İlk Türk destanı olan ve Yakut(Saha)-Altay Türklerine ait olduğu kabul edilen Yaradılış Destanı’nı okudunuz mu? Derleyenlerin aktardıklarına bağlı olarak az çok farklılıklar göstermekle birlikte, öz itibarıyla fazla değişiklik göstermeyen Yaratılış Destanı’nı, bu arada diğer Türk destanlarını okumakta fayda vardır. Zira İsrailoğullarının ve Cahiliye dönemi Araplarının milli destanlarını veya kahramanlık hikâyelerini, kutsal kitap veya Peygamberler Tarihi adı altında okuyup da kendi milli destanlarımızı ötelersek, zamanla özümüzü, aslımızı ve buna bağlı olarak istikbalimizi yitireceğimiz muhakkaktır.
Unutmayın ki; kutsal kitabımız Kur’an’da isimleri geçtiği için peygamber olarak kabul ettiğimiz isimlerin hemen tamamı, İsrailoğullarınca ya kral ya da din ulusu (Rahip-Haham) olarak kabul edilmekte, İsraioğullarının tarihi ise bu isimlerin etrafında şekillenmektedir. Bu sebeple, Yahudilerin bugün ellerinde kutsal kitap olarak isimlendirdikleri metinler, aynı zamanda birer İsrail veya Yahudi tarihidir. Bize Kur’an ve Hz. Peygamber’in Kur’an’la örtüşen sahih hadisleri dışında, din ve dinler tarihi adı altında öğretilenler de öyle.
…
Yaratılış Destanı’na tekrar dönecek olursak; bu destanda, evrenin ve kadın-erke olarak insanın yaratılışına, şeytanın onları saptırıp yasak meyveden yedirmesine ve Tanrı’nın gazaba gelip onları dünyaya atmasına varıncaya kadar anlatılanlar, bugün Semavi Din olarak kabul edilen kutsal metinlerde anlatılanlarla aşağı yukarı aynıdır. Sadece kişi ve yer isimleri değişmektedir.(1)
Hatta destanda, “Dünya altı günde yaratılmıştı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmıştı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşten başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı… Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü ‘insanoğlu bu olsun, insana olsun baba.’ dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu.”(2) denilerek, neredeyse Kur’an’da bu konularda verilen bilgilerle birebir örtüşecek şekilde bilgilere yer verilmektedir.(3) Destanda geçen “Su içinde yaşayan Ak Ana, su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen’e şöyle dedi: Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren: De ki hep, ‘yaptım oldu’ başka bir şey söyleme.”(4) şeklindeki ifadeler de yine Kur’an’daki bilgiyle birebir örtüşmektedir.(5)
Yaratılış Destanı’nda, derlenip yazıya geçirilinceye kadar geçen zaman içinde başka dinlerin, mesela bugün Semavi Din olarak kabul edilen Tek tanrılı dinlerin etkisi var mı inceleme gereği duymadık. Biz destanda bulunan bilgilerin orijinal olduğundan hareketle diyecek olursak; destanın ait olduğu kabul edilen Yakut ve Altay Türklerinin yaşadıkları bölgelerde yapılan arkeolojik kazılar, bize buradaki insan hayatının tarih öncesi döneme, yani paleolitik çağa kadar uzandığını haber vermektedir.(6)
Bu demektir ki; Altay ve Yakut Türkleri’ne ait mitler ve söylencelerin geçmişi, tarih öncesi dönemlere kadar uzanmaktadır. Bu görüş oldukça karanlık olduğu için benimsenmese bile, Türk kimliği taşıyan insanların ilk olarak M.Ö.4000-4500 yılları civarında Altay dağlarında tarih sahnesine çıktığını Çin kaynakları bize haber vermektedir.(7)
Bazı tarihçilerin araştırmalarına göre; M.Ö.6000-5000 yılları arasında Orta Asya’da büyük bir Tufan meydana gelmiş, daha sonra suların çekilmesiyle birlikte ortaya çıkan kuraklık sonucunda hızlı bir çölleşme süreci başlamış, bu coğrafyada yaşayan bazı Türk toplulukları M.Ö. 4.000’lerde Orta Asya’yı terk ederek Mezopotomya’ya inmiş ve orada Sümer adı verilen devleti kurmuşlardır… Aynı çağlarda Orta Asya’yı terk etmeyen Türkler, tarihin bu çok eski zamanlarında, Çin tarihlerine göre, M.Ö. 4000-4500 yıl önce Altay dağlarında tarih sahnesine çıkmışlardır.(8)
Bir başka bilinen ise, bugün elimizde bulunan en eski kutsal metin olan Tevrat’ın, ünlü Babil Sürgünü’nden (M.Ö.598/7-587/6) sonra, Pers Kralı Büyük Kros’un (Keyhüsrev), Babillileri yıkıp, İsrailoğulları’nın Kudüs’e dönmesine izin vermesinden sonra Rahip Ezra (Kur’an’da Üzeyir) ve bir Rahipler heyeti tarafından yazıldığı(M.Ö.538), bu yazım sırasında Sümer ve Babil efsanelerinden de alıntılar yapıldığıdır.(9)
Bu demek oluyor ki; Yahudiler, bir başka deyişle İsrailoğulları, Sümerler yoluyla Asya içlerinden getirilen kimi efsane ve söylentileri, kendi kutsal kitaplarına aktardılar ki; bu efsanelerin en önemlileri dünyanın ve insanın yaradılışı ile ünlü Tufan Efsanesi’dir. Çünkü Muazzez İlmiye Çığ, özellikle Yaratılış, Tufan ve Kurban gibi konuların kökeninin Sümerlere dayandığını ve bu konudaki bilgilerin Tevrat yoluyla Kur’an’a girmiş olduğunu belirtiyor.(10)
Yani özetle; Yaratılış Teorisi ve Tek Tanrı inancının kaynağı, Asya ve Türklerdir; bu teorilerin geçmişi, M.Ö.4000-4500 yıl öncesine kadar ve belki de tarih öncesi döneme kadar gider. Bu teori ve dinsel kabuller, Sümerler yoluyla Ortadoğu’ya getirilmiş, oradan Yahudilerin kutsal metinlerine kadar sirayet etmiştir ki; en eski kutsal metin olan Tevrat’ın tekrar yazıya geçiriliş tarihi M.Ö. 538’dir. Yani Türklerin Yaratılış Destanı’ndan çok sonraki bir döneme aittir.
Peki, insan mamulü olan(!) Yaratılış Destanı’nda yer alan bilgiler, tahrif edilmediği ve bütünüyle Allah kelamı olduğu kabul edilen Kur’an-ı Kerim’e nasıl girmiştir? Ya da Allah, insan mamulü olan bu tür bilgilere Kur’an’da neden ve nasıl yer vermiştir?
Bu sorunun cevabını batılı düşünür ve müsteşrikler, “Muhammed gezgin dervişler ve Mitra rahipleri yoluyla Tevrat’tan alıntılar yapmıştır”(11) ve “İslamiyet Yahudiliğin Islah edilmiş halidir”(12)
Oysa bize göre; bugün bile Tevrat’ta ve İncil’de tahrifata uğramamış ve direk Allah’a ait bazı ayetler bulunmakta olup, bu ayetler Kur’an’da da tekrar edilmiştir. Olan sadece budur. Yani Hz. Peygamber, batılı düşünürlerin ve müsteşriklerin iddia ettikleri gibi, Tevrat’tan bilgi devirmemiş, gezgin Mitra rahiplerinden duyduğu bilgileri alıp Kur’an’a aktarmamıştır. İçindeki bilgiler ve hükümler, önceki asırlarda da başka peygamberler vasıtasıyla insanlara tebliğ edilmekle Kur’an, elbette orijinal bir kitap değildir. Ancak, başka kitaplardan devşirilmiş ve başka dinlerin din adamlarından alınmış bilgilerin derlenmesiyle oluşturulmuş bir kitap da değildir.
Peki, kendinden çok sonraki asırlara ait kutsal metinlerde yer alan bu bilgiler, mitlerde ve mesela geçmişi kutsal metinlerden binlerce yıl öncesine dayanan Türklerin Yaratılış Destanı’nda nasıl yer alabilmiştir? Bu sorunun gerçek cevabını ancak Allah bilir? Ancak biz akıl sahiplerinin de tahmin edebileceği ve kıyas yoluyla ulaşabileceği bilgiler elbette vardır. Mesela Kur’an’da deniliyor ki; “Biz her millete bir peygamber gönderdik..”(13). Ayrıca yine deniyor ki Kur’an’da: “Biz elçi/peygamber göndermeden kimseye azap edecek değiliz.”(14)
Bu demektir ki; Allah bizim bilmediğimiz çok eski devirlerin birisinde, Türklere de bir peygamber gönderdi ve onlara emir ve yasaklarını, ayrıca birçok bilgiyi de haber verdi. Dolayısıyla; Yaratılış Destanı’na sadece sıradan bir destan gözüyle bakılamaz. Bu destan, olsa olsa zaman içinde bozulmuş, zaman içinde bilerek veya bilmeyerek tahrifata uğramış ve bazı bölümleri unutulmuş tanrısal bir metindir! Yani özü itibarıyla Semavi bir metindir! Yani bilinin anlamıyla “Kutsal Metin” demek istiyoruz!
Unutulmamalıdır ki; Türkler esasında, bazılarının iddia ettikleri gibi Toyunist, Şamanist, veya Kamist değil, Gök Tengri Dini’ne mensup idiler. Yani bir tür Tevhid Dini’ne mensup idiler. “Tabiat Güçleri” ve “Atalar Kültü” gibi inanç eğilimleri vardı ise de bu inançların merkezinde tek tanrılı bir din olan Gök Tengri Dini vardı.
Hikmet Tanyu’ya göre; Türklerin eski dini, bir nev’i tek tanrılı bir dindir ve adı da “Gök Tanrı-Gök Tengri” dinidir. Tanyu, Gök Tanrı Dini’ni, Hz. Peygamber’in, İslam’dan önce hayatına tatbik ettiği ve temeli Hz. İbrahim’e dayanan tek tanrılı dine (Haniflik) benzetmekte, “Gök” kelimesinin anlamını “yüce” ve “ulu” olarak vermekte, “Gök Tanrı dini” tabirini ise “Ulu Tanrı dini” olarak tanımlamaktadır.(15) Ona göre; Türklerde Şamanlık diye bir müessese yoktur. Kam diye bir kavram kullanılmış ise de Türklerin dini Kamizm de değildir. Türklerde Hakan, aynı zamanda en kıdemli din görevlisi ya da rahiptir. Çünkü dini törenleri o yönetmektedir. Hatta Cengiz Han, sözüm ona Şaman adı altında huzurunda çeşitli figürler sergileyen, hoplayıp zıplayan bir adamı “köçeklikle” itham ederek kellesinin vurulmasını emretmiştir.(16) Hikmet Tanyu’ya göre; Türklerin, inançları Gök Tanrı Dini, Atalar Kültü ve Tabiat Kuvvetlerine inanma şeklinde üçlü bir karakter arz ediyor ise de, bunların merkezini ve ağırlık noktasını Tevhit Dini, yani tek tanrılı bir din olan Gök Tanrı Dini teşkil ediyordu.(17)
Prof. Dr. İ.Kafesoğlu’na göre ise; Kurt efsanesinin Türklerde umumilik göstermesi, kurdun totem olmasından değil, bozkırların korkulu bir hayvanı olarak, bilhassa hayvan sürüleri için büyük tehlike arz etmesinden dolayı, ona karşı duyulan korku ile karışık saygı hissinden kaynaklanmaktadır. Türklerde kurt pek aziz, saygı değer bir mahluk sayılmış ise de, kendine tapılmamıştır.(18)
“Kök Türklerde Gök ve Güneş” konusunu inceleyen Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’a göre; Kök Türkler, gök ve yere çok önem veriyorlardı. Onlar güneşin doğduğu yeri kutsal kabul ediyor, Gök Tanrı’ya inanıyorlardı. Türk hakanlarının çadırlarının kapısı (eşiği) doğuya, güneşin doğduğu yere doğru açılıyordu. Çin kaynakları da bunu doğrulamaktadır. 599 yılı yaz 4. ayda yazılmış bir tarihi nottan öğrendiğimize göre (s.564), Çinlilere karşı zafer kazanan Batı Gök Türkleri’nin hakanı Tardu, bu zaferin Tanrının bir lütfu olduğundan hareketle atından inerek ve göğe yönelmiş ve eğilerek selamlamıştır.(19)
Tardu’nun Müslümanların namaz kılarken yaptıkları rükûa benzeyen bu hareketinin, sadece göğü selamlamak değil, gökte bulunduğuna inanılan Tanrı’yı selamlamak olduğu, Müslümanların duâ ederken ellerini göğe açarak duâ etmeleri gibi bir anlam taşıdığı açıktır.
_________
1- Bahaeddin Ögel ve M.Necati Sepetçioğlu’nun eserlerini kaynak gösteren Yavuz Tellioğlu tarafından aktarılan ” Yaratılış Destanı” için bkz. ,
2- bkz. Prof. Dr. Umay Günay, Türk Destanları, w3.balikesir.edu.tr/~akolbasi/TurkDestanlari.doc,
3-Kur’an Kerim, Araf-54, Secde-4, Mü’minun-12-14.
4- bkz. Prof. Dr. Umay Günay, Türk Destanları, w3.balikesir.edu.tr/~akolbasi/TurkDestanlari.doc.
5- Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmrân-59.
6- .
7- Prof.Dr. Tuncer Gülensoy, Barbar Türkler, 2. Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2011, s, 50.
8-Age, s, 50.
9-Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni, 19. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008 s. 102 ve devamı.
10- Muazzez İlmiye Çığ, age, s. 104.
11- .Bernard Lewis, Tarihte Araplar, Çev. Hakkı Dursun Yıldız, Anka Yayınları, İstanbul, 2001, s.54.
12- T.W.Arnold, İntişar-ı İslam Tarihi, Çev.Hasan Gündüzler, Akçağ Yayınları, Ankara,1982, s.84.
13-Nahl-36.
14-İsrâ-15.
15- Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Türklerin Dinî Tarihçesi, Türk Kültür Yayını, 1. Baskı, İstanbul, 1978, s, 12-13,18.
16- Age, s, 13, 21.
17- Age, s, 19.
18- Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1980, s, 14-15.
19- Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, M.Ö.4500-M.S.XIII. Yüzyıllar Arasında Barbar Türkler, 2. Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2011, s, 210.
Bir yanıt yazın