Bir devlet üniversitesinde öğretim üyesi olduğu söylenen bir şahıs, milletin verdiği vergilerle ayakta duran devletin resmi televizyonunda diyesiymiş ki:
“Nuh’un gemisi nükleer enerji ile çalışıyordu. 400 metrelik dalgalara dayanacak şekilde çelik levhalardan yapılmıştı. Nuh, gemiye binen oğlu ile cep telefonu ile konuşmuştu. Gemiden gönderdiği güvercin değil bir İHA (İnsansız hava aracı) idi. Nuh Tufanı bölgesel değil, küreseldi. Gemiye canlı hayvan alınmadı. Hz. Nuh, Amerika’dan, Fransa’dan döllenmiş yumurta getirtmişti…”(1)
Her şey bir yana, Hz. Nuh’un Amerika’ya ve Fransa’ya döllenmiş yumurta sipariş edip getirtmesi bir hayli ilginç geldi bana. Vatandaş, gösteriminin üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen “Jurassic Park” isimli Steven Spielberg filminin etkisinden hala sıyrılamamış gözüküyor. Hani şu bastonda gizli bir larvadan (döllenmiş yumurta) devasa boyutlardaki dinozorların peyda olduğu sahneden bahsediyorum!
Kur’an’da Hz. Nuh ve kavmi hakkında pek çok ayet bulunmakla birlikte, 11. sure olan Hûd suresinde Hz. Nuh’un gemisi ve tufan hakkında geçen ayetler şunlardır:
11:38 -Gemiyi yapıyordu, kavminden bazı ileri gelen gruplar, onun yanından gelip geçtikçe, onunla alay ediyorlardı. Nuh dedi ki: “Bizimle eğleniyorsunuz, biz de sizinle tıpkı bizimle eğlendiğiniz gibi alay edip eğleneceğiz.”
11:39 -O perişan edici azabın kime geleceğini ve o sürekli azabın kimin başına ineceğini ilerde bileceksiniz.
11:40 -Nihayet emrimiz geldiği ve tennur (tandır veya geminin kazanı) tutuşup parladığı zaman dedik ki; “Erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane, aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında, aileni ve iman etmiş olanları geminin içine yükle”. Zaten beraberinde iman edenler çok az idi.
11:41 -Nuh dedi ki; “Allah’ın adıyla binin içine. Onun akışı da, duruşu da (O’nun adıyladır). Hiç şüphesiz Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.
11:42 -Gemi içindekilerle birlikte, dağlar gibi dalgalar arasında akıp gidiyordu. Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna bağırdı: “Yavrucuğum, gel, bizimle beraber bin! Kâfirlerle beraber olma!”
11:43 -O, dedi ki; “Ben, beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım”. Nuh da “Bu gün Allah’ın merhamet ettiğinden başkasını, Allah’ın bu emrinden koruyacak kimse yoktur.” dedi. Derken dalga aralarına giriverdi. O da boğulanlardan oldu.
11:44 -Allah tarafından denildi ki: “Ey yeryüzü suyunu yut! Ey gökyüzü sen de suyunu kes! Ve sular çekildi. Emir yerine gelmiş oldu. Gemi de Cudi dağı üzerine oturdu. O zalim kavme böylece dünyadan uzak olun denildi.
…
Evet gemi ve tufan hakkında verilen bilgiler sadece bunlardan ibarettir. Peki, bu ayetlerden yukarıda zikredilen bilgiler elde edilebilir mi? Bana sorarsanız edilmez. Çünkü ipe sapa gelmez iddialardır bunlar. Bunları söyleyebilmek için, en azından elimizde bu bilgileri çağrıştıracak arkeolojik bulgulara ihtiyaç vardır. İnsanlık daha Nuh’un gemisini bulamadı ki; onun kullandığı cep telefonunu ve insansız hava aracını bulsun!
Hatta bırakın gemiyi, bizim Diyanet, henüz Cudi Dağı’nın nerede olduğunu bile tam olarak bilmiyor! Şaka değil ha, kesinlikle doğru söylüyorum; Diyanet daha Cudi Dağı’nın nerede olduğunu bile bilmiyor! İşte size Diyanet’in Cudi Dağı tarifi:
“Cûdi Dağı: Musul toprağında. Musul’un Hısneyn veya Hadıyd mevkiindedir. Cezârede, Musul yakınındaki Cezîre’dedir. Musul beldelerinden İbn Ömer cezîresinde, Basuri’dedir. İbn Ömer cezîresi, Musul’un üzerinde, üç günlük bir yerdir. Basurin de, Dicle’nin doğusunda, Musul mülhakatından bir nâhiyedir. Cûdi Dağı: Cezîre’de, Karda nâhiyesindedir. Cûdi Dağı: Karda ve Zebdi kariyelerinin dağıdır. Karda: Cezîre’de Cûdi Dağı yakınında bir kariye olup İbn Ömer Cezîresi yakınındaki Semânîn kariyesine de yakındır. Cûdi Dağı ile Dicle arası, sekiz Fersah’tır. Fersah: On üç hâşimi Milli veya on iki veya on bin Zira’dır. Mil de: Dört bin Zira’dır.”(2).
Peki Diyanet’in vermiş olduğu bu coğrafya ve yol tariflerinden anlayabildiniz mi Cudi Dağı’nın nerede olduğunu? Ben anlayamadım, anlayan beri gelsin. Şu halde akıl sahipleri için sorularımızı tekrar soralım:
Kocaman Cudi Dağı’nın bile nerede olduğunu tam olarak kestiremeyenlerin, yukarıda zikredilen ayetlere verdikleri anlamlardan hareketle; Hz. Nuh’un gemisi ve Tufan efsanesi ile ilgili olarak devletin televizyonunda verilen bilgilere ulaşılabilir mi?
Kur’an’da güvercin ve Hz. Nuh’un keşif için gemiden güvercin veya başka bir kuş uçurması bile geçmiyor bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla. Dolayısıyla; ortaya bir güvercin hikâyesi çıkarıp, sonra da onu İHA’ya tahvil etmek, dine İsrailiyat sokuşturmakla ve dini tahrif etmekle eşdeğer bir durumdur.
Aslına bakılırsa; Hz. Peygamber’in hicret sırasında saklandığı Sevr mağarası için anlatılanlar da ekseriyetle uydurmadır. Yani, örümceğin mağaranın ağzına ağ kurması, güvercinin mağaranın içine yuva yapması filan uydurmasyon bilgilerdir. Aynı uydurmalar Hz. Davut için de anlatılır bozulmuş Tevrat kaynaklı kitaplarda. Doç Dr. Abdullah Aydemir, Taberi, Beğavi ve Zemahşeri gibi müfessirlerin tefsirlerini kaynak göstermek suretiyle şu bilgileri aktarmaktadır kitabında:
“Davud bir şeyden korktuğu zaman, onun arkasından kimse yetişemezdi. Talut onu takip etmek üzere atını koşturdu. Davud, yetişir korkusu ile daha süratli koşmağa başladı; bir mağaraya sığındı. Allah örümceğe, mağaranın ağzında kendisi için bir yuva kurmasını ilham etti. Mağaranın ağzına gelen Talut, kurulan örümcek ağını ve yuvasını görünce: ‘Davud buraya girmiş olsaydı örümceğin ağını bozmuş olurdu’ diyerek çekip gitti…”(3)
Tıpkı bunun gibi; Hz. Peygamber’e atfedilen”…Ben Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum!” hadisinde geçen “Kuru Ekmek” figürü, “Muhayyel (zina iftirası) günahından duymuş olduğu pişmanlıktan dolayı ağlarken gözyaşlarının tabağa koyduğu kuru arpa ekmeğini ıslattığı ve Davud’un gözyaşlarıyla ıslanan bu ekmeğin üstüne kül serperek onu yediği” şeklinde, Hz. Peygamber’in Miraç gecesi diğer bütün peygamberlere namaz kıldırdığı hikâyesi, “Duruşması sırasında bin peygambar kendisine eşlik etti” şeklinde Hz. Davut ile ilgili olarak da anlatılmaktadır.(4)
Demek oluyor ki; tahrif edilmiş Tevrat ve İncil kaynaklı pek çok bilgi ve cahiliye dönemi Araplarına ait birçok efsane ve rivayet aktarılmıştır dini bilgi adı altında İslam’ın içine. TRT’deki programda öne sürülen iddialar konusunda görüşlerine başvurulan konunun uzmanlarından:
Prof. Dr. Süleyman Mollaibrahimoğlu demiş ki: “Geminin 3 katlı olduğundan söz ediliyor. Bu tamamen şahsi bir yorum ve iddiadır. Kuran-ı Kerim’de ve hadislerde böyle bir bilgi yoktur. Ayrıca geminin motorlu olabileceği de ifade edilebilir. Yakıt olarak da Müfessir Hamdi Yazır’ın yorumuna göre kömür olabilir. Hz. Nuh’un oğlu ile konuştuğu doğrudur. Ancak telefonla konuştuğunu söylemek mesnetsiz bir iddiadır.”(5)
Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır ise şöyle demiş: “Hut Suresi’nin 42. ayetinde yapılan bir meal hatası var. Ayetteki dalga ifadesi, mealde dalgalar olarak yer alıyor. Eğer Nuh dalgalar arasında oğluna sesleniyorsa, bu bir insan sesiyle mümkün değil. Dolayısıyla hoca da burada cep telefonuyla aramış gibi bir açıklama getirmiş. Böyle olması tabii ki mümkün değil. Bir akademisyen, kendine göre yorumlar yapmış. Bu normal bir şey değil.”(6)
Tufan Efsanesi’ne gelince; tefsirlerde bu olayın mevzi bir olay olduğu, yıkılan bir barajın sularından dolayı böyle bir su baskını yaşandığı şeklinde bilgiler de vardır. Sebeliler döneminde Yemen’de yaşanan Arim Seli olduğunu söyleyenler de vardır. Bize göre de bu hadisenin mevzi ve lokal bir olay olması, çok daha akla yatkındır. Hz. Nuh, tarihin hangi döneminde yaşadı kesin bir bilgi yok elimizde. Diyanet’e bakılırsa onun hayatı bugünkü Irak topraklarında geçmiştir. Ayrıca o, puta tapan bir kavme peygamber olarak gönderilmiştir(7).
Eğer doğruysa, bu bilgi, Tufan Efsanesi’nin, Sümer ve Babil efsanelerinden devşirilerek Tevrat’a geçirildiğini iddia edenlerin bu iddialarını bir hayli güçlendirmektedir. Zira putperestlik, Mezopotamya dinidir. Hatta Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderildiği putperest Kureyş kabilesi de Mezopotamya menşelidirler. Mekke’ye oradan göç etmişlerdir.
Tufan efsanesinin, Sümerler yoluyla Asya’dan Orta Doğu’ya getirildiğini, oradan da Tevrat’a geçtiğini söyleyenlere kulak verecek olursak:
Yaşadığı devir olarak İ.Ö.604 ile 502 arasında olmak üzere muhtelif tarihler verilen Bâbil Kralı Nabokadnezzar (Nabukatnezar)’ın, diğer adıyla Buhtunnassar’ın Kudüs’ü ve Tevrat nüshalarını yakıp yıkıyor, Tevrat okuyanların büyük çoğunluğunu öldürüp bir kısmını da Babil’e sürgün ediyor. Bu yıkım ve felâket sebebiyle Tevrat hükümleri büyük ölçüde unutuluyor ve günümüzdeki Tevrat nüshaları, asırlar sonra ve halk arasında hatırlandığı kadarıyla Yahudi bilginleri tarafından tekrar kaleme alınıyor. İşte bu kaleme alma sırasında Rahip Ezra ve arkadaşları, Tevrat’a hem kendi düşüncelerinden, hem de Sumer ve Bâbil efsanelerinden bazı intihal ve ilaveler yapıyorlar(8).
Ateist olduğunu söyleyen ve çalışmalarını Tanrı’nın yokluğunu ispatlamak üzerine yoğunlaştırdığı anlaşılan İngiliz Biyolog Rıchard Dawkıns de “Eski Ahit, Yaradılış’ı anlatmaya Nuh’un çok sevilen hikâyesiyle başlar. Bu hikâye Babil efsanesi Uta-Napiştim’den ileri gelir ve farklı birçok medeniyetin eski mitolojileriyle de ilişkilidir…”diyerek adeta hem aynı iddiaları ileri süren Muazzez İlmiye Çığ gibi arkeolog(sümerolog)lara, hem de Tevrat’ın Yahudilerce tahrif edildiğini söyleyen İslam ilahiyatçılarına destek vermektedir(9).
Böyle olunca ve Hz. Nuh’un Irak’ta ve muhtemelen Sümerler’in ilk dönemlerinde yaşadığını, tıpkı torunu Hz. İbrahim gibi onun da bu bölgedeki putperest topluluklarla mücadele ettiğini düşünürsek, bu efsanenin Sümerler’den iktibas edildiği şeklindeki iddialar bir hayli güçlenmektedir.
Netice olarak ve Tufan Efsanesi’nin, Sümer ve Babillilerden aşırıldığı iddialarını bir tarafa koyarak söyleyecek olursak; Tufan Olayı’nın, lokal bir olay olması ve sadece Nuh’un o sırada bulunduğu kent, kasaba veya küçük bir bölge ile sınırlı olduğu akla çok daha yatkındır. Madem Nuh Irak topraklarında yaşadı, bu hadise neden Fırat veya Dicle nehirlerinden birisinin yol açtığı bölgesel çaplı bir sel baskını olmasın? Kur’an-ı Kerim’in 11. suresi olan Hud Suresi’nin 44. ayetinde geminin üzerine oturduğu söylenen “Cudi” dağı, eğer bizim bildiğimiz ve Şırnak ili sınırları içinde olan 2114 m. yüksekliğindeki dağ ise Tufan olayı, sadece o bölgede meydana gelen lokal bir olay olmalıdır.
Eğer küresel boyutta bir hadise olsaydı; geminin 2114 m. yüksekliğindeki Cudi yerine, çok daha yüksek olan ve aynı bölgeye nispeten yakın yerlerde bulunan dağlara, mesela Anadolu’da 3917 m. yüksekliğindeki Erciyes’in, 4058 m. yüksekliğindeki Süphan’ın, 5137 m. yüksekliğindeki Ağrı’nın ya da İran’daki 5642 m. yüksekliğindeki Elbruz Dağı’nın üzerine oturması beklenirdi. Hatta 2114 m. yüksekliğindeki Cudi’nin hemen yanı başındaki Cilo dağlarının en yüksek tepesi olan 4136 m.lik Reşko Tepesi’nin üzerine! Çünkü suların çekilmesiyle en yüksek noktanın en önce ortaya çıkması beklenir mantıken. Bu demektir ki; ya Kur’an’da geçen Cudi, bizim bildiğimiz Cudi değil ya da Nuh Tufanı, Cudi’yi de içine alan sınırlı bir bölgede meydana gelen bir su baskınından ibarettir.
Ayrıca Kur’an’da, benzer şekilde ve inananlar dışında toptan helak edilip, kökü kesilen bazı kavimlerden de bahsedilmektedir ki; bu kavimlerin başında Âd Kavmi, Semûd Kavmi ve Lût Kavmi gelmektedir. Bu kavimlerin yaşadıkları yer olarak da yine Arap yarımadası ve orta doğu bölgesi işaret edilmektedir kaynaklarda. Bu kavimlerin başına gelen felaketlerin ortak özelliği, lokal ve bir kavme özel olmalarıdır. Nuh kavminin başına gelen Tufan felaketinin de lokal ve kavme özel olması akla yatkın gözükmektedir.
Öte yandan, bu efsanenin, Asya kökenli (öyle olmasalar bile) Sümer veya Babil kaynaklı olması, onun İlahi bir mucize eseri meydana geldiği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Çünkü Allah, her kavme peygamber gönderdiğini söyler Kur’an’da(10). Bu durumda hadise, Asya’da yaşayan bir peygamber zamanında da meydana gelmiş olabilir. Kim bilir Hz. Nuh, Diyanet’in dediği gibi bugünkü Irak’ta değil de belki de Asyalı bir kavme peygamber olarak gönderilmiş ve orada yaşamış bir kişiliktir! Olamaz mı? Neden bütün peygamberler ille de Ortadoğulu olsunlar?
Son cümle olarak belirtelim ki; dini bilgilerimizin yenilenmesi gerektiğine biz de kaniiyiz. Ancak bu işin, ilim, bilim ve en önemlisi de işinin ehli olan akıl sahiplerince yapılması gerekir. Öyle meşhur olma ve gündem yaratma adına söz söyleyenlerle olmaz bu işler. Bu kabil adamlar “Hz. Muhammed, Mekke’den Kudüs’e tarifeli uçakla, Kudüs’ten miraca ise nükleer enerji ile çalışan uzay mekiği ile gitmişti.” demeden, önlerine geçmek gerekir bunların. Zira İslam, uzunca bir zamandır, ifrat ve tefrit arasında gidip gelenlerce tahrif edilmektedir. Bu gidişle, uydurma hadisler, uydurma hadiseler ve menkıbelerle, sözüm ona abuk sabuk ulema fetvaları, ayetlerin önüne geçecek ve ortada Allah’a ait bir şey kalmayacaktır. Kalsa bile, Müslümanların hayatından çıkmış olacaktır…
07.01.2018/Ömer Sağlam
_______________
1-http://www.yeniakit.com.tr/haber/canli-yayinda-soke-eden-iddia-nuh-tufaninda-iha-ve-cep-telefonu-kullanildi-410812.html,
2- bkz. M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, c, 1, TDV. Yayını, Ankara, 1990, s, 102,
3- Doç.Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, s, 180, TDV. Yayınları, Ankara, 1992.
4- Doç.Dr. Abdullah Aydemir; age, s, 165,169.
5- ,
6-Aynı haber.
7-M. Asım Köksal, age, s,87.
8-Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni, 19. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008, s. 102 ve devamı,
9- bkz. Rıchard Dawkıns, Tanrı Yanılgısı, s. 222, 8. Baskı, Çev. Tunç Tuncay Bilgin Kalisto, Kuzey Yayınları, İstanbul, 2008, s. 222.
10- bkz. Kur’an-ı Kerim, Nahl Suresi, 16/36
Bir yanıt yazın