Türk sinemasında çocuk yıldız kavramının “Ayşecik”, “Güllüşah”, “Ömercik”, “Sezercik” ve “Yumurcak” karakterlerinden ibaret olduğu bir dönemden günümüze uzanan yolculuğuna baktığımızda “masumiyetten” “tedirginliğe” uzanan bir gelişim olduğunu görmek mümkün. Bu süreç bir anlamda Türk sinemasında çocuk oyuncu kavramının da olgunlaşma ve büyüme hikayesi aslında. Geçtiğimiz günlerde sinemada çocukluğun büyüme serüveni nedir, çocukların dünyasına inen filmler nelerdir diye sinema arşivlerine bir göz atmak istedim. Fakat henüz ben daha çocukken seyrettiğim; Feride Çiçekoğlu’nun aynı isimli romanından Tunç Başaran’ın eşsiz anlatımıyla sinemaya uyarladığı 1989 yapım “Uçurtmayı Vurmasınlar”, Ahmet Uluçay’ın 2004 yapım “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”, Reha Erdem’in 2006 yapım “Beş Vakit” filmleri dışında beni etkileyen başka bir film bulamadım. Oysa dünya sinemasına baktığımda hem çocukların ergenlik çağını bitirmeden gelişmelerine çok şey katacak, onların hayatına yön verecek, hem de yetişkinlerin çocuk dünyasını anlamalarına yardım edecek sayısız başyapıt var.
Bu yüzden bu hafta vizyona giren filmlere baktığımda, Mete Gümürhan’ın Berlinale Generation ve Uluslararası Antalya Film Festivali ödüllü filmi “Genç Pehlivanlar”ı CGV Arthouse aracılığı ve Başka Sinema desteğiyle yeniden sinemalarda görmek beni oldukça sevindirdi. Zira Türkiye’deki standart belgesel anlayışının çok dışında olan ve yönetmenin “yaratıcı belgesel” olarak nitelendirerek gençlik filmi ile belgesel kavramını birbirine harmanladığı art house filmi hem çocukların hem de yetişkinlerin severek seyredebileceği türden bir film.
ÇOCUKLUKTAN PEHLİVANLIĞA YOLCULUK
Mete Gümürhan’ın 66. Berlin Film Festivali’nde mansiyon kazanan belgeseli “Genç Pehlivanlar” 8 Aralık’ta yeniden vizyona giriyor. Belgesel, çocukların mücadele içinde geçen büyüme sürecini anlatıyor.
- Berlin Film Festivali’nin çocuk ve gençlere adadığı “Generation Kplus” kategorisinde gösterilen ve festival kurulunun, jürinin verdiği ödülle “ikinci en iyi film” anlamı yüklediği Jüri Özel Mansiyon Ödülü’nü kazanan ilk Türk belgeseli Genç Pehlivanlar, izleyicisini doğrudan çocukların dünyasına götüren ve mücadele içinde geçen bir büyüme sürecini anlatıyor.
Hayata çocukların gözünden bakabildiğimiz her an nasıl bir farklılık kazanıyorsa, sinemada da yönetmenin, bir çocuğun gözünden anlattığı hikaye bir o kadar zengin ve güçlü oluyor. Daha önce de başarılı pek çok filmde yapımcı olarak karşımıza çıkan Mete Gümürhan’ın bu defa yönetmenliğini üstlendiği belgesel, Türkiye’nin ilk yatılı güreş okullarından biri olan Amasya Güreş Eğitim Merkezi’nde geçiyor. Bir müsabaka öncesinde çocukların birbirleri ile rekabet içinde hazırlık yaptığı süre boyunca aralarındaki ilişkilerini ve doğal performanslarını ustalıkla perdeye taşıyan yönetmen, duyarlı hikaye anlatımıyla da 90 dakika boyunca hem naif, hem eğlenceli, hem de dokunaklı bir seyir sağlıyor.
Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen yoksul çocukların Amasya’daki yatılı güreş okulundaki yaşamları ve çalışmalarına odaklanan Mete Gümürhan, öte yandan Türk toplumu gibi ataerkil bir toplumun çocuklar üzerinden sosyolojik çözümlemelerine de olanak sağlıyor. Belgesel her ne kadar bir spor belgeseli olmasa da, ata sporumuz olan güreşin eril bedenleri disipline etme ya da bir diğer anlamda normalleştirme gayreti de ayrı bir boyut olarak kendini gösteriyor. Bu çerçevede eğitim; çocukların boy, pos, şekil, tavır ve hareket alışkanlıklarının, belirli fiziksel becerilere sahip olmaları veya belirli becerilerinin eksik kalmasının, çocuğun kendi beden imajını arkadaşlarına sunuş ve arkadaşlarının buna karşılık verme biçimlerinin eğitmenlerince sürekli gözetlenerek kontrol altında tutulması, toplumsal cinsiyet düzeninde çocuklara erkek kimliğini de biçmeyi görev ediniyor. Şampiyonluk hedefiyle ulus devletin birer uysal öznelerine dönüştürmeyi amaçlıyor.
KİMLİK YOLCULUĞU
Hem okullarına devam eden, hem de müsabakalara hazırlanan bu genç erkeklerin birbirleriyle dostlukları, dayanışmaları ya da bunalımları, kırgınlıkları, başarıları, başarısızlıkları ataerkil toplumsal düzenin egemen değerlerinde erkekliği sarmalayan niteliklerle zaman zaman ters düşse de çocuklar hocalarının direktifleriyle itaat ve öz kontrolünü öğrenmek zorunda kalıyor. Bu zorunluluk; genç bedenleri güven, bağımsızlık, şiddet, cesaret ve saldırganlık, güç, yarışma ve başarı, duyguların kontrolü, erkekler arası yakınlaşma ve sevecen davranışlardan kaçınma, yeteneklerini geliştirme, bireysel başarı için mücadele etme, otoriteye karşı çıkma, diğerleri üzerinde etki ve baskınlık kurma gibi yaşam boyunca sürekli korunması ve her defasında bir başkası tarafından onaylanması gereken zorlu bir kimlik yolculuğuna da hazırlıyor.
Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle çekilen, ülkemizin ve ata sporumuz olan güreşin uluslararası alanda tanıtımına da vesile olan, en güçlü olanın hayatta kaldığı düzende ailelerine ve dış dünyaya karşı kendilerini kanıtlamak için yan yana mücadele eden ama aynı zamanda da birbirleriyle rakip olan bu genç pehlivanların azimli hikayesini 8 Aralık’tan itibaren yeniden seyredebilirsiniz.
Vizyonda kendisine alternatif bir film arayanlar için: ON ADIM
Sinemadan, edebiyattan ve sanattan hoşlanan; hayattan ilham alan insanları bir araya getirmeyi ve onlarla diğer sinema salonlarında göremeyecekleri filmleri, Türkiye’nin en iyi sinema salonlarında izletmeyi amaçlayan CGV Arthouse’un desteğiyle bu hafta gösterime giren bir diğer film de Fatih Hacıosmanoğlu’nun ikinci uzun metrajlı filmi “On Adım”. Dünya prömiyerini Malatya Film Festivali’nde yapan film düşük bütçesi ve hikaye anlatımıyla tam manasıyla bağımsız bir Türk sineması örneği. Senaryosuna hayatını bir düelloda kaybeden şair Aleksandr Puşkin’in ilham kaynağı olduğu filmin kadrosunda Diane Caldwell, Fatih Hacıosmanoğlu, Burak Üzümkesici, Zeliha Gürsoy ve Sarper İlhan isimleri yer alıyor. Oyuncuların daha çok sıra dışı bir doğaçlamaya dayanan performanslarıyla ilerleyen filmin, oyuncuların gerçek anlamda rol kesmesi, monolog ve diyaloglarda var olan o ilginç konuşma tarzları yüzünden çizginin dışında kaldığını söylemek mümkün. Filmin konusu ise şöyle; Spaghetti Western türündeki filmini çekmek ve yıllar önce terk ettiği oğlu Hakan ile arasındaki buzları eritmek isteyen Amerikalı yönetmen Tina İstanbul’a gelir. Fakat yapımcının kendisini yüzüstü bırakması ile Tina çareyi bir kafede bulaşık yıkayan Ayvaz adlı bir oyuncudan destek almakta bulur. Tina ve sadık asistanı İlhan ile mafyaya kumar borcu olan Ayvaz fırtınalı bir gecenin ardından çekecekleri filmin umuduyla küçük bir sahil köyüne sığınırlar. Ekibe Tina’nın oğlu Hakan ve onun nişanlısı Hale’nin de katılmasıyla gerçek ile hayal arasındaki ince çizgi yavaş yavaş kaybolmaya başlar.
Mehmet Erduğan
info.mehmetsfilms@gmail.com