Ahlat, Mardin, Diyarbakır derken Meral Akşener şimdi de Şırnak ve Cizre’de. Meral Akşener sayesinde Türk Milliyetçileri Cudi ve Gabar dağlarının eteklerine kadar gittiler ya, artık onlar için ufukta iktidar görüldü sayılır. Öyle ya; CHP’nin bölgede hiçbir ağırlığı yok, MHP desen Gâvur Dağı’nın ötesine geçemiyor; böyle olunca Kürtlerin dindarları AKP’ye, ayrılıkçıları ise HDP’ye oy veriyor, ortada olanlar ise sandığa bile gitmiyorlar muhtemelen. İyi Parti, işte bu ortada olanların oylarını alabilir bize göre. Elbette AKP’den de oy çalabilir.
İYİ Parti Genel Başkanı, Şırnak ve Cizre’ye gitmek için Diyarbakır Havalimanına indiğinde davul zurna ile karşılanmış ve “Baba Ocağına Hoşgeldiniz” pankartı ile karşılanmış. Gerçekten güzel manzaralar bunlar. Meral Akşener’e tavsiyemiz, Diyarbakır’da burnuna dayanıp peşrevsiz şekilde Diyarbakır havaları çalan zurnanın kıymetini iyi bilmesidir. Çünkü zurnada peşrev olmaz. Umarım zurnacıya bol bahşiş vermiştir Meral Hanım. Çünkü o zurna İYİ Parti’ye, İYİ Parti ise Türkiye’ye iyi gelecektir.
Meral Akşener’in Diyarbakır’da “Baba Ocağına Hoş Geldiniz” pankartlarıyla karşılanması üzerine, doğrusunu isterseniz ben de biraz şaşırdım. Zira Balkan göçmeni olan bir ailenin kızının, Diyarbakır’la ne işi olabilirdi. Bir çokları gibi ben de böyle düşündüm haliyle o pankartı görünce. Ancak ben biliyorum ki; Diyarbakır’ın da bulunduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi, kadim Türk yurtlarındandır. Hatta, Doğu ve Güneydoğu’nun Türklüğünün geçmişi, Anadolu’nun diğer bölgelerinden çok çok eskidir. Belki de binlerce yıl daha eskidir.
Mesela Alparslan’ın ordusu, Kafkasya üzerinden Anadolu’ya girip, tekmil Doğu ve Güneydoğu’yu geçerek, Suriye üzerinden Kudüs’ün de içinde bulunduğu Filistin ve Mısır’a doğru akınlar yaparken, bir Bizans ordusunun, Anadolu içlerinde doğuya doğru, yani Selçuklu’nun taht merkezine doğru ilerlediğini haber alınca hızla Güneydoğu yönünden Anadolu’ya girerek Malazgirt’te düşmanın önünü kesiyor ve işini bitiriyor. Salçuklu Ordusu’nun geçtiği güzergah boyunca, bazı unsurlarını oralarda bıraktığı aklın gereğidir. Çünkü bu ordu, yeni bir yurt arayışındadır ve Alparslan, ordusunun bazı unsurlarını muhtemelen geçtiği Anadolu topraklarında ileri karakol olarak bırakmış olmalıdır. Alparslan’ın babası Çağrı Bey’in, daha 1015’lerde, yeni bir yurt arayışı maksadıyla Azerbaycan üzerinden birkaç kere Anadolu’ya girip çıktığı bilinmektedir.
Dikkat edin lütfen, Gaznelilerle 1040 yılında yapılan ünlü Dandanakan Savaşı’ndan önceki bir tarihten bahsediyoruz. Demek oluyor ki; Selçuklu hanedanının yönetimindeki Oğuzlar, istiklallerini kazandıkları Dandanakan Savaşı’ndan 25 yıl önce Anadolu’ya seferler yapmışlar ve bu topraklara yerleşmeyi ta o tarihlerde gözlerine kestirmişlerdi.
Bununla ne demek mi istiyoruz? Şunu demek istiyoruz ki; Diyarbakır başta olmak üzere, tekmil Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun Türklüğü, Anadolu’nun diğer yörelerinden çok daha eskidir ve Meral Akşener’in, büyük atalarının bölgedeki geçmişi de bu tarihlere kadar gidiyor olabilir. Üstelik Kürtlerin bölgeye gelişleri, Türklerden çok daha sonradır. Hatta Malazgirt Savaşı’ndan sonraki tarihlere rastlar. Kürtler, kendileri fethetmediler halen oturdukları toprakları, onlar Türklerin Bizans’tan aldıkları topraklara gelip yerleştiler sadece.
Bugün bölgede milyonlarca insanın Türk etnik kimliği ile yaşamasının yanında kendisini Kürt zanneden milyonlarca Türk ve Türkmen kökenli insan da yaşamaktadır. Kürtleşen Türkmen oymak ve aşiretlerinin gerçekte hangi Türk ve Türkmen boy veya oymağına mensup olduklarını ayrıntılı olarak anlatan kitaplar var piyasada(1). Bölgede görev yapan köy korucularının da genelde bu Türkmen aşiretlerinden tercih edildikleri akla gelebilir. Ya da böyle bir tercih olmasa bile, bu insanların Türk Devleti’ne olan bağlılıkları, etnik kökenlerinden gelen, yani genlerinde taşıdıkları birer cevher olabilir. Tıpkı, Malazgirt Savaşı’nda Bizans Ordusu’ndan ayrılıp Türklerin tarafına geçen Uzlar ve Peçenekler gibi. Bunları bölge insanı arasında ayrım yapmak için değil, sadece bilimsel bir gerçeği ortaya koymak için yazıyoruz elbette. Dolayısıyla; Merkezin sağında yer alan İYİ Parti Genel Başkanı’nın, Diyarbakır’da “Baba Ocağına Hoş Geldiniz” pankartıyla karşılanmasında şaşılacak hiç bir yan yoktur. Diyarbakır kadim bir Türk şehridir ve öylece de kalacaktır bizim için.
Bir arkadaşım hatırlattı; Sayın Akşener havalimanında “Babamın ailesi Yunanistan’a Diyarbakır’dan gitme. Burada Küçükkadı köy ile Büyükkadı köyü var, oradan gitme. Ben bunu yıllardır söylüyürum ama genel başkanlığına yürüyünce o zaman duyuruldu. DYP’de ilk seçildiğim dönemlerde Salim Ensarioğlu’na derdim, benimle iyi geçinin yoksa Diyarbakır’dan aday olurum diye. Babamın tarafı buralıdır”(2) şeklinde bir açıklama yapmış. Demek oluyor ki; Meral Akşener’in baba tarafının, aslen Diyarbakırlı oldukları, Diyarbakırlılar tarafından önceden biliniyormuş ki; “Baba ocağına hoş geldiniz” şeklinde bir pankart hazırlanmış. Küçükkadı ve Büyükkadı Merkez Sur ilçesine bağlı iki köy olduklarını da biz eklemiş olalım.
Diyarbakırlı olması, Sayın Akşener için kesinlikle artı bir özelliktir. En azından o, Türk Milliyetçiliğinin Esaslarını belirleyen ve fikirleri Türkiye Cumhuriyeti’ne temel teşkil eden Ziya Gökalp ile yazmış olduğu yurtsever yazılar sebebiyle Ziya Gökalp’le birlikte Malta’ya sürgün edilen ve adeta büyük vatan şairimiz Namık Kemal’in devamı sayılan ve Milli Şairimiz Mehmet Akif’in büyük dostu Süleyman Nazif’le hemşeridirler. Sayın Akşener’in, Ziya Gökalp’i, Süleyman Nazif’i ve Mehmet Akif’i ruhunda meczettiğinden asla kuşkumuz yoktur.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Türklüğüne Gelince
Asıl uzmanlık alanı tarih olmamakla birlikte tarih yazarlığı konusunda da ehliyeti bulunan düşünce adamımız Prof. Dr. Erol Güngör’e göre; “(Milâdi) Dördüncü yüzyılın sonunda Hunlar Batıda Tuna’yı geçerek Balkanlar’a indiler. Doğuda da Kafkaslardan Anadolu’ya girdiler. Bu ikinci akıncı kolu, Güney Anadolu’dan Suriye’nin Akdeniz kıyılarına ve Kudüs’e kadar yıldırım hızıyla ilerledi. Sonbaharda aynı yoldan Azerbaycan’a döndü. Roma İmparatorluğu bu akından o kadar şaşırmıştı ki, her tarafta Hunlar hakkında akıl almaz hikâyeler anlatılıyordu.(3)
Tarihçi Yılmaz Öztuna’nın anlattıkları da Erol Güngör’ü destekler mahiyettedir. Öztuna’ya göre de; “Müslümanlardan önce Türk kavimlerinden olan Sakalar ve Hunlar, zaman zaman Anadolu’ya ayak basmışlardır.”(4)
Son zamanlarda yıldızı parlayan tarihçilerimizden Prof. Dr. Ahmet Taşağıl ise Türklerin Orta Asya’daki yurtlarından gerçekleştirdikleri göçleri anlatırken, Hunlar’dan bir kitlenin M.S. 359 ve 373 yıllarında Kafkaslar üzerinden aşarak Anadolu, Suriye ve Azerbaycan’a gittiklerini söylemektedir.(5)
A.Taşağıl’ın vermiş olduğu bilgilere bakılırsa; Hunlar’ın Anadolu’ya yapmış olduğu akınlar, sadece 359 ve 373 yıllarıyla da sınırlı değildir. Zira Roma İmparatoru Teodosius’un ölüm yılı ve ayrıca Roma İmparatorluğu’nun Batı Roma ve Doğu Roma (Bizans) olarak ikiye bölündüğü yıl olan M.S.395 yılında Hunlar, Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden olmak üzere iki koldan Anadolu’ya girmişlerdir. Doğu cephesinde Basık ve Kursık isimli iki başbuğ tarafından sevk ve idare edilen Hun süvarileri, Erzurum, Karasu ve Fırat vadileri boyunca ilerleyerek kısa zamanda Çukurova’ya ulaşmışlar; Edessa (Urfa) ile Antiocheia (Antakya)’yı kuşatıp, Suriye’ye ve Kudüs’e kadar uzanmayı başarmışlardır. Sonra aniden kuzeye dönen Hun Ordusu, Kayseri-Ankara istikametiyle Bakü’ye ulaşmışlar, yani geldikleri yere geri dönmüşlerdir.(6)
“395-396’da meydana gelen bu akınların, Türklerin tarihte bilinen ilk Anadolu seferi olarak kabul edilmesi söz konusudur.” diyen A.Taşağıl, üç yıl sonra tekrarlanan akınlar karşısında Bizans İmparatoru Arkadius’un hiçbir şey yapamadığını dile getirmektedir.(7)
Hun akınlarının, İmparator Büyük Teodosius’un ölümü üzerine Roma’nın Doğu ve Batı Roma (Bizans) olarak ikiye ayrılacak derecede yönetim zafiyetleri yaşadığı ve yerine geçen oğlu İmparator Arcadius’un Doğu Roma’nın idaresini belki de tam olarak ele alamadığı yıllarda gerçekleşmiş olması önemlidir. Anlaşılan Roma İmparatorluğu, kendi topraklarını savunacak durumda değildir o sırada. Ya da karşısındaki güç, Roma’dan çok daha üstün bir güçtür. Esasen, Atilla kumandasındaki Hun Ordularının 447 yılında Sofya, Filibe, Bresna ve Lüleburgaz şehirlerini zapt ederek Büyük Çekmece’ye kadar, yani İstanbul’un burnunun dibine kadar gelmesi, İstanbul’a saldırmaktan ancak o sırada müttefiki olan Batı Roma’nın devreye girmesi ve son derece ağır şartlarını kendisinin tek taraflı olarak dikte ettirdiği “Anatolios Barış Antlaşması” ile vazgeçmiş olması, her şeyi anlatmaktadır.(8)
Sabar Türkleri de 516 yılında Doğu’daki Ermeniyye üzerinden Anadolu’ya girerek, Kayseri, Konya ve Kapadokya bölgelerine kadar ilerlemişlerdir.(9)
Türklerin, Anadolu’ya değil ama Rumeli üzerinden İstanbul önlerine kadar bir diğer gelişleri, 626 yılında Avarlar sayesinde olmuştur. Avarlar, o sene Sasanilerle işbirliği yaparak İstanbul’u ele geçirmeyi denemişler, ancak başarılı olamayarak geri çekilmişlerdir.(10)
Sabarların egemen olduğu coğrafyada devlet kuran Hazarların da, Bizans ile ittifak kurarak, gerek Avar-Sasani ittifakının 626 yılındaki İstanbul kuşatması sırasında Bizans’a yardım etmek maksadıyla, gerekse daha sonra Doğu’da Sasanilere karşı Müttefikleri Bizans’ın toprağı olan Anadolu’yu korumak amacıyla, yani dostane ilişkiler çerçevesinde, doğudan Anadolu’ya girdikleri bilinmektedir.(11)
Ön-Türk araştırmacılarından Haluk Tarcan, tarih profesörü Ali Sevin’in 2001 yılında yayınlamış olduğu bir bilimsel makale (TÜBA-AR IV 2001) üzerine Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Kurulu’nca yapılan 14’üncü toplantıda, özellikle Doğu Anadolu’daki Türk izlerinin M.Ö. 1200 yıllarına kadar gittiğinin kabul edildiğini dile getirmektedir. Adı geçen, ayrıca, Anadolu’daki Ön-Türk izlerini, M.Ö.7000’den 13000’e kadar götüren tarihi ve genetik bulgulara ulaşıldığını da söylüyor.(12)
Haluk Tarcan’ın kitabında bulunan bir diğer bilgi, Mısır, Asur ve Hitit kaynaklarına göre; M.Ö. 2200 yıllarında Doğu Anadolu’da Turki Krallığı adında bir şehir (site) devletinin bulunduğuna ve Alman Prof. Manfred Korfmann’a dayanarak vermiş olduğu Troya Savaşı esnasında kentten kaçanlar arasında Turciler adında bir halkın da bulunduğuna ilişkin bilgidir.(13) Troyalıların M.Ö.3000-M.S.400 yılları arasında bulundukları coğrafyada çeşitli şekillerde egemen olduklarını da biz eklemiş olalım.(14)
Konuya ilgi duyan araştırmacılardan Prof. Dr. Ekrem Memiş de Ermenilerin kökenlerini ve Ermeni-Türk ilişkilerini ele aldığı bir makalesinde; “…Halbuki, çivi yazılı metinlerden öğrenildiğine göre; Türkler, M.Ö. 3. Binyılın sonlarından itibaren Anadolu’daki mevcutturlar ve Anadolu’nun kaderinde önemli roller oynamışlardır.”(15) diyerek, Türklerin Anadolu’daki geçmişini günümüzden yaklaşık 4 bin yıl öncesine kadar götürmektedir.
Netice olarak diyelim ki; hoş geldin siyasi hayatımıza Diyarbakırlı Meral Abla. İYİ Parti, Türkiye’ye kesinlikle iyi gelecek…
____________________
1- Ali Rıza Özdemir, Kayıp Türkler-Etnik Coğrafya Bakımından Kürtleşen Türkmen Aşiretleri, 3. Baskı, Kripto Yayınları, Ankara,2013, s, 175-279.
2 -http://odatv.com/babam-diyarbakirli-0812171200.html
3-Prof. Dr. Erol Güngör, Tarihte Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1989, s. 22.
4-Prof. Dr. Mehmet Şeker, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması, DİB Yayını, Ankara,1999, s. 3.
5- Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Kök Tengri’nin Çocukları (Avrasya Bozkırlarında İslam Öncesi Türk Tarihi), Bilge Kültür-Sanat Yayınları, 11.Basım, İstanbul, 2017, s, 46.
6-A.Taşağıl, age, s, 250 ve önceki sayfalardan özetlenerek aktarılmıştır.
7-Age, 250.
8-Age, s, 256.
9-Age, s, 272.
10-Age, s, 266.
11- Age, s, 275.
12-Haluk Tarcan, Tarihin Başladığı Ön-Türk Uygarlığı-Resmi Tarihin Çöküşü, 2. Baskı, s. 73-75, Töre Yayınları, İstanbul, 2006
13-Haluk Tarcan, age, s. 228, 244.
14- Haluk Tarcan’ın kitabında Ön-Türkler’e ait olmak üzere; petroglif (Tamga-Damga) veya ilkel yazı örnekleri şeklinde olmak üzere; ait olduğu dönem olarak Karadeniz Bölgesi’nde (Sinop-Tersane kapısı) M.Ö.6’ncı bine (s.248), Marmara Bölgesi’nde (İstanbul-Yarımburgaz ve Fikirtepe) 6 ve 4 binlere (s. 255), Ege Bölgesi’nde (İzmir-Urla Limantepe ve Burdur Hacılar höyükleri) M.Ö. 6500’lere ve 3200-3000’lere (s. 272), Doğu Anadolu’da (Erzurum-Van-Hakkari) M.Ö.13000’lere (s. 334), Akdeniz Bölgesi’nde (Antalya Beldibi Mağarası) M.Ö. 13000’lere ulaşan arkeolojik belge ve bulgular ele geçirildiği belirtilmektedir. Ayrıca adı geçen, büyük oranda İç Anadolu Bölgesinde olmak üzere; M.Ö. 2500-1700 yıllarında hüküm süren Hattilerle, M.Ö. 1660-1190 yıllarında egemen olan Hititlerin dip kültüründe Ön-Türk dil ve kültürünün olduğunu (s. 310, 313-314) ve Burdur Ağlasun’da keşfedilen Sagalassos uygarlığının temelinde de yine Ön-Türk kültürü olduğunu söylemektedir (s. 274).
15- rof. Dr. Ekrem Memiş, “Ermenilerin Kökeni ve Geçmişten Günümüze Türk-Ermeni İlişkileri” başlıklı makalesi,
Bir yanıt yazın