Dünya prömiyerini 23’üncü Saraybosna Film Festivali’nde yapan ve bu yıl 30’uncusu düzenlenen Tokyo Uluslararası Film Festivali’nden oybirliğiyle kazandığı Büyük Ödül ile dönen Semih Kaplanoğlu’nun yeni filmi Grain (Buğday) bu haftadan itibaren sinemalarda gösterime giriyor. Hem Adana Film Festivali’nin ödül töreninde Meltem Cumbul ile yaşadığı tokalaşma krizi hem de filmin yapısı nedeniyle belki de bu yılın en çok tartışılan-konuşulan yönetmeni olan Semih Kaplanoğlu’nun Buğday filmini ben de 24. Adana Uluslararası Film Festivali’nde seyretme imkanı bulmuştum.
“Saf tohumun peşinde”
Zamanı ve koordinatı bilinmeyen, tek dil olarak İngilizce’nin konuşulduğu yakın ve belirsiz bir gelecekte geçen ve çekimleri Türkiye, Amerika ve Almanya’da yapılan Buğday, özetle; saf tohumun peşinde hem ölü topraklara hem de kendi içlerine doğru yürüyen iki kişinin yolculuğunu anlatıyor. Bu gelecek distopyasına ait evrende ani bir iklim değişimi meydana gelmiş ve yeryüzündeki yaşamı yok oluşa doğru sürüklemiştir. Sınırların yeniden kurulduğu bu yeni dünyada, göçmen halklar manyetik kalkanlarla korunan şehirlere kabul edilmek için kamplarda bekletilmektedir. Bununla beraber bu yeni dünya düzenindeki bir diğer sorun ise genetiğiyle oynanmış tohumların sürdürülebilirliği konusunda yaşanan kaostur.
Savaşlar ve iklimsel felaketler, mültecilere karşı inşa edilen ölümcül sınırlar, GDO’lu tohumlarda yaşanan kaos ve insanın bütün bu sorunlarla baş edebilmesinin arayışıyla gidilen yollar kıtlığın, salgın hastalıkların, toprakları zehirlenmiş bölgelerin, terk edilmiş çocukların, genetik ayrımcılığa uğramış toplulukların duraklarından geçiyor. Hiçbir zaman mükemmel bir tohum yapılamayacağını iddia ederek parlak kariyerini bırakan ve şehri terk edip modern hayata sırtını dönen Genetikçi Cemil Akman ile tohum genetiği uzmanı Profesör Erol Erin’in yollarının kesişmesiyle birlikte girdikleri içsel yolculuk ise benliğin, kibrin ve nihilizmin çöllerinde, hırsın ve açgözlülüğün bataklığında ilerliyor.
“Türk sinemasındaki hikaye sorunsalına bir emsal”
Türk sinemasında konusu ve yapısı nedeniyle oldukça farklı bir yerde duran Ramin Matin’in The Monsters’ Dinner (Canavarlar Sofrası) filmi ile biçim ve mesaj olarak benzerlikler taşıdığını düşündüğüm Buğday filmi de yine Türk sinemasında daha önce örneğini görmediğim gelecek distopyası, siyah beyaz sinematografisindeki sanat ve görüntü yönetmenliği ile beni oldukça etkiledi.
Bundan birkaç yıl önce Türk sineması hikaye sorununu nasıl aşar ve kısır döngü hikaye anlatımından nasıl kurtulur diyerek serzenişte bulunduğum bir yazı kaleme almıştım. Her ne kadar bilim-kurgu ile başlayıp bir süreden sonra anlatımın tamamen mistik ve dinsel göndermelere dayandığı Buğday filmi, beklenmedik bir yerde başka bir konuya geçiş yapmış ve konu bütünlüğü gözetilmemiş intibası yaratsa da yine de serzenişimden yıllar sonra gelen bu filmi Türk sinemasındaki hikaye sorunsalının nasıl giderilebileceğine bir emsal olarak gösterebilirim.
“Aklın bilme yeteneğinin ardında”
Kehf Suresi’nin 60-82’inci ayetlerinde anlatılan gizem ve hikmetlerle dolu Hz. Musa ve Bilge Kul (Hz. Hızır) kıssasının alışıldık manası yerine farklı manaların ön plana çıkarıldığı ve yeni manaların eklendiği bu üslup ile filmi seyrettiğinde filmi anladığını zanneden bir seyircinin her an bir sürpriz ile karşılaşmasının mümkün olabileceğini söyleyebilirim.
Ancak bunun yanı sıra, bir noktadan sonra mistik ve dinsel göndermelere dayandığı için kıssanın iç yüzünü kavrayamadan veya kişinin kendini bilgice kuşatmadan tam manasıyla filmi yorumlayabilmesinin de bir bakıma zor olacağını da kabul etmek gerekir. Filmden edindiğimiz izlenimleri belki başka ilim dallarına başvurmak ve onların terminolojisiyle yorumlamak ve filmi okumak daha doğru olabilir. Bu bilgi, sufilerin hakkında ‘aklın bilme yeteneğinin ardında’ dedikleri bilgidir. Perdenin ardındaki hakikati kavrayabilmemizi sağlayacak böylesi bir ilim, Genetikçi Cemil’in Profesör Erol’un bugüne kadar öğrendiği her şeyi değiştirdiği gibi bizde de bir aydınlanma ve farkındalık yaratabilir.
Belli mi olur, belki biz de böylesi bir aydınlanma sayesinde yaşadığımız bu dünyayı anlayabilme yolunda kendi içimize ve ruhumuza bakmakla bir farkındalık adımı atabilir, filmin sağladığı sinemasal yolculukla içimizdeki insan parçacığını görmeyi başarabiliriz.
Mehmet Erduğan
[email protected]
Bir yanıt yazın