Kürt vatandaş yaşadıkları köyler, beldeler ya da kentler başlarına yıkılarak ıslah edilmeye başlandı.
Kıskaca alındılar, birçok köyde yaşayan insanlar bulundukları yerleri terk etmeye zorlandı.
İki taraftan da yüzlerce insan can verdi.
Kürtlerin boşaltığı yerleşimler, çoğu sığınmacı kamplarında yaşayan ve Suriyeli cihatçılardan yana olduğunu düşünülen Sünni Arap sığınmacılara vatandaşlık garantisiyle verilmeye yazdı.
*
Bir yandan da M.Barzani ve Sünni El Haşimi ortaklığının Irak hükümetini oluşturan koalisyon ortakları arasında bir krizi tetiklemesi ve Irak toprak bütünlüğünün sarsması hedeflendi.
Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi’nin örgütselliğinden, M.Barzani’nin de T.El Haşimi’ye bağlı Saddam’ın BAAS ordusundan bakiye Iraklı Sünnilerinin oluşturduğu güçlere olan ihtiyacından yararlanıldı…
2014’te T.El Haşimi’ye bağlı Saddam’ın ardılı Sünni güçler ve IŞİD birlikte ne Irak Ordusu ne de Kürtlerle çarpışmadan Musul’u ele geçirdi, Peşmerge güçleri Kerkük’ü aldı.
Türkiye Devleti ise Türk askerinin nezaretinde İŞİD terör örgütünün Irak’ta yasal sahiplerinden çaldığı petrolün ana tüketicisi oldu…
*
Fakat Ekim 2015’te Rusya’nın Suriye İç Savaşına askeri müdahalesiyle Juppe projesi sarsıldı.
Erdoğan, Juppe projesinin ve Türkiye’nin Kürtlerden arındırılması düşünün gerçekleştirilmesi olasılığının kalmadığını anladı.
*
Bir süre sonra ABD, Ortadoğu üzerindeki hegemonyasına potansiyel bir engel olarak Rusya ve İran ittifakının ortaya çıkmasından kaygılanmaya başladı.
Halep’te yaşanan savaşın sonunda gerek uluslararası güçlerin gerek bölge güçlerinin geleceğinin belli olacağı ya da kazanan tarafın tüm başarıların da sahibi olacağı bir konum oluşmuştu.
ABD’nin Esad’a karşı İslamcı isyanı destekleme stratejisi görünüşte yenilgiye doğru giderken,
AB; Avrupa sermayesi tarafından desteklenen bölgelerde mezhepçi bölünmelerle oluşturulacak eksende bir plana ortak olmaya çalışıyordu.
Bu Batılı müttefiklerin her birinin açık bir düşmanlıkla kendi stratejik çıkarları peşinde koşmak üzere aralarındaki rekabetin derinleştiğini gösteriyordu…
*
15 Temmuz’daki darbe girişimi ardından Erdoğan, Saint Petersburg’ta Rusya Devlet Başkanı V.Putin ile uzlaşmaya yöneldi.
IŞİD’e karşı ortak operasyonlar gerçekleştirmeyi: Suriye ve Irak’ın demokratik bir devlet olarak bağımsızlığını ve bölünmemesini: Suriye’nin geleceğini Suriyelilerin belirlemesini teklif etti.
*
Bu sırada Suriye’deki iç savaş dramatik bir şekilde bölge haritasını değiştirmiş,
İŞİD’in çökmesiyle Ortadoğu’da Suriye ve Irak alanında temel çıkarlar üzerinde biri İsrail diğeri İran olmak üzere iki alan ortaya çıkmıştı.
Suriye topraklarında İsrail ile İran arasında yaşanan açık çatışma gittikçe artan bir noktaya ulaştı.
*
İsrail alanında Suudi Arabistan ve onun İran’a karşı NATO himayesinde Sünni Arap askeri koalisyonu bulunuyor.
Kendi çıkarları adına ve birbirlerine düşman olarak Sünni terör örgütleri üzerinden Kuzey Suriye’deki toprakları ele geçiren Türkiye ve Kürtler de işbu Sünni alandadır.
Diğer alanda ise İran’ın, İsrail’in alanında siyasi ve askeri potansiyelini maksimize etmek ve bölgeyi tek bir çatışma alanı haline getirmek stratejisi doğrultusunda,
Suriye, İran Devrim Muhafızları yönetiminde Şii milisleri ve Lübnan Hizbullah’ı bulunuyor.
*
Şimdi ABD’nin Rojava’daki Suriyeli Kürt müttefikleri, Amerikan kuvvetlerinin Rojava Kürt kantonlarında kalması halinde, Esad’ın Rojava için karşılıklı kabul edilebilir yeni bir siyasi statüyü müzakere edeceğini savunuyor.
Rojava’da ABD varlığının sadece Suriye hükümet güçlerini değil aynı zamanda Rus güçlerini de caydıracağı düşünülüyor.
Suriye’nin kuzey doğusunda SDF denetiminde olan Suriye’nin tek petrol sahası üzerinde kontrolünün İsrail’in İran’a karşı elini güçlendireceğini,
Bütün bu sonuçları; esasen Kürtlerin özerk Kürt bölgesine sahip olması durumuyla Türklerin “Kürt Sorunu misillemesi” yapmasıyla pekişeceğine inanılıyor.
Böylece Kürdistan Sorununun radikal bir şekilde çözüleceği düşünülüyor.
*
Nitekim bugün TSK himayesinde bulundurduğu Özgür Suriye Ordusu ve bağlı El Kaideci El Nusra Cephesi ve farklı cihatçı gruplarla kurduğu Heyet Tahrir el-Şam adlı çatı örgütle birliktedir.
Bütün bu örgütler terörle anılıyor.
İslamcı ideoloji ve İslamcı Cihad ile savaşan ABD koalisyonu Suriye’de bu çetelerle birlikte haşır neşir olan ilkesiz R.Erdoğan liderliğinde Türkiye’yi,
İsrail alanında Kürdistan Sorununu çözmek ve Büyük Kürdistan kurmak üzere tuzağa düşürmüş bulunuyor.
*
İş işten geçmiştir
Halbuki Türkiye’nin tek çaresi; akılcı, bilimsel, sürdürülebilir ve ulusal bir Kürdistan Sorununun terörle mücadele politikasına ihtiyacı olduğunu kabul etmesiydi.
Halbuki Türkiye dış politikasını oluşturan “Yurtta ve Dünya’da Barış” ilkesi doğrultusunda ulusal güvenlik gerekçelerini ABD ile birlikte koruyabilmeliydi.
*
Ama Recep Tayyip Erdoğan’ın; tıpkı 1 Kasım 1922’de, TBMM tarafından kaldırılan Osmanlı Saltanatı ve 17 Kasım 1922’de Sultan Vahdettin’in Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığına son verilen San Remo şehrine sürgüne gönderilmiş olmasına benzer,
Üstelik Suriye trajedisinde bir savaş suçlusu durumuna düşmekten duyduğu korku buna engel olmuştur…
*
En fenası ise Afrin Saldırısının dönüp dolaşıp Türkiye’de nufusun dörtte birini, toprağın üçte birini kapsayan alanda kendisinden başka egemen gücü, kendi üstünde de başka egemenliği kabul etmeyen bir ulus devletin doğması ihtimalidir…
*
Operasyona “Zeytin Dalı” adı verilmiş!
21. 1. 2018
Bir yanıt yazın