Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah Bin Zayed, sosyal medya hesabından atmış olduğu küstah tweette demiş ki:
“1916 yılında Türk Fahri Paşa’nın Medinetü’l Münevvere halkının hakkına girdiğini ve onların mallarını çaldığını, onları kaçırdığını, Şam’dan İstanbul’a ‘Seferberlik’ ilan ederek, Medine’deki el yazması eserleri çaldığını biliyor muydunuz? İşte Erdoğan’ın dedelerinin Müslüman Araplarla ilişkisi buydu.”(1)
Cumhurbaşkanı’nın bu küstah adama verdiği cevap ise şöyle olmuş: “Zalimlerin safında yer almayı marifet sananların Medine savunması ve Fahrettin Paşa’yı hedef almaları boşuna değildir. Medine korumasını yaparken Fahrettin Paşa ey bize bühtanda bulunan zavallı senin ceddin neredeydi? Ta İstanbul’dan kalkıp Medine müdafaası için oraya gelen Fahrettin Paşa ne için geldi? O mukaddes toprakları orayı işgal edenlere karşı korumak için geldi. Peki senin ecdadın neredeydi? Sen Erdoğan’ı tanımamışsın, Erdoğan’ın ecdadını hiç tanımamışsın”(2).
Peki kimdir bu Fahrettin Paşa ve neler yapmıştır?
Şüphesiz o bir kahramandır. 1916 yılında, Şam’da konuşlu 4. Osmanlı Ordusu kumandanı ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa tarafından Medine’deki Hicaz Kuvve-i Seferiyesi komutanlığına atandı. Aslında görevi Medine’deki Türk birliklerini tahliye etmekti. Ancak Mekke Emiri Şerif Hüseyin, İngilizlerin desteğinde isyana girişince, Şerif Hüseyin ordusuna karşı, kısıtlı imkanlarla Medine’yi savunmaya girişmiştir. 2 yıl 7 ay süren dillere destan savunması ile “Medîne Müdâfii”, “Türk Kaplanı”, “Çöl Kaplanı”, “Medine Kahramanı” gibi çeşitli lakaplarla anılmıştır. Mondros Mütarekesi imzalandıktan ve Osmanlı Ordusu terk-i silah bıraktıktan ve kendisine silah bırakması ve çekilmesi talimatı verildiği halde Medine’yi savunmaya ve savaşmaya devam etmiştir. Ta ki; bir avuç askeriyle Ocak/1919’da İngilizler tarafından esir edilip, 27 Ocak 1919 tarihinde Mısır’a, 5 Ağustos 1919 tarihinde de Malta’ya sürgün edilinceye kadar(3).
Birinci Dünya Savaşı sırasında Hicaz demiryolunun bazı bölümlerinin, dinamitlerle havaya uçurulması sonucunda kıtalarımız arasındaki bağlantı tamamen kopmuş ve Medine’de bulunan Fahrettin Paşa komutasındaki askeri birliklerimiz, uzunca bir süre Anavatandan herhangi bir haber ve destek alamadan Medine’yi savunmaya devam etmişlerdir. Hatta Fahrettin Paşa, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra bile teslim olmayarak 1919 yılına kadar bir avuç Mehmetçikle ve çekirge salatası yiyecek kadar açlıkla mücadele etmek suretiyle savaşa devam etmiştir.
Ülkemizde birçok yazar ve fikir adamı “Hicaz demiryolunun İngilizler tarafından havaya uçurulduğunu” kabul ederek Araplara toz kondurmamaya çalışmaktadırlar. Bu gibi düşünce sahiplerinin yanıldıklarını, galiba en güzel şekilde Şerif Hüseyin 18 Nisan 1916 yılında İngiltere’nin Mısır Yüksek Komiseri Mc Mahon’a yazmış olduğu mektup göstermektedir. Mektubunda Türkler hakkında “gâsıplar” nitelemesinde bulunan Şerif Hüseyin devamla şöyle demektedir; “Hicaz, Türkler için o kadar mühimdir ki, burayı son kuruş ve en son askerlerine kadar ellerinde tutmak isterler. Ayaklandığımızı öğrendiklerinde, bize karşı bütün enerjilerini yöneltecekler ve bize, en kötü düşmanları gibi muamele edecekler. O sebeple, yollarına güçlük çıkarmak maksadıyla, Suriye-Hicaz demiryolunu tahrip için elimizden gelen (hazırlığı) yaptık. Onları sıcak memlekete çekiyoruz ki biz bu noktada daha iyiyizdir. Böylece, silâh dışında, bir üstünlükleri kalmayacak.”(4)
Bazı kitaplarda, Medine’yi tahliye etme görevinin önce Mustafa Kemal Paşa’ya verildiği, ancak onun “Medine’yi tahliye eden kumandan olarak tarihe geçmek istememesi sebebiyle bu görevi kabul etmemesi üzerine bu görevin General Ömer Fahrettin Türkkan Paşa’ya verildiği” yazılıdır.
Feridun Kandemir şöyle diyor onun hakkında:
“Fahrettin Paşa (Medine Muhafızı ve Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanı Ömer Fahrettin Türkkan), her sabah Harem-i Şerif’in hademeliğini yapar, kefene bürünerek ve başına beyaz sarık sararak Peygamberimizin merkadını kendi eliyle siler süpürürdü. O, Ravza-i Mutahhara’nın hizmetkârı, bekçisi, mukaddes cihat esnasında düşmanla işbirliği yapanlara (kastedilen Şerif Hüseyin liderliğindeki Bedevi Araplardır) karşı muhafızı idi.
Fahrettin Paşa Medine etrafında, top menzili kadar uzakta, münferit tabyalardan mürekkep müstahkem bir ordugâh inşa etti. Müstahkem ordugâhın içinde bol su, hurmalıklar, bahçeler vardı. Ve Fahrettin Paşa askere ziraat yaptırmıştı. Medine’ye çekirge yağardı ve Medine’nin beslenmesine yardım etmek için çekirgeden dahi faydalanırdı. Çekirge salatası, Hicaz Kuvve-i Seferiyesi karargâhının tabldotuna resmen girmişti. Kumandan, subaylarla birlikte kendisi de bu salatayı yerdi. Fahrettin Paşa, cepheden izinli gelen erler için pehlivan güreşleri, çeşitli yarışlar ve karagöz oyunları tertip ederdi. Fahrettin Paşanın askerinin ruhu kendisinde, kendisi de askerinin ruhunda yaşardı.
Dünyamızın en nefis ve en lezzetli hurması Medine hurmasıdır ve Medine’nin taze ve iri hurması yeryüzünün en tatlı yemişidir. Fahrettin Paşa, hurma mahsulünü itina ile toplatır, ambarda saklardı. Bir yıl Erkân-ı Harbiye reisine küçücük bir kutu hediye etmişti. Medine hurmasını pek sevdiğim halde, Medine müdafilerinin mâsum hakkı olan bu hurmayı yemeyi vebal saydım. Ve bir tane almadan, yalnız imrenerek hurmaları seyrettikten sonra, saygı ile aynen iade ettim. Ordudan da bir emir yazıldı: Medine hurmasından dışarı çıkarılmayacak, kimseye tek hurma bile hediye edilmeyecek. Medine hurması tamamen Medine’de kalacaktır!”(5)
İngilizlerin eline geçmesin diye, Halife Padişah’ın emriyle Medine’deki Kutsal Emanetleri ve çoğu zaten İstanbul’dan kutsal topraklara gönderilen bazı eserleri trene yükleyip İstanbul’a gönderdiği için Fahrettin Paşa’ya “Hırsız” diyen Birleşik Arap Emirlikleri’nin aşağılık ve şerefsiz Dışişleri Bakanı Abdullah Bin Zayed’in bundan haberi var mıdır acaba?
Falih Rıfkı Atay’ın, çekirge salatası yeme pahasına Mehmetçiğin Peygamberine hizmet etme konusundaki fedakârlığını anlatışı yürek dağlayıcıdır:
“Yarın, öbür gün, Arap çeteleri ile sarılacaksınız, Peygamberin torunları, Ravza’nın yeşil kubbesine kurşun atacaklar. İstanbul elden gidiyormuş gibi telâşlanarak, size Anadolu’nun bağrından Türk yavruları göndereceğiz. Siz, Peygamber torunlarının ateş ve açlık çemberi içinde, bir hurma kurusu bulamayıp deriniz iskeletinize yapışmış ölürken, Anadolu çocukları iskorpitten çürüyüp (İskorbüt: C vitamini eksikliğinden ileri gelen ve dermansızlık, zayıflık ve diş etlerinin iltihabı gibi belirtilerle kendini gösteren hastalık) düşen ağızlarının yaraları içinde kavrulmuş çekirge çiğnemeye çalışarak, Fatma’nın, Ebubekir’in, Ömer’in ve Muhammed’in sandukalarını savunacaklar. Ta, Şam’a kadar üç gün üç gece süren demiryolunun iki tarafını Anadolu Türkleriyle kuşatacağız. Arap kesesine Anadolu altını ve Arap kursağına Anadolu’nun rızkını akıtacağız. Şaka değil, İslâm emperyalizmi yapıyoruz. Arap cenbiyeleriyle bağırsakları deşilerek, etleri çöl güneşinden kavrulmuş olanlar! Sizler, ey Sarıkamış’ın buz dağı üstünde donmuş olanların kardeşleri, siz hep, pomadlı bir yüz derisinin kapladığı boş bir kafanın (Enver Paşa kastedilmektedir) içindeki bomboş bir hayalin kurbanları değil misiniz? Sevgili Buhara yavrusu, o hayal dahi, senin yurdunda, babandan on yıl sonra, seni buraya sürüyen kara fikirler uğruna, Rus kurşunları altında parçalanıp ölecekti.”(6)
Fahrettin Paşa (General Ö. Fahrettin Türkan) komutasındaki Mehmetçik, ağızlarında oluşan iskorbüte aldırmaksızın çekirge salatasıyla karın doyuruyor ve bu şekilde peygamberine hizmet ediyordu! Cemal Paşa bu fedakârlıktan ziyadesiyle etkilenmiş olacak ki; Fahrettin Paşa ve emrindeki askerler için şu değerlendirmede bulunmaktadır; “Bütün ruhumla hakkında ebedi bir hürmet ve hayranlık hissi beslemek zorunda bulunduğum Fahri Paşa, her taraftan kendisine düşman unsurlar ve tesirlerle kuşatılmış halde, bu kuvvetle 1916 senesi Haziran ayı başından 1918 senesi Aralık ayı sonuna kadar, tam iki buçuk sene boyunca cidden harikalar yaratarak, o mübarek Peygamber mezarını İngiliz ve Fransız topçuları ve her nevi yardımcı sınıflarla takviye edilmiş olan kuvvetli Şerif Hüseyin birliklerine ve asi Araplara karşı savunmayı başarmıştı. Hatta bu kuvvet 1917 senesi Ekim ve Kasım’ında yalnız beş altı tabura inmiş ve 1918 Ocağında Maan’ın Şerif Faysal tarafından zaptından sonra anavatanla hiçbir bağlantısı kalmamış olduğu halde dahi yine direnerek, mütarekeden üç ay sonraya kadar Medine’yi kudretli elinde muhafaza edebilmiştir”(7).
İşte Türk Milleti, Mekke ve Medine’yi içine alan Hicaz Bölgesi’ne hep bu gözle bakmıştır. Yani almaktan çok vermeyi ilke edinmiş ve çekirge salatası yiyecek kadar açlıkla mücadele etmek suretiyle peygamberine hizmet etmeye çalışmıştır. Fahrettin Paşa’ya “Hırsız” diyen Birleşik Arap Emirlikleri’nin aşağılık ve şerefsiz Dışişleri Bakanı Abdullah Bin Zayed’in bunlardan haberi var mıdır acaba?
İslam Dünyası Şunlardan utanmalıdır
Fahrettin Paşa’nın şahsında ecdadımıza, cumhurbaşkanımıza ve milletimize hakaret eden Alçak Ülkenin Şerefsiz Bakanı Abdullah bin Zayed’in sözlerini duyunca aklıma 2008 yılında yayınlanan “İslam Dünyası Şunlardan utanmalıdır” başlıklı yazımın BAE ile ilgili bölümü geldi. Şöyle demişiz orada:
Araplarda ihtişam, gösteriş ve debdebe deyince aklımıza gelmesi gereken ilk şey, daha doğrusu ilk yer Dubai olmalıdır. Sözde bir İslam diyarı olan Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri içinde yer alan bir emirlik olup, şu anda dünya jet sosyetesinin merkezi ve dünya sefahat âleminin de merkez üssü durumundadır. Petrol gelirleri, adeta yerli petrol şeyhlerini ve emir ailesini deli etmiş durumdadır! Adamlar, “Deli yağı bol bulunca kıçına sürermiş” atasözü hesabı, parayı bol bulunca nereye harcayacaklarını sanki şaşırmış gibidirler. Adamlar düşünmüşler, taşınmışlar sonunda denizi doldurmak suretiyle palmiye veya hurma ağacı şeklinde bir ada yapmaya karar vermişler. Sonunda bu adayı yapmayı da başarmışlar. Ada üzerinde yapılan milyon dolarlık villalar ve daireler ise dünya zenginleri tarafından kapış kapış alınıyormuş. Ada üzerinde inşa edilen Atlantis isimli otelde bir gece konaklamanın maliyeti ise 25-30 bin dolarmış. Bilindiği gibi dünyanın tek 7 yıldızlı oteli olan Burj Al Arab “Arapların Kalesi” isimli otel de yine Dubaide bulunuyor…
Birleşik Arap Emirlikleri’ne bağlı bir emirlik olan Abu Dabi’de şeyh unvanıyla iş adamlığı yapan Süleyman El-Fahim isimli bir adam, ortaya çıkıyor ve tam 320 milyon Sterlin ödemek suretiyle İngiltere’nin köklü futbol kulüplerinden Manchester City’i satın alıyor. Tıpkı Rus İş adamı Abramoviç’in bir başka İngiliz futbol kulübü olan Chelsea’yı satın alması gibi. İlk icraatı ise İspanya’nın Real Madrid kulübünde futbol oynayan Brezilyalı Robinho’yu tam 40 milyon Euro ödeyerek Manchester City’e transfer etmek olmuş El-Fahim’in. Teknik direktörüne ise yeni transferler yapmak için 600 milyon sterlinlik (1.6 milyar YTL) açık çek vermiş El-Fahim. Habere göre Müslüman Şeyh Süleyman El-Fahim, Christano Ronaldo için Manchester United’a 134 milyon sterlin, Kaka için Milan’a, Messi için de Barcelona’ya 80’er milyon Euroluk teklifler yapacakmış. Listedeki diğer isimler olan Torres için Liverpol’la, Fabregas için Arsenal’le, Berbatov içinse M. United’la çoktan el sıkışmış bile. Habere göre, Demi Moore ve Pamela Anderson gibi HOLLYWOOD yıldızları ile de aşna fişne ilişkileri olan Müslüman Şeyh Süleyman El-Fahim’in en büyük destekçisi Birleşik Arap Emirlikleri’nin veliaht prensi Şeyh Mansur Bin Zayed El-Nahayan’mış (8).
Batının kucağında adeta bir oyuncak olan İslam Dünyası, bütün yatırımlarını batı ülkelerine yapan El-Fahim gibi bu görgüsüz petrol şeyhlerinden de utanç duymalıdır.
Gazete haberine göre; Dubai Emiri Şeyh Muhammed Bin Raşid El-Maktum’un milyon dolarlar değerindeki dört atı, Türkiye Jokey Kulübü’nün (TJK) 18’incisi düzenlenecek Enternasyonal Yarış Festivali’nde koşturulmak üzere uçakla İstanbul’a getirilmiş. Atların rahat seyahat edip, stres yaşamamaları için uçağın ısısı 15-20 dereceye ayarlanmış, ışıklar söndürülmüş. Atların seyisleri de atlarla birlikte konteynerlerin içinde gelmiş! Uçak havalandığında ve irtifa kaybettiğinde atların etkilenmemesi için özel koruma çemberi oluşturulmuş. Bunun için atlar, başları burun tarafına bakacak şekilde yerleştirilmiş. Ağırlığı 800 kilo gelen 30 bin Euro değerinde konteynerlerle gelen atların her birinin taşıma maliyeti 10 bin Euro tutmuş (9).
Bir tarafta karnını doyurmak ve özgürce nefes alabilmek maksadıyla kapalı kamyon ve TIR kasalarında batıya sığınmak isterken havasızlıktan boğulup ölen Pakistan, Afganistan, İran, Irak, Filistin, Moritanya, Somali ve Sudan gibi ülkelere mensup Müslümanlar, diğer tarafta ise kendileri ve haremleri birkaç katlı jumbojetlerde, atları ise özel kargo uçaklarında uçan petrol zengini Arap şeyhleri! Birinci gruptakiler, eğer şansları yaver giderse, yani eğer kapalı kamyon kasalarında havasızlıktan boğularak, ya da uyduruk tekne ve sallarla Ege sularını geçmek isterlerken suda boğulup ölmedilerse Türk güvenlik güçlerine yakalanarak en azından hayatta kalabilirken, ikinci gruptakiler seyislerini bile atlarından daha alt derecede görebilmektedirler. Dolayısıyla İslam dünyası bu manzaradan da son derece utanç duymak zorundadır.
__________________________
1-
2-http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/cumhurbaskani-erdogan-muhtaralar-toplantisinda-konusuyor-2139422/
3-İlave bilgi için bkz. .
4- Doç. Dr. Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devleti’ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi (1908-1918), AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1982, s. 108.
5- Feridun Kandemir, Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler (Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafaası), Yağmur Yayınları, 1999, İstanbul, s. 41-2. Ne illet şeydir ki; Suudi Arabistan’daki bu çekirge yağmuru halen devam etmektedir. Özellikle geceleri, ışıklandırılmış alanlarda kolaylıkla fark edilen bu çekirgelerin yumruk büyüklüğünde olanları mevcuttur. Bu sebeple iğrenmeden yiyebilecekler için doyurucu olabileceklerini tahmin etmekteyim. ös.
6- Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, MEB, Ankara, 2001, s.112. Parantez içi bilgiler tarafımızca verilmiştir. ös.
7- Cemal Paşa, Hatıralar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2001, s. 209.
8- internet adresinde bulunan 4.9.2008 tarihli ve “Bu Arap İngilizleri çıldırttı” başlıklı haber.
9-http://www.hurriyet.com.tr/spor/digersporlar/9833350.asp?m=1, 6.9.2008 tarihli ve “Emir El Maktum’un atları İstanbul’da” başlıklı haber.
Yazıları posta kutunda oku