Kızımla sokakta enteresan bir grubun yürüyüşüne denk geldik. Her biri değişik periyotlarda değişik bir hareket yapıyor. Örneğin 5 dakikada bir çocukla adam tahtta yer değiştiriyor, elinde makasla dönen birisi arada beyaz saçlılardan bir tutam kesiyor, adeta bir tören hatta bir ayin yapıyorlar.
Büyülenmiş gibi peşlerine takıldık. Anlamsız şekilde tekrarlanıyor aynı hareketler ama bir sonu olmalı. İyinin sembolü beyaz giyinmişlerdi ama sıradışılıkları ürkütücü. Çalan müzik eklenince nedense eğlence olması gereken yerde korku hissediliyor. Belki nerede biteceğinin bilinmezliği, belki de ucunda bir eğlence olması ihtimali grup’dan ayrılmamızı engelliyor. Aslında bunları düşünecek halde de değiliz, ortada sadece büyü var galiba.
Bizi kendimize kalabalık arasında kendisine yol açmaya çalışan normal giyimli birisi getirdi. “hey aptallar, yolu açın” diye bağırdı normal giyimli adam. İlk sözleri kalabalıkta yeterli etkiyi bırakmamış olmalı ki, elindeki sopayı sallayarak, kulakta pek de dinsel tını bırakmayan Hollandaca bir şeyler bağırdı. Kalabalıktan bir anda “oooo” sesi yükseldi. Yanımdakine ne dediğini sordum, “hepiniz kanser olasınız, hastaneye yatasınız” demiş.
Aslında elindeki sopa ile kortejin aksesuarlarını parçalamaya başlamasa, onun da oyunun bir parçası olduğunu düşünmüş, ona “deccal” adını vermiştim. Sopası ile insanlara vurmaya başlayınca, Avrupa’da ilk kez bir şiddet olayına tanık olmakta olduğumu anladım. Deccal bizi kendimize getirdi, yürüyüş grubunda bir miktar olan sanal korku hali, gerçeğe dönmüş büyü dağılmıştı.
Herkes kendini koruma refleksi ile sokak aralarına kaçışırken, kızım elimden çekerek beni uzaklaştırmaya çalışıyordu. Ben ise suç mahalline bu kadar yakın olmanın heyecanı ile deccal’ın yanında koşuyor ve artık canlı, cansız ayırmadan uyguladığı şiddetini cep telefonumla kameraya alıyordum. Deccal kalabalığı yarmış peşinde darmadağın bir sokak bırakırken artık kaçmaya başlamıştı ve adeta sadece onunla, kameraya çekmeye devam eden ben kalmıştık yan yana. Topu topu bir iki dakika geçmişti. Köşede bırakmaya karar verdim çünkü beni farkettiğini anladım.
Tam o sırada hiç ummadığım bir şey oldu. Köşeden fırlayan bir polis bizim hiç de alışık olmadığımız şekilde adamı bir iki hamlede yere yatırarak eline kelepçeleri taktı. Silaha, coplara pek de gerek yoktu anlaşılan. Aslında tuhaf olan polisin direkt olarak adamın üzerine atlaması idi. Pekala ben de olabilirdim suçlu. Sanki polis yukarıdan izlemiş bütün olanı biteni biliyor gibiydi.
Benim kameraya çekmeye devam ettiğimi görünce polis daha da enteresan bir şey yaptı ve adamın yüzünü şapkası ile örttü.
O sırada kızım “ne yapıyorlar böyle saçma sapan, niye izliyoruz bunları, ne işimiz var burada?” gibi sorularla yanıma gelmişti, aslında bir cevap beklemediğini “uzaklaşalım buradan” demek istediğini anlamıştım. Çağrısına uyarken gene de cevap verme gereği duydum : “saçma veya değil amaç izletmekse yarım saattir peşlerindeyiz ve izliyoruz” sonraki cümlemi belki de duyamayacağı kadar kısık sesle söyledim:
Galiba şu sokakta Dinler tarihini gördük.
Yazıları posta kutunda oku