Trump yönetimini ilk yılında, Ortadoğu’ya karşı açık politika yönergelerinde eksik kalmakla nitelendirenlerin;
Trump’ın stratejik bir vizyonu olmadığına ilişkin kanaatleri giderek dağılıyor…
ABD’nin çoğu zaman gösterdiği tutarsızlıklar ve net bir stratejik hedef göstermeyen davranışları göz önüne alındığında,
Beyaz Saray’da yeni bir proaktif başkanın olması üzerinde doğan büyük umutlar, karışıklık hissini yavaş yavaş gölgede bırakıyor…
D.Trump’ın stratejik vizyonu kendini gösteriyor…
*
Başkan’ın Ortadoğu vizyonu;
1- İslamcı İdeoloji ve IŞİD benzeri İslamcı terör örgütlerini ortadan kaldırmak,
2- Ortadoğu’da İsrail ve Filistin arasında barışı sağlamak,
3- İran’ın nükleer bomba kullanma olasılığını engellemek üzerinde kuruludur.
*
Şimdi ABD Başkanı Trump, İsrail ile Filistinliler arasında bir kez ve herkesin barışacağı “nihaî anlaşma” dan bahsediyor.
Anlaşmanın İsrail’in Arap Dünyası ile geliştirdiği ve yürüttüğü ilişkilere dayandırdığı yeni strateji çerçevesinde olduğu biliniyor.
*
6 Aralık’ta Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul ederek çok tartışmalı bir adım atmıştır ama bu kararın altındaki ana hatlarını;
1- İsrail ve Suudi Arabistan önderliğinde,
2- İsrail’in 1967 savaşında işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi,
3 -BM Güvenlik Konseyi’ne 194 sayılı karar çerçevesinde Filistinli mülteciler sorununa adil bir çözüm için çağrıda bulunulması,
4- İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yasa dışı yerleşimlere son vermesi,
5- 1967 sınırlarında kurulacak ve başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız bir Filistin devletiyle beraber “iki devletli çözüm” oluşturuyor.
*
Başkan, planın başarılı olması için bölgenin liderlerinden nihaî barışın peşinden gitmelerini istiyor.
*
Ama Türkiye’de R.T. Erdoğan;
1- Ülkesini kendi hakimiyeti altına almak, kendi anlayışı doğrultusunda kültürel değişim yaratmak ve gücünü pekiştirmek üzere giderek totaliterleşmiştir.
2- Hukuk devletine, güçler ayrılığına ve demokratik değerlere zarar veriyor.
3- Sadece bir siyasi güç meselesi olarak değil ama aynı zamanda insanların zihniyetleri için ideolojik ve çok sert bir iç savaşı yürütüyor.
4- Yıllar boyunca inşa edilen tüm değerleri hızlı bir şekilde yıkıyor.
5- Türkiye sivil toplumunun taşıyıcıları bu durumu engelleyemiyor…
6- Erdoğan önyargılarıyla yürütülen Türkiye dış politikası artık açık açık uluslararası dengeleri alt üst ediyor…
7- Batı’dan gelen eleştirilere misliyle mukabele gibi olumsuz bir diplomatik tutum Türkiye dış politikasını belirleyen en önemli unsur olmuştur…
8- ABD ve İsrail de artık Erdoğan’ı kendisini Müslüman Kardeşler’in hamisi gördüğünü ve yeni Osmanlıların başı olarak günün birinde Hilafeti ve Kudüs’ü de geri getireceğini
düşlediğini kabul ediyor…
*
Bu yüzden Erdoğan ve Türkiye;
1- Avrupa ve ABD’den izole edilmiştir.
2- Giderek tüm Arap ülkeleriyle sorunları büyüyor.
3- İŞİD terör örgütünün yok edildiği Suriye ve Irak’taki Kürtlerin Türkiye güvenliğine tehdit oluşturduğu gibi sözde gerekçelerle, TSK’yı hâlâ hem Irak hem Suriye’de işgalci bir ordu gibi tutuyor.
4- Bir çok ülke, gereğinde işleme konulması üzere Erdoğan’ın Suriye ve Irak savaşları sırasında işlediği çeşitli savaş suçlarına ilişkin dosyalara sahiptir.
5- ABD’de Reza Zarrab şahsında İran’daki uluslararası ambargonun kırılmasıyla ilgili olarak yargılanıyor.
6- Yönetiminde Türkiye derin bir şekilde bölünmüştür.
7- Muhalefet onu ve ailesini ağır yolsuzluklar içinde olmakla itham ediyor…
*
El insaf! Halbuki Türkiye’nin;
1- Mutlaka farklı etnik ve dini kökenlerden gelen insanları bir arada yaşatmak için normalleşmesi,
2- Bir yanda, “Toplumsal hayat” ta siyaset ve kültürün ancak bir bölümünde tarikatlar, cemaatler ve dini kurumlara serbestlik verilmesi,
3- Farklı ideoloji, görüş ve inançta Kürtlerin demokratikleşme perspektifi esasında siyasal nicelik ve niteliklerini kazanmalarıyla siyasetin özgürleşmesi,
4- Öte yanda “Devlet”in bu toplumu küresel siyasi ve ekonomik kriterler dengesinde tutacak bir doğrultuda gelişirken;
5- Türkiye’nin “Küresel İstikrar, Büyüme ve Güvenlik ” bileşkesinin güvenilir bir üyesi olması gerekiyor…
*
Ama Erdoğan ” Kaybedeceği hiç bir şeyin kalmadığının” farkındadır.
ABD Başkanı Trump’ın “Kudüs’ü İsrail’in başkenti” olarak kabul etmesiyle liderler arasında çok ciddi bir sözlü saldırı başlatmıştır.
İsrail ile diplomatik ilişkileri kesebileceği duyurusunda bulunuyor.
“Filistin masum bir kurban, İsrail’e gelince; bu bir terörist devlet, evet terörist! Kudüs’te çocukları öldüren bir ülkeye merhamet etmeyeceğiz”diyor.
*
Türkiye ile İsrail arasında diplomatik diyalog ve iletişim kanalları sürekli olarak korunuyor.
Ancak ilişkiler düşük profilli ekonomik, turistik, kültürel düzeylerde yürüyor.
*
Ama 5 Aralık’ta Lefkoşa’da Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, İsrail ve İtalya enerji bakanlarının;
İsrail’den İtalya istikametinde doğal gaz boru hattı için bir mutabakat anlaşması imzalamalarının dikkatlerden kaçmaması gerekiyor.
Çünkü bu mutabakat Türkiye’nin çok şeyi kaybetmekte olduğu anlamına geliyor…
*
Lefkoşa Mutabakatı; çıkarları doğrultusunda AB tarafından paylaşılan stratejik bir alt yapı projesidir.
İsrail ve Kıbrıs Rum Kesiminin Doğu Akdeniz havzasındaki doğal gaz kaynakları;
Şimdi yaklaşık 7 milyar dolarlık maliyetle 2100 km. uzunlukta bir boru hattıyla 2025’te Akdeniz üzerinden doğrudan Yunanistan üzerinden İtalya’ya akacaktır.
*
Bir süredir Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail; Doğu Akdeniz’de Tamar ve Leviathan bölgesi doğal gazını Avrupa’ya ulaştırmak için AB ile görüşmekteydi.
Enerji güvenliği ve AB’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmesine katkı koyacak ortak çalışmaların ileri götürülmesinde anlaşma sağlandığı bildiriliyordu.
Şimdi bu aşamada Türkiye’deki mevcut boru hatları alternatifinin dışlandığı görülüyor.
*
Çünkü Kıbrıs’ta “Birleşik Kıbrıs” için müzakereler devam ederken Türkiye ve KKTC;
1- Aralarındaki Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması’yla, Kıbrıs’ın karasularında ve münhasır ekonomik bölgesindeki egemenlik haklarıyla benzer arama çalışmaları yapabileceklerini,
2- Ada’nın birleşmemesi halinde bir kesimin adanın tümünü temsil ediyormuş gibi görülmesinin Avrupa değerlerine aykırı olduğu tezini savunuyordu.
Rumlar ise uluslararası tanınmışlıklarını kullanarak avantaj elde etmek için müzakere sürecinde kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direniyordu.
Bu yüzden Kıbrıs müzakereleri tıkanmıştı.
*
Yeni güzergahında İsrail ve Kıbrıs Rum kesiminin doğal gaz boru hattı;
1- Yunanistan, İtalya ve diğer Avrupa pazarlarına uzun vadeli bir ihracaat rotası temin ediyor ve gaz alanında rekabetİ arttırıyor.
2- AB’nin doğal gaz arz kaynakları çeşitlenirken enerji güvenliğini güçlendiriyor.
3- ABD’nin, İsrail’i “NATO üyesi olmayan Büyük Stratejik Ortak” statüsüne almasıyla birlikte Türkiye’nin bölgesindeki eli zayıflıyor.
*
Erdoğan Türkiye’si ise;
1- Rus petrolü ve doğal gazının aktığı bölgede en önemli unsur olarak öne çıkan güvenlik konusunda,
NATO’nun Stratejik Konsept Belgesinin omurgasını oluşturan füze savunma araçlarının Kıbrıs’ta konuşlandırma yerleri, imha araçlarının hızı ve sayısı, konum algılama sistemleri gibi konularda,
Yani askeri güç dengesi ve küresel ortaklaşmada geride kalıyor.
2-Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesi Yunanistan lehinde bozuluyor.
*
Bu yüzden Erdoğan, Türkiye’nin bir zafer nişanesi olan Lozan Antlaşması’nın güncellenmesi istiyor.
Eh, yukarıdaki çerçeveden görüleceği üzere artık giderek güç yitiriyor.
Şimdi “belki bir konsensus oluşturabilirim” umuduyla ABD, AB ve İsrail’in Kıbrıs’ta, Ege’de ve Türkiye’deki Kürt ve Rum azınlıklarla ilgili taleplerini yerine getirmek üzere Lozan dengesinin Yunanistan lehine
bozulması yönünde bir ” ikram ” teklif ediyor
Bir taraftan da “enseyi karartmadığını” göstermek üzere bütün muhataplarına ve herkese sözlü sataşmalarda bulunuyor.
*
Erdoğan’ın nefsi için her şeyi yapabileceği biliniyor…
Boşuna birkaç gün önce bir telefon görüşmesi yaptığı Katolik Kilisesi lideri Papa Francis, “Kesinlikle emin olduğum bir şey söylemek istiyorum; Şeytan bir mit ya da bir fikir değildir.
Şeytan kötülüktür. Şeytan adı soyadı olan gerçek bir kişidir. Sizi altüst eder, başınızı döndürür ve kaybolursunuz” demiyor…
16. 12. 2017