ABD-Türkiye Savaşı mı?

ABD-Türkiye Savaşı mı?

Alaeddin Yalçınkaya

Çehov’a göre tiyatronun ilk sahnesinde duvarda asılı bir tüfek veya belinde tabancalı bir aktör gösterilirse bu silahlar mutlaka sonraki sahnelerde kullanılacaktır. Uluslararası ilişkilerde de anlamlı olan bu kurala kısaca “Çehov’un Tüfeği” denir. ABD, Türkiye’ye karşı savaşan teröristlere bir devleti donatacak miktarda silah verip bunları uzun süreden beri organize bir şekilde eğitmektedir. O halde bu silahların da kullanılması kaçınılmazdır.

Caydırıcılık maksadıyla sözkonusu silahların yerleştirildiği, sıcak çatışma ihtimali olmadığı düşünülebilir. Ancak bu çapta silahların hedefi dikkate alındığında er-geç büyük savaş hazırlıkları sözkonusudur. Diğer bir ihtimal, “Tavuk Oyunu”nda olduğu gibi son ana kadar çatışmaya hazırmış gibi görünüp Türkiye’nin ciddi olduğu ortaya çıkınca geri çekilmektir. Ancak Beyaz Saray’daki başkanları aşan ABD kurumlarının yıllardır kararlılıkla sürdürdüğü stratejinin kendilerine göre tutarlı bir aşaması olan bu durum doğrudan savaşa geçiştir. Zaten Washington’da Türkiye’yi bu çapta bir savaşa sokma şehvetiyle yanıp tutuşan önemli lobiler var. Buna karşın akl-ı selim sahibi olanların, Türkiye ile savaşın altından kalkılamayacağını fısıldayanlar da var. İki ülkenin silah, donanım, asker sayısını karşılaştıranlar büyük yanılgı içerisindedir: ABD, bir takım lobi ve ekonomik hesaplarla binlerce kilometre ötede paralı askerleri ve teröristlerine dayanırken Türkiye kendi sınırında, kendi askeriyle vatan müdafaası yapacaktır!

Asıl sorulması gereken “Türkiye-ABD Savaşı”nın ne zaman çıktığıdır. Bu bağlamda “savaş”ın anlamına, kapsamına, hukuki açılımlarına bakmak gerek. Kitaplara göre savaş, diplomasi kanallarının tıkandığı, maslahatgüzarlık seviyesinde dahi ilişkilerin bittiği ve bir deklarasyonla “savaş” ilanının yapıldığı bir aşamadır. Alt seviyelerde dahi olsa iki ülke diplomatik misyonları görevdedir. İki ülkenin üst seviye yöneticileri her fırsatta görüşebilmektedir. Bu durumda belki bir “vekâlet savaşı”ndan söz edilebilir.

Hukuki anlamda savaştan söz etmek zorlama olsa da fiilen iki ülke yıllardır vekâleten savaşmaktadır. ABD’nin gücü dikkate alınarak bu gerçeği görmemenin bir anlamı yoktur. Adı konmuş bir savaştaki ülkenin ekonomisi, turizmi, eğitimi ile birlikte karşı tarafta süper gücün bulunması dikkate alınarak ne yaparlarsa yapsınlar.ABD-Türkiye Savaşı mı? - abd belgesine gore pyd pkk nin suriye kolu 1456130413r bu “adını koymayalım” mantığı geçersizdir. Esasen bu endişeyi dikkate alan saldırgan taraf, her seferinde hedef büyütmekte, daha sert vurmakta, daha büyük tahribat yapmaktadır. Bu tahribat kapsamında ekonomi, turizm, eğitim, kültür de bulunmaktadır.

ABD’nin özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye coğrafyasına ilgisi ile birlikte bu savaşın başladığı kabul edilebilir. Hatta Boğaziçi Üniversitesi’nin selefi, Robert Koleji’nin kuruluşunda da bir savaştan beklenen sonuçlar hedeflenmiştir. Daha yakınlara gelirsek Johnson Mektubu da “teslim ol” veya “dediklerimi yap” anlamında olup bir savaş ile amaçlanan sonuçlara yöneliktir.

Yahudi, Ermeni veya Rum lobisinin Türkiye aleyhine politikaları yönlendirmesi, netice itibariyle devlet olarak ABD’nin saldırganlığını hafifletici sebep olamaz. Çünkü askerimizi şehit eden, şehirlerimizi bombalayan teröristleri eğiten ve silahlandıran bir devlet karşımızdadır. Bu kapsamda adalarımızı Yunanistan’a bırakmamızı istemek de aynı anlama gelmektedir. Belirtmek gerekir ki Türkiye’ye aidiyeti tartışmasız adaların Yunanistan’a gizlice verilmiş olması mümkün değildir, çünkü Uluslararası Hukuk kaynağı olarak sözleşme gizli olamaz, olursa geçersizdir! Eğer geçmiş yönetimlerin böyle bir ihaneti varsa bu durum derhal en üst düzeyden açıklanmalı, hayatta olanlar yargılanmalıdır. Türkiye’ye ait adaları “bizden öncekiler verdi” demek, vatanı satma eylemine hukukilik kazandırmaktadır! Bu tür beyanlar, Yunanistan’ın uluslararası yargıda kullanabileceği bir delil anlamına gelebilir. ABD’nin önceki hükümetler döneminde adaların Yunanistan’a bırakılması yönünde Türk yöneticilere tehdit ve talimatları bilinmektedir. Aslında bu da bir savaş öncesi aşama idi. Konuyu gündeme getiren muhalefet, bu aşamada kendi partisinden olanlar dahil gizli mutabakatla (oldu-bitti, tehdit veya ayartma olabilir) bu ihaneti yapanların yargılanmasını talep etmelidir. Sorumluluk mevkiinde olanların da vatan parçasının elden çıkmasında işgalcilere müzaheret edecek beyanlardan kaçınması, fiili durumun kabul edilemez olmasını açıklaması ve koltuk uğruna adaları peşkeş çekenler hakkında yasal süreci başlatmaları gerekmektedir. Zira bu ihaneti yapanlardan bazılarının halen hayatta olduğunu bizzat Dışişleri Bakanı söylemiştir.

PKK’nın terör faaliyetleri için ABD’nin İncirlik üssü üzerinden olanlar dahil verdiği destek aslında Türkiye savaş ilanıydı. Bunu siyasi ve askeri yöneticiler çok iyi bildiği halde belirtilen gerekçelerle atılan taşları (bombaları) ittifak içinde “gül” kabul etmişlerdir. PKK ile mücadelede Türkiye’nin insan kaybı mesela Kurtuluş Savaşı’ndakinin on katını geçmiştir. Siyaset ve diplomasinin zorunluluklarına karşın akademik camianın bu ilan edilmemiş savaşı, yine ABD-İsrail eksenindeki yaklaşımla “Kürt Meselesi” olarak sunmaları ihanet değilse büyük gaflettir. ABD’nin 2003 Irak işgalinden sonra Kandil’in PKK üssü olarak kullanılması yine Türkiye’ye karşı fiili savaştır.

FETÖ organizasyonu görüntüsüyle CIA kontrolündeki 15 Temmuz darbe girişimi, ilan edilmemiş savaşın kaybedilmiş bir cephesidir. ABD istihbaratı çok daha önceden FETÖ üzerinden Türkiye’nin başta emniyet, yargı, eğitim olmak üzere devlet kurumlarını, kılcal damarlarına kadar işgal etmiştir. Bu darbe girişimi, bazılarına göre TSK’yı itibarsızlaştırmak amacıyla da olsa devlet kurumlarındaki işgalin ortaya çıkması açısından farkında olmayarak Türkiye’ye yapılmış bir iyiliktir. Tıpkı 1975’deki silah ambargosu ile ülkemizin kendi silah sanayiini kurma şuuruna erişmesi gibi. Bu bağlamda kripto FETÖ’cülerin nicelerini FETÖ’cülük suçundan mağdur etmesini de bu savaşın ileri cepheleri olarak görüyorum. Mor beyin yazılımının, iradesi dışında telefonuna by lock yüklenerek FETÖ’cülük suçlamasıyla mağdur olanların varlığının ortaya çıkması olumlu bir gelişmedir.

Dinlerarası Diyalog ve devamında Arap Baharı tezgâhı çerçevesinde yaşananlar bütün bölgeye yönelik bir saldırıdır ki Türkiye de bundan en fazla etkilenenlerdendir. Bu süreçte, özellikle Suriye politikasında izlenen vahim hatalar, bu aşamada ABD’nin fiilen savaş ilan etmesini haklı çıkarmaz. Esasen sürecin başından beri bu hataların temelinde ABD’nin “aldatması” bulunmaktadır. Öte yandan Suriye’de tasarlanan terörist yapılanmaya karşı Şam yönetimiyle işbirliği aşamasına gelinmemesi de düşündürücüdür. Buna karşın Esed’i yıllardır ayakta tutan Rusya ve İran ile sorun yok. Halbuki Ankara’nın Şam ile temasının Rusya üzerinden geçmesi çok daha risklidir.

Sonuç olarak hukuken bir savaş henüz sözkonusu değil. Ancak ABD’nin Türkiye karşıtı faaliyetleri, büyük bir savaştan çok daha fazla tahripkâr olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Bunları yok saymak, görmezlikten gelmek, daha büyük saldırılar için düşmanı cesaretlendirmektir. Savaşa başvurmanın sorumluluğu ağırdır. Ancak ülkemizi hedef alan terör örgütünü devletleştirerek fiilen savaş ilan edenlere karşı savunma hakkı da bulunmaktadır.

alaeddinyalcinkaya@gmail.com


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir