Turkishnews|Tarih aynı zamanda o günün tanıklarıyla yazılmalıdır. Biz de bundan yola çıkarak Dünya Azerbaycanlıları aynı zamanda Türk dünyası için önemli olan 31 Aralık 1989 yılını o gecenin tanığı olan Cavid ismayilov’la hatırlamak istedik.
31 aralık, Dünya Azerilerinin Dayanışma Gününü uğurladık. Maalesef, o tarihle ilgili hatta, Azerbaycan’da bile, bu tarihi bilmeyenler de var.
– Dayanışma Gününün üzerinden zaman geçmesine rağmen bir daha bütün Dünya Azerbaycanlılarının Dayanışma Günü vesilesiyle kutluyorum. Hatırlatırım ki, halkımızın törenlerle kutlandığı 31 aralık tarihi sıradan bayram tarihi değil. Bu, Tek Azerbaycan’ı “Kuzey” ve “Güney” adıyla iki parçaya bölen Rus İmparatorluğunun ikiyüz senelik dikenli demir duvarını yıkan korkmaz Nahçıvan nüfusunun 70 yıl kardeş hasretiyle yaşayan Azerbaycan halkının adına yazdığı Ulusal Özgürlük harekatı tarihidir.
Maalesef o günlerde özgürlük uğruna yaptığımız mücadelede toprak uğruna fedai olmayı, kararlılığı, Vatan sevgisini bizlere miras bırakmış, geçen on yıllarda gaddarlık ve acımasızca mahvedilmiş “Can Azerbaycan” diyen, kendi kanı ile “Özgürlük tarihi” yazan Ziya’lılarımızı zaman zaman unuttuk.
Bu bakımdan milli liderimiz Haydar Aliyev‘in: “Azerbaycan halkının tarih boyunca başına gelen musibetler unutkanlığından ileri gelip-” söylediği sözler, sıradan sözler değil, siyasi kariyer adına halk kitlesini zaman zaman unutkanlığa ateşleyen isimleri “bizden” olan, fakat “düşman değirmenine su döken” bazı Ziya’lılarımızı, devlet memurlarını kendilerine dönmeye, unutkanlığa son vermeye çağıran bilge sözdür. Eğer kanlı düşmanın son yıllarda halkımızın başına getirdiği felaketleri herhangi bir etkinin sonucunda kimse unutursa ve unutturmaya çalışsa şehitlerimizin ruhu onları affetmeyecektir!
ÖGEDAY- Bugün Dünya Azerbaycanlılarının tantana ile kaydettikleri 1989 yılının 31 aralık tarihi olayları ile halkını, vatanını ateşli seven bir vatandaş olarak, Sizin bağlı olduğunuz konuda basından bellidir. Bu mücadele günlerini nasıl hatırlıyorsunuz?
iSMAİLOV- Doğru söylüyorsunuz, ben de bu olayların canlı tanığı ve en aktif katılımcılarından biri oldum.
Rus İmparatorluğunun ateşli zincirinden kurtulmak için Azerbaycan’ın tüm eyaletlerinde, özellikle Bakü’de şimdiki “Özgürlük meydanında” “azadlq”, “özgürlük” diye vicdanı olan milyonlarca insanın sesi Kremlin’in duvarları arasında yankı veriyordu. Böyle bir tarihi ortamda Nahçıvan nüfusu Rus İmparatorluğun içinden çıkma kararı aldı. Bu amaçla 1989 yılının aralık ayında tüm Nahçıvan Bölgesinin nüfusu sərhədboyu çadırlar kurdu. Geceleri dondurucu soğuktan korunmak için atlamış araba tekerleklerinden etrafı aydınlatan, sınır direklerini sökmeye ortam yaratan ateşler yaktı. İmparatorluğun çeşitli karargahlarda hizmet gösteren sınır muhafızları edim insanların tehlikeli durumunu görüp, “kışlalara” çekildiler. İkiyüz senelik İmparatorluğun dağılmasını tehdit eden bu olayları, tabii ki kabul etmeyen Moskova basını ve televizyonu, kollarından kullanım zincirini kırıp atan nahçıvanlılara karşı kesintisiz iftira ve suçlamalar yağdırıyordu.
“Kanlı Karabağ tarihi” yazan, eski arkeolojik kültüre sahip olan Hocalı’yı Azerbaycan’ın siyasi haritasından silen, türk’ün katı düşmənı, ali kanlı M.S.Qorbaçov eyalette yaşananları duyarlılıkla izliyordu. Onun sınır olayında kasıtlı amacı vardı. Paris’te ermeni diasporasının Nahçıvan’la ilgili hazırladığı planı uygulamaya siyasi-sosyal ortam yaratmaya şalışırdı. Bu plana göre türk’e karşı zaman zaman devrimci kuşaklar getiren rahip Vazqen ve şaire Silva Kaputyan, Haydar Aliyev’in acımasız düşmənı olan tarihçi Xanzadyan, Hocalı’da “duvara mıhlanmış 13 yaşındaki türk kızının canlı canlı alın derisini, sonra göğüs ve karın derisini soydum, beş dakika sonra türk kızı kan kaybetti ve öldü-” diye, basında sonra. Kitabında acımasız “ermeni kahramanlığından” gururla bahseden Zori Balayan defalarca M.S.Qorbaçovun kabulünde olurlar. Paris’te çıkan “Humanite” gazetesinde bu konuda ayrıntılı bilgi veriliyor. Diaspora Paris’e çağırdığı Aqanbekyanı, kelimenin tam anlamıyla, sorguya çekiyor. Onu itham ediyor, “diyordun nüfuzlu temsilciler M.S. Gorbaçov’un kabulünde olmuşlar, o, Karabağ’ı da, Nahçıvan’ı da bize vereceğine söz verdi. Peki, Nahçıvan nerede”?
Bu görüşmeden sonra dünya terör çetesinin – “Asalanın” başkanı olan Paris diasporasının sorusuna acımasız M.S. Gorbaçov cevap olarak, 1918-1920 uygulamadır yıllarda ingilizlerin himayesi ile masum ve silahsız Nahçıvan nüfusunu süngüye geçiren, Arasın o kıyısına qaçmağ zorlayan ermeni-daşnak bandosunun yazdığı kanlı tarihi tekrar etmeye hazırlanıyor. M.S.qorbaçov dikenli sınır duvarının tahrip edilmesini bahane ederek Merkez Komitenin akşam düzenlediği bürosunun kararı ile rus ordusunun bütün parçalarını bir günde Nahcivan Vilayetinden çıkardı, askeri “kışlalara” SSCB Devlet Güvenlik Komitesi dünyaca ünlü “ALFA” adı ile tanınmış özel tahribat sınır birliğini yerleştirdi ve bu canilere komutanlığı kendi yardımcısı katı taşnak Şahnazaryana istedi. “Alfanın” amacı Vilayette insanları çeşitli yollarla sabotajda çekmek ve onları Arasın karşıya geçirmek idi. Ancak tedbirli aydınlarımız nüfusun sabotajda gitmesine izin vermedi. Bu nedenle “ALFA” kendi mücadelesinde dönmez olan Nahçıvan halkına karşı açıkça karşı karşıya gelmekten çekindi. Davetsiz “misafirler” geldikleri yolla da, geri döndüler.
ÖGEDAY- Siz Nahçıvan nüfusunun Moskova’ya karşı olan bu teslim olmaz direncini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İSMAİLOV- Düşmana karşı canı ile kanı ile bir yumrukta birleşmek gibi birşey. Nahçıvan atalarımızdan miras kalmıştı. Bütün dünya gördü ki, geçilmez, dokunulmaz sayılan SSCB sınırlarını yıktık. Sınırları yıkmakla özgürlük ruhumuzun son noktaya ulaştığını dünyaya beyan ettik. İlk defa Nahçıvan, Sovyetlerin içinden çıkma kararı aldı. Atılan bu adımlar çok önemlidir. Vilayetin Sovyetlerin içinden çıkmasını Nahçıvan televizyonu çeşitli halkların dillerinde tüm dünyaya beyan etti.
ÖGEDAY- Şöyle demek olur ki, sınır olayında istediğine nail olamayan M.S.Qorbaçov, Nahçıvan’ı ermeni diasporasına vaat ettiği sözden yüz çevirmişti?
İSMAİLOV- Aksine, daha kanlı plana başvurdu. Askeri biçimini değişmiş Rus askerleri ile omuz omuza Nahçıvan’a yol açmaya can atan ermeni çetesine karşı Sederek dağlarında cesur yiğitlerimiz ölüm-kalım savaşları verdikleri bir günde general Surkovun komutanlığı altında özel talimat görmüş büyük bir ordu birliği, Erivan yönünden Vilayetin kapısı sayılan Sederek köyüne kumbara oldu. Rus takımını, Vilayet Parti Komitesinden izin almadan ordunun bir bölümünü Sederek’de, bir bölümünü Çar Nikolay’ın döneminden Rusların askeri “kışlası” olarak yerleşmişti. Yine orduları Qıvrak köyünde, öbür kısmını da Culfa-Ordubad yönünde Nahçıvan şehrinin çıkışına yerleştirdi. O, Şerur demiryolu istasyonunu silahlandırmak istiyordu. Bahanesi, Bakü’den Erivan’a geçen yük trenlerinin önünü güya halk kesiyor, Ermenilere giden gıda ve diğer zorunlu yükü bırakmıyor.
ÖGEDAY- Demek ki mesele bu söylenen gibi idi?
İSMAİLOV- Surkov da biliyordu ki, Bakü’den gelen trenlerin Nahçıvan’a geçmemesi için ermeni çetesi “Meqri” denilen Stansıdan demiryolu hattını birkaç ay önce yıkıp, yok etmişti.
Bu bir bahane idi. Rus generali emindi ki, Karabağ’da masum insanlarımızın dökülen kanını Nahçıvanlılar hiçbir zaman unutmaz. Demiryolu silahlandırılmış idi, stansıda Rus askeri görse idi, kışın o madenlerinde dize kalkan, karın içerisinde geceni-gündüze katan, hatta kadınlarımız bile buna dayanamazdı. Ancak o yıllarda İl başkanları ve tedbirli aydınlar sabotajcı düşman ordusunun başkanının karşısında halkın adına kesin talep koydular: Bakü-Erivan tren yolu ve Meqridən Ermeni çeteleri tarafından darmadağın edildi. Eğer bizim halkımızdan herkim demiryolu istasyonuna ayak basarsa, onu orada öldürün diyorlardı.
Ayağa kalkmış Azarbaycan halkı ve komşu Türkiye faktörü M.S. Qarbaçovun bu kanlı planının önledi.
ÖGEDAY- O zamanlar Moskovada yayınlanan “Moskovski novosti” (Moskova haberleri) gazetesinin 14 Ocak 1990. yıl tarihinde sizin bir kaç korkmaz insanla birlikde hudut direklerini yakıb-yıktığınız andaki fotorafınız verilmişdi. Bu fotoğrafla ilgili ne söyleyebilirsiniz?
İSMAİLOV – Bu fotoğraf 8 Ocak Nahçıvanın Türkiye ile sınırının daha yeni yıkmaya çalıştığımız zaman Moskovadan gelen muhbirler tarafından çekilmişti. Bu araziden geçen SSCB devlet sınırı arazi olarak Azerbaycan’ın toprağı olmasına bakmayarak hudut kontrolünü gerçekleştiren sınır alayı Ermenistan’da yerleşen kumandanlığa tabi idi. Bu bakımdan onların Türkiye ile, devlet sınırının yıkılmasını her halukarda karşısına almak idi. Halkımız bunu iyi biliyordu. 8 Ocakta biz Türkiye ile sınıra yol aldık. Kalın kar yağmıştı, arabalar için karayolunun olmaması zaman-zaman insanların geldiği arabaların kırlarda kara gömülerek hareketini dayandırsa da halkımız arabalardan inerek o karda, soğukta sınıra doğru irlerliyordu. Bizim gittiğimiz UAZ markalı otomobil bir hayli önde gitmeyi başarmıştı. Ahalinden çok öndeydik. Bir yerde bizim arabamız da durdu ve yaya olarak gitmeye başladık. Arkamızdaki insanları göremiyorduk.
Artık dikenli tellerin olduğu yere ulaşmıştık. Neredeyse 5-6 kişi idik. Yettiğimiz kimi hudut direklerini yıkmaya başladık. Az geçmişti ki, bir de baktık iki “Ural” arabasında askerler ellerinde sınır köpekleri ile başımızın üstünü aldılar.
Rus kumandan sordu ki, aramızda rusça bilen var mı? Derhal söyledim ki, ben biliyorum. O, ilk olarak yaşımı sordu. Cevap verdim ki, 17 dedim. Kumandan sert bir şekilde söyledi ki, bu sınır nezareti alanı (“Zastava”) Artaşata (Ermenistan) tabiidir. Eğer derhal geldiğimiz yolla geri dönmeseniz siz devlet sınırını ihlal ettiğiniz için sizin karşılığınız silahla alınacaktır.
Doğal olarak ben de ona aralıksızın kendi topraklarımızda olduğumuzu, dikenli telleri toprağımızda istemediğimizi söylüyordum. Yanımdaki arkadaşlarım da taleplerimizi yüksek sesle söylüyorlardı.
Biz kumandanın gözümüzü korkutmasına önem vermedik, işimize devam etmek istedik. Bu zaman kumandanın emri ile askerler silahı üzerimize çektiler, ellerinde tuttukları köpekleri üstümüze sardılar. Onlarla birlikte gelen muhabirler aralıksız olarak bu durumu fotoğraf makinlereinde kayıt ediyorlardı. Karışıklık ciddileşti. Olaylar daha da büyüdü. Böyle bir anda ellerinde balta, tarım aletleri, kürek ve diğer kesici aletlerle silahlanmış halkın, Veli dağının yamacından aşarak, karşısı alınmaz sel gibi bize yardıma geldiğini gören kumandanın emri ile Sovyet askerleri arabalara binerek, yok oldular. Ahali sınırı darmadağın etmeye başladı. Aradan az zaman geçmişti ki etraftaki köylerden yeteri sayıda insanlar olay yerine ulaştılar.
Sınırdaki askerler kendi alaylarına dönerek, dikenli tellerin arkasından karargaha girerek demir kapıları kapattılar. Komutan aileleri de burada yaşıyordu. Hiç bir tehlikeden korkmayan insanlar demir kapıların önünde dizden yukarı olan karı, sağa-sola dağıtarak ateşler yaktılar ve kumandana mesaj gönderdiler ki, burası Sederek köyünün arazisidir, bu toprakları terkedip ermeni kardeşlerinizin sınırını geçmeyinceye kadar buradan gitmeyeceğiz ve sizi de dışarı bırakmayacağız. Gece yarısı idi, Tiflisten general geldi, söz verdi ki, en geç yarın askerleri buradan çıkaracağız. Bundan sonra insanlar dağıldı.
Bu araziden sonralar Nahçıvan-Türkiye arasında olan tarihi “Umut” köprüsü dikildi.
ÖGEDAY- Bu gazetedeki fotoğraftan sonra neler oldu?
İSMAİLOV- Bu gazeteden hiç bir bilgim yoktu. O zaman SSCB MİT (KQB) –inin özel hareket grubu Nahçıvanda soruşturmalar yürütüyordu. Beni MİT-e çağırdılar ve savunmamı istediler. Onu da belirteyim ki, bu delil üzerine 1, genel olarak 3 kere savunma vermiştim. Ama kendileri de iyi biliyorlardı ki, halkın karşısında dayanamayacaklar ve zaten öyle de oldu. Nahçıvan halkı tüm dünyada ismi geçsede korkutan SSCB-nin geçilmez – dokunulmaz sayılan sınırını yakıp-yıktı. Bu büyük ve şerefli bir tarih idi. Şükürler olsun ki, o şerefi yaşamak bana da nasip olmuştur.
ÖGEDAY – Aileler çocuklarına ne vermeliler?
İSMAİLOV- Aileler çocuklarına milli tarihimizi unutturmamalılar. Bununla birlikte milli- manevi değerlerimizi onlara aşılamalılardır.
ÖGEDAY- Azerbaycan’a, genel türk dünyasına dilekleriniz nedir?
İSMAİLOV- Dünya kan içinde çalkalanıyor. Yüzde “dost”, eylemde “düşman” olan güçler bellidir.
Azerbaycan halkı, genellikle Türk-İslam dünyası, bugün iki yüzlü sinsi tarihle yaşıyor.
Böyle bir dönemde ayrı ayrı mülki idare ve bölümleri topraklarda yerleşmiş bütün Türk Dünyası Dede kökenlerine geri dönmeli, kuvvetli yumruğa dönüşmek için vahit Turan ailesine kavuşmalıdır!
Bu yayın için ise sizlere teşekkür ediyorum. Tüm Türki ellerine selam olsun.
Röportaj :Nigar Ögeday
www.turkishnews.com
Hertürlü İhbar,Öneri ve istekleriniz için +90 0546 951 2876 nolu WhatsApp ihbar hattımızdan bize ulaşın.
Bir yanıt yazın