Diyanet’in Kara Cuması ve İrtica Üssü Camiler!

Ancak vaazlar ve hutbeler problemlidir. Gelin görün ki; bu problemin kaynağı bizim imam değil, bizatihi Diyanet'tir. Son bir yıldır göremiyorum; önceki yıllarda bir de vaizimiz vardı bizim. Doğu şivesiyle konuşuyordu. Mesela Namaz'a "Nemaz" derdi. Her vaazında namazı konu edinirdi. Konu farklı olsa bile, dönüp dolaşıp sözü yine namaza getiriyordu. Bizi kurtaracak tek şeyin namaz olduğunu söylüyordu sürekli olarak. - cuma
Allah şahittir ki; oturduğum mahalledeki caminin harika bir imamı var. Harika Kur’an okuyor. Namazla niyazla alakası olmayan ve sadece müziksever birisi bile gelip dinleyebilir onun Kur’an okumasını. Duyduğuma göre; zaman zaman Ankara İlahiyat Fakültesi’nde ders de veriyormuş Kur’an okuma üzerine. Kendisinden duymadım ama uluslararası Kur’an okuma yarışmasında derecesi olduğunu da söylemişti bir komşumuz. Özetle; cumaya gelen kadınların çıkardığı gürültü, her hafta toplanan yardımlar ve kapıdaki dilenciler dışında bizim camide Kur’an okuma ve namaz kılma bakımından problem bulunmuyor.

Ancak vaazlar ve hutbeler problemlidir. Gelin görün ki; bu problemin kaynağı bizim imam değil, bizatihi Diyanet’tir. Son bir yıldır göremiyorum; önceki yıllarda bir de vaizimiz vardı bizim. Doğu şivesiyle konuşuyordu. Mesela Namaz’a “Nemaz” derdi. Her vaazında namazı konu edinirdi. Konu farklı olsa bile, dönüp dolaşıp sözü yine namaza getiriyordu. Bizi kurtaracak tek şeyin namaz olduğunu söylüyordu sürekli olarak.

Bir gün dedim ki adama: “Hocam iyi güzel de, bu ülkenin tek sorunu namaz mı? Dağ gibi sorunumuz var; kadın cinayetleri, uyuşturucu belası, hırsızlık, yolsuzluk, hortumculuk, rüşvet, iltimas, zimmet, adam öldürmeler, terör, bölücülük, düşünceye pranga vs. almış başını gidiyor. Hastanelerin psikiyatri servisleri hastalarla dolup taşıyor, antidepresan ilaçlarının tüketiminde patlama yaşanıyor. Ahlaksızlık diz boyu. Boşanmalar neredeyse evlenmelere yaklaştı. Siz bunlara hiç değinmiyorsunuz. Varsa yoksa namaz. Oysa namaz bile, huzurlu ortamlarda kılınırsa namaz olur. Bakın neredeyse ülkemiz bölünmek üzere ve mazallah hürriyetimiz bile tehlikede. Din ise ancak özgür insanlar için hüküm ifade eder. Lütfen insanları namazla uyuşturmayı bırakın, aksine uyarın insanları. Bakın devlet ve millet size bu kürsüleri tahsis etmiş, kıymetini bilin ve buraları boşuna işgal ve israf etmeyin…”

Hatta Cuma gününe isabet eden bir Çanakkale Zaferi Haftası’nda, Ankara Pursaklar İmam-Hatip Lisesi’nden bir grup öğrenci getirmişler, sözüm ona o günkü asker kıyafetleri giydirerek cuma vakti camide tiyatro oynattıklarını gördüm. Öyle bir oyun ki; Atatürk’ten hiç bahsedilmiyor. Çocukların kıyafetleri ise Çanakkale’deki kıyafete değil, Barzani’nin Peşmergelerini andırıyor. Vaizi ve İmamı tekrar uyardım bu konuda.

Vaizin durumunu, bir önceki Kurban Bayramı’nda birlikte kurban kestiğimiz bir önceki Ankara il Müftüsüne de anlattım. Bu sebeple midir ilinmez, bahsettiğim vaiz yaklaşık bir yıldır yok ortalarda. Bu sebeple vaazları da harika Kur’an okuyan imamımız veriyor becerebildiği ölçüde ve bilgisi oranında. Ancak mesleği vaizlik olan hoca efendiden yine de çok daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Fakat anlattığı konular oldukça problemli ve bilim dışı şeyler oluyor bazen. Mesela Mevlid kandili öncesine isabet eden geçen haftaki vaazının konusu Peygamber’in doğumu idi ve hoca efendi, Süleyman Çelebi’nin mevlidinde akıl dışı ifadelerle anlattığı olayları tarihi bilgi olarak aktardı cemaate.

Efendim, Hz. Peygamber doğunca Save gölü kurumuş, Kisra’nın sarayındaki sütunlar devrilmiş, binlerce yıldır yanan Mecusi ateşi sönmüş, Âmine’nin doğumunu melekler yaptırmış, bir Yahudi Alimi ise doğan çocuğu incelemeye gelmiş ve kürek kemikleri arasındaki beni (Nübüvvet Mührü) görünce onun beklenen son peygamber olduğunu anlayıp, peygamberliğin İsrailoğulları’ndan alınıp Araplara verildiğini görerek üzülmüş!

Oysa bunların hemen tamamı uydurma ve hurafe türü rivayetlerdir. Cemaatin içinde çıkıp bunlara itiraz etsem, hem hoca efendi bozulacak, hem de cemaat beni kâfir ilan edecek, iyi biliyorum. Onun için sustum.

Tıpkı bir zamanlar, Hz. Ali’yi övme pahasına, onu mezardaki ölülerle, atı olan Düldül’ü ise Hz. Peygamber’le konuşturan vaizin karşısında sustuğum gibi. Sıkıysan konuş; adamı linç eder cemaat!

Geç gittiğim için dünkü cuma vaazının konusunu bilemiyorum ancak bizim imam, vaazının sonunda insanların neden farklı tenlerde ve renklerde yaratıldığına değindi ve bunun sebebini “Allah, Ademin çamurunu sadece bir yerden değil, dünyanın her tarafından bir parça toprak alarak kardığı için, insanlar farklı farklı renklerde yaratılmıştır!” bilimsel tespitiyle açıkladı.

Tabi ben yine sustum. İmama, neden Afrika’daki muz ile Güney Amerika ve Türkiye’de yetişen muzların sarı, dünyanın her yerinde yetişen domateslerin ise neden kırmızı olduğunu soramadım. Elbette Allah’ın kudretinin tek bir yerden toprak alsa bile, farklı renklerde insanlar yaratmaya yeteceğini de söyleyemedim. Neme lazım, şimdi bir ton dayak yeriz cemaatten!

Oysa hoca, böyle saçma sapan bir sebep göstereceğine, hadiseyi Allah’ın güç ve kudretiyle açıklasaydı, sanırım çok daha doğru yapardı. Çünkü Kur’an’da öyle diyor işin sahibi olan O Yüce Varlık: “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.”(1)

Kara Cuma ve Diyanet’in Magazinleşen Hutbeleri

Hz. Ademin, dünyanın çeşitli bölgelerinden alınan toprakla karılan çamurdan yaratıldığını öğrendikten sonra sıra geldi hutbeyi dinlemeye. Diyanet’in dünkü hutbesinde Cuma gününün fazileti anlatıldı, arkasından da batıda, özellikle Amerika’da alış veriş çılgınlığının yaşandığı “Black Friday”, yani “Kara Cuma” konu edilerek, bunun İslami değerlere bir saldırı olduğu anlatıldı ve şöyle denildi:

“Son zamanlarda sıkça duyduğumuz ‘Kara Cuma’ ifadesi, müminler olarak hepimizi rahatsız etti. Zira bizim inancımızda bütün günler Allah’ındır. Her günün sabahı, aydınlık bir geleceğe uyanıştır. Bir inancın sembolünü hedef alan ve mensuplarını yok sayan böylesi saygısız ifade ve yaklaşımların bizim geleneğimizde yeri yoktur. Bir dinin kutsalının çılgınca ve sınırsızca bir tüketim anlayışına alet edilmesi asla kabul edilemez bir durumdur…”(2)

Oysa bize göre; böyle bir şeyin olması, yani sırf Müslümanların sembolü olan Cuma gününü itibarsızlaştırmak için batıda böyle bir gün ihdas edildiğini düşünmek, akıllara ziyan bir hadisedir. Diyanet, bazı gerici çevrelerden ve uydurulmuş dine inanan yapay din taraftarlarından gelen tazyik ve telkinlerle kendisine fuzuli iş arıyor anlaşılan. İyi o zaman, biz de Hıristiyanların kutsal günü olan pazarı “Kara Pazar” veya Yahudilerin kutsal günü Cumartesini “Kara Cumartesi” yapalım olsun bitsin efendiler! Kana kan; intikam! Düşünüyorum da; eğer bugünlerde ABD ile ilişkilerimizde gerginlik yaşamasaydık, böyle bir konu hiç gündeme gelir miydi? Hiç sanmıyorum. Yani, Diyanet dünkü hutbesiyle, dine siyaseti de karıştırmış bulunuyor. Başka bir deyişle; Diyanet, dine siyaset bulaştırmıştır dün. Hem de uluslararası siyaset türünden bir siyasettir bu!

Bilindiği gibi, her dinin, her kültürün kendine göre özel veya kutsal günleri vardır. Hiçbir kültür, kendisi için seçeceği bu özel günler için, başka kültürleri düşünmek ve hesaba katmak zorunda değildir. Biz nasıl ki; zaferlerimizi sevinç içinde kutlarken, bu zaferlerin aynı zamanda başkaları için yenilgi ve dolayısıyla üzüntü günü olduğunu düşünmüyorsak, onlar da bizi düşünmek zorunda değildirler. Bu sebeple Diyanet, kendi kendisine gelin güvey oluyor, kendisine göre yapay ayrışma ve düşmanlık noktaları yaratıyor ve bir miktar Donkişotluk ediyor sadece. Ülkemiz, zaten uzun zamandır içine kapandıkça kapanıyor, medeni dünyadan gittikçe uzaklaşıp, soyutlanıyor; Diyanet ise buna ivme kazandıracak ve bu işe altyapı oluşturacak noktalar bulma arayışına girmiş bulunuyor. Allah akıl fikir versin Müslümanlara.

Oysa adamlar Kasım Ayı’nın dördüncü perşembe gününü “Şükran Günü-Thanksgiving Day”, ondan sonraki günü de “Alış Veriş” günü ilan etmişler. Şükran Günü, tam anlamıyla dini ve mistik bir havada kutlanırken, ertesi günü ise başta alışveriş olmak üzere dünyevi işlere tahsis edilmiş. Yani bize göre; ahiret ve dünya dengesi kurulmaya çalışılmış sembolik olarak.

Prof. Dr. Güngör Uras’ın anlattığına göre; Şükran Günü’nün geçmişi 1621 yılına kadar gidiyor. 1863 yılında Başkan Abraham Lincoln, halkın Şükran Günü’nü kutlama adetini başlatmış. 1917 yılında New York eyaleti Şükran Günü’nün her yıl aynı tarihte kutlanmasını kararlaştırmış. Arkasından başka eyaletler de benzer kararlar almış. Nihayet 1941 yılında Amerikan Kongresi, Şükran Günü’nü resmi tatil günü olarak ilan etmiş.(3)

Anlaşılan, Şükran Günü’nün tarihi seyri, bizdeki Mevlid Kandili gibi olmuş. Hatırlanacağı gibi, 16. yüzyılda itibaren, özellikle II. Semim dönemiyle birlikte adeta resmi törenlerle kutlanmaya başlayan Mevlid Kandili (elbette diğer kandiller de), geçtiğimiz yıla kadar Mevlid 20 Nisan’a sabitlenmiş ve 1989 yılından beri Kutlu Doğum Haftası adı altında kutlanmaya başlanmıştır.

“Kara Cuma” ise, 1932’den bu yana yılbaşı alışverişleri sezonunun başlangıcı olarak kabul ediliyor. “Kara Cuma” yani “Black Friday” tabiri, ilk olarak Amerika’da bir yerel gazete tarafından olmak üzere; alışveriş çılgınlığında yaşanan izdihamları anlatmak için 1961 yılında kullanılmıştır. Yani ideolojik bir anlamı, hele hele Müslümanları hedef alan hiçbir tarafı yoktur. Sadece o gün yaşananları daha iyi anlatmak, daha iyi yansıtmak için yapılan bir nitelendirmeden, toplumsal ve ekonomik bir hadiseyi betimlemek için vasıflandırmadan ibarettir.

Anlaşılan dün, müstehcendir diyerek askerin söylediği türküye ve metindeki “Tanrı” kelimesini bahane ederek yaptığı yemek duasına dil uzatanlar, bugün de elin gâvurunun “Kara Cuma” uygulamasına takmışlar kafayı. Diyanet de bunun etkisinde kalmış ve kendine buradan pay çıkartarak patlatmış hutbeyi! Ülkenin onca sorunu varken; içeride ve dışarıda olmak üzere ülkemiz ve milletimiz üzerinde yoğun baskılar kurulmuşken Diyanet nelerle uğraşıyor böyle? “Sevgililer Günü” ve “Yılbaşı” ile uğraşmaları yetmedi, şimdi de elin gâvurunun “Black Friday”ına taktı Diyanet!

Bu ülkede, din iman, namus, ahlak diyerek son 10 ayda tam 338 kadın katledilmiş, uyuşturucu kullanma yaşı 10’a inmiş, siyasi maksatlarla hareket eden belediyeler de olmasa insanlarımız açlıktan ölecek; Diyanet nelerle uğraşıyor. Cuma kutsal günmüş, Müslümanların bayramıymış öyle mi? Evet Cuma günleri bayramdır; ancak bu bayram, cemaat için değil Diyanet için bayramdır. Çünkü bayramlar, kandiller, Ramazan günleri, Diyanet’in Müslümanları adeta haraca kesme günleridir. Geçtiğimiz cuma, Türkiye Diyanet Vakfı’nın yurtdışından getirdiği yabancı uyruklu öğrenciler, adı geçen kurumun verdiği burslar ve işlettiği yurtlar için yardım topladı Diyanet, dün de Tohumlar Köyü Yatılı Kur’an Kursu için. Hemen her hafta yardım toplayan Diyanet için kesinlikle bir bayramdır Cuma günleri; Para Bayramı!

Oysa camilerde son derece dikkatli olmak, irtica, fitne, nifak ve düşmanlık tohumları saçmaktan uzak durmak gerekiyor. Gerek Müslüman olsun, gerek gayrimüslim, başkaları kötülenmemeli ve hedef gösterilmemelidir buralarda. Hele hele bu iş, maaşını devletin verdiği imamlar eliyle ve Diyanet’in yönetimindeki camilerde asla yapılmamalıdır. Unutmayın ki; El-Kaide, Taliban ve DAEŞ gibi terör örgütleri de cami kaynaklıdır ve camilerde üstlenmişlerdir. Zihinsel dolgu maddeleri camilerde üretilmiştir bu adamların. Ebu Bekir El-Bağdadi, cami kürsü ve minberlerinden seslenmektedir militanlarına. Lütfen camilerimize sahip çıkalım; buraları aklın, mantığın egemen olduğu dinin tebliğinin yapıldığı mekânlar yapalım efendiler. Buraları, akıl dışı, mantık dışı, bilim dışı çürük bilgilerin neşvünema bulduğu yerler olmaktan hızla çıkaralım. Hangi çağda yaşıyoruz bre…

02.12.2017/Ömer Sağlam

______
1- Kur’an-ı Kerim, Rûm Suresi, 30/22.
2-
3-


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir