2017, ilk yılında Trump yönetimini Ortadoğu’ya karşı açık politika yönergelerinde eksik kalmakla nitelendirenlerin ve Trump’ın stratejik bir vizyonu olmadığına ilişkin kanaatlerinin yavaş yavaş dağılmaya başladığı bir yıl oldu.
ABD’nin çoğu zaman gösterdiği tutarsızlıklar ve net bir stratejik hedef göstermeyen davranışları göz önüne alındığında,
2018’e girilmekte olan şu günlerde, Washington’da yeni bir proaktif başkanın olması üzerinde doğan umutlar karışıklık hissinin yavaş yavaş gölgelenmekte mi olduğu, sorularına yol açıyor.
*
2017’de Başkan D.Trump, ABD’nin ayakta kalacağı iddiasıyla;
Ortadoğu’da Obama yönetiminin aksine IŞİD ve benzeri İslamcı Cihad örgütlerini küçültmeyi değil onları hem ortadan kaldırmanın hem de İslamcı İdeolojinin lağvedilmesinin taahhütünü verdi,
Ortadoğu’da İsrail ve Filistin arasında barışı sağlamayı vaad etti,
İran’ın nükleer bomba kullanma olasılığını engelleyeceğini söyledi.
*
Bu vaadlerini karşılamak üzere D.Trump;
Önce rekabetin koordinasyonla geliştirilip bir Rus-ABD ya da İran-ABD ortaklığı oluşturulması halinde,
Bölgesel krizlerin daha az tehdit oluşturacağı, bölgesel çalkantıların büyük oranda önleneceğini kurguladı.
*
Nitekim Obama yönetiminin başlattığı IŞİD ve benzeri İslamcı Cihad örgütleriyle savaşta Rusya ile birlikte hem Musul hem Rakka’da zafere ulaştı.
Bu örgütlere destek veren Katar’a karşı Sünni Arap ülkelerinin ambargosunu yönetiyor ve Türkiye’nin dikkatini çekiyor.
İsrail- Filistin arasında “yüzyılın anlaşmasını” vaadinde, Suudi Arabistan ve Mısır’ın İsrail’e verdiği destekle elini güçlendirdi.
İsrail’in kuşatan “Politik İslami Sistemde”, İslam toplumlarında kutsallaştırılan dini fikirler ve metinlere dayalı İslamcı ideolojilerin “Din”e meydan okumasına son vermek üzere;
Tek taraflı olarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etti.
Böylece potansiyel barış ortaklarını yabancılaştıran ve radikalleri canlandıran hareketleri izole etti.
İran ile yapılan nükleer anlaşma konusunu Kongre’ye bıraktı, sadece İran’a yönelik söylemi yükseltti ancak Irak ve Suriye’de İran destekli kuvvetlerle etkin bir şekilde bir arada olmaya da devam etti…
*
11 Aralık 2017’de, Rusya Devlet Başkanı V.Putin Suriye’de zafere ulaşıldığını ve askeri güçlerinin çoğunu geri çekeceğini ilan etti.
Bu suretle Suriye hükümeti, silahlı muhalefetinin ve IŞİD’in çöküşüyle başarı elde etti.
Rusya, Suriye’nin kimyasal silah kullanımı ile ilgili BM kararlarını veto ederken Şam’ın cazalandırılmasının önüne geçti.
Şimdi Esad güçleri Güney Suriye, İdlib, Halep ve Homs illerinde ilan ettiği degradasyon bölgelerinde hava saldırıları yapıyor, her karış toprağında yeniden egemenliğini yerleştirmeye çalışıyor.
ABD, doğu Suriye’de İŞİD’in çökmesi ardından herhangi bir aşırılık yanlısı dirilişe karşı koymak,
Suriye’nin Kürt liderliğindeki müttefik kuvvetlerine yönelik saldırıları caydırmak üzere fiili siyasi anlaşmaya kadar oradaki askeri gücünü tutacağını ilan etmiştir.
Türkiye ise Astana Anlaşmasına göre Suriye yönetimiyle işbirliği yolu çizerek çatışmaların bitmesine çaba göstermek: İdlib’teki yönetimi silahlı terör gruplarından alarak sivil idareye devretmek: Radikal unsurları elimine etmek : Kentteki çatışmasızlığı denetlemek: Güvenliği Fırat Kalkanı bölgesinde olduğu gibi yerel polis güçlerine bırakmak üzere İdlib degradasyon bölgesindedir.
2018’de, Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’yle birlikte bütün partilerin birleşeceği ve Suriye’nin geleceğinde güvenli bir seçime doğru gidilmesi öngörülüyor.
İŞİD ve benzeri İslamcı Cihad militanları ise küçük hücrelere saklanmalarına yönelik modele geri dönmüşlerdir.
2018’de onların hâlâ etkili bir güç olduklarını göstermek adına kimi çok ses getirecek terörist saldırılarda bulunabilecekleri öngürülebilir.
*
2017’de Irak’ı; İŞİD’e karşı askeri zafer: Kürt Bağımsızlık referandumu : Arap ülkeleriyle olan ilişkilerde tedrici bir düzeliş belirledi.
Askeri zafer, tüm Iraklılar için ulusal bir gurur oldu ve güvenlik güçlerine olan güveni onardı.
Şimdilerde savaş ve fiziki altyapının imha edilmiş olması nedeniyle, yerinden olmuş milyonlarca Iraklının geri dönüşünün yol açtığı: Hükümet kontrolu dışında İŞİD’le savaşmak için kurulan milis güçlerinin hâlâ bölgede oluşunun sıkıntıları yaşanıyor.
Kürt bağımsızlık referandumu Bağdat ve Erbil arasındaki ilişkinin dağılmasına yol açmıştır.
İki taraf arasındaki ilişkiler konusundaki müzakereler Bağdat’ın yaklaşmakta olan parlamento ve yerel seçimlerini bekleyecektir.
2017’ de Irak-Suudi Arabistan ilişkilerde önemli bir iyileşme oldu, iki ülke siyasi, güvenlik, ekonomik, ticaret ve kalkınma alanlarında ikili anlaşmalar imzaladı.
Suudi Krallığı için Irak’la yakınlaşma, Sünni eksende İran etkisine itiraz etmenin bir aracıydı,
Irak için bu yakınlaşma ise İran’ın etkisine karşı bir ağırlık oluşturmaya yönelikti…
Nitekim 2018’de Irak’ın; İran ve Suudi Arabistan arasında bir çatışma arenası değil köprü olarak konumlanması öngörülüyor.
*
2017’de Suudi Arabistan’da Veliaht Prens olan Muhammed bin Salman, toplumda kabul gören bir dizi başlıkta ekonomik ve sosyal reformlar başlattı.
Bazı ülkelerin önde gelen iş ve hükümet liderlerine karşı başlatılan yolsuzluk iddiaları Suudi Arabistan’a da yansıdı.
En önemlisi muhafazakâr dini kuruluşların baskısı kırıldı.
Suudi Krallığı, ABD ve İsrail yönetimiyle İran’a karşı ortak çıkarlar etrafında ilişkileri yeniden inşa etmeye başladı, Rusya ve Çin ile ilişkileri güçlendirdi.
İslamcı terör örgütlerine fiziki ve mali yardımda bulunan Katar’ı vazgeçirmek üzere birçok Arap ülkesiyle birlikte ambargo koyuldu.
Ancak Kraliyet, Yemen’e müdahale ve Hizbullah örgütüne baskı yapmak için Lübnan’a uyguladığı politikalarda başarısız oldu.
2018’de Suudi Arabistan’ın deneyimsiz Veliaht Prens ve ekibinin yönetiminde bölgesel istikrara nasıl katkı koyacağı merak ediliyor.
Ama İsrail ve Filistin arasındaki barış süreciyle ilgili başat konumuyla çok konuşulacağı bir yıla girildiğine dair genel bir kabul bulunuyor.
*
2017’de İran; İŞİD’in yenilgisiyle yeni bir stratejik konum kazandı.
Tahran’ın artık bölgede engelsiz bir koridoru var ve Şii milisleri bu koridor üzerinden Irak’tan Suriye’ye, İran’dan Lübnan’da Akdeniz kıyılarına kadar ulaşabiliyor.
Böylece siyasi, ekonomik ve askeri etkisini kullanarak Bağdat, Şam ve Beyrut’taki hükümetlere, onların meydan okumasıyla karşılaşmadan baskı yapabilecektir.
Özellikle Şii topluluklardan vekil güç olarak gelen milisler güçlü silahları ve İsrail’i menzile alan İran füzeleriyle Sünni Araplarada büyük risk oluşturuyor.
Diğer taraftan Mayıs’ta, daha fazla siyasi özgürlük vaadi ile yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Hasan Rouhani, bugüne kadar İran’ın jeopolitik kazançlarıyla toplumun sosyo-ekonomik beklentilerini absorbe etmiştir.
Üstelik İranlılar nükleer anlaşmanın yarattığı ekonomik düşüşün 2017’de tersine döneceği umudundaydılar.
Ama İran 2017’de işsizlik, enflasyon, bankacılık krizi, yolsuzluklar ve sosyo-ekonomik eşitsizlikle mücadele ediyor.
Öyle ki, Devrim Muhafızları kentlerde düzen sağlamak üzere kuvvet konuşlandırıyor.
H.Rouhani, Dini Lider Ali Hamaney’in devlet kurumlarındaki büyük gücü karşısında herhangi bir siyasi ya da ekonomik reform yapamıyor.
2018’in pek çok alanda İran’ın ciddi eksiklerini ortaya çıkaran bir yıl olması bekleniyor.
*
2017’de ve 2018’e girerken bir Türkiye özetini ise sadece AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan’ın şahsı belirliyor.
2017’de Erdoğan ülkeyi kendi hakimiyeti altına almak, kendi anlayışı doğrultusunda kültürel değişim yaratmak ve gücünü pekiştirmek üzere giderek totaliterleşti.
Hukuk devletini, güçler ayrılığını ve demokratik değerleri tek adam merkezli değişikliğe uğrattı.
Sadece bir siyasi güç meselesi olarak değil ama aynı zamanda insanların zihniyetleri için ideolojik ve çok sert bir iç savaşı yürütüyor.
Yıllar boyunca inşa edilen tüm değerleri hızlı bir şekilde yıkarken,
Erdoğan önyargılarıyla yürütülen yeni Türkiye dış politikası artık açık açık uluslararası dengeleri alt üst ediyor.
Batı’dan gelen eleştirilere misliyle mukabele gibi olumsuz bir diplomatik tutum Türkiye dış politikasını belirleyen en önemli unsur olmuştur…
ABD ve İsrail de artık Erdoğan’ı kendisini Müslüman Kardeşler’in hamisi gördüğünü ve yeni Osmanlıların başı olarak günün birinde Hilafeti ve Kudüs’ü de geri getireceğini
düşlediğini kabul ediyor…
Bunlara karşılık olmak üzere;
Türkiye, Avrupa ve ABD’den izole edildi giderek tüm Arap ülkeleriyle de sorunları büyüyor.
İŞİD terör örgütünün yok edildiği Suriye ve Irak’taki Kürtlerin Türkiye güvenliğine tehdit oluşturduğu gibi sözde gerekçelerle, TSK’yı hâlâ hem Irak hem Suriye’de işgalci bir ordu gibi tutuyor.
Bir çok ülke, gereğinde işleme konulması üzere Erdoğan’ın Suriye ve Irak savaşları sırasında işlediği çeşitli savaş suçlarına ilişkin dosyalara sahiptir.
ABD’de Reza Zarrab şahsında İran’daki uluslararası ambargonun kırılmasıyla ilgili olarak yargılanıyor.
Yönetiminde Türkiye derin bir şekilde bölünmüştür.
Muhalefet onu ve ailesini ağır yolsuzluklar içinde olmakla itham ediyor…
Türk Halkı her geçen gün ekonomik yönetimin adaletsizliğinde savruluyor.
*
Bu çerçevede 2017 yıldırıcı bir yıl olmuştur, 2018′ in ise Türkiye için bütün kötülüklerden silkinme yılı olmasını diliyoruz.
28.12.2017
Bir yanıt yazın