İngiliz yardım kuruluşu Oxfam 2017 verilerine göre dünyanın en zengin sekiz kişisi;
Bill Gates, Jeff Bezos, Warren Buffett, Amancio Ortega, Carlos Slim Helu, Mark Zuckerberg, Lary Ellison ve Michael Bloomberg’in serveti;
Dünyanın yarısını oluşturan 3.6 milyar nüfusun servetine eşittir.
Sadece üç zengin Amerikalı Jeff Bezos: Bill Gates: Warren Buffett’in 264 milyar doları aşan serveti;
ABD nufusunda 160 milyon insanın sahip olduğu varlıktan daha fazlasıdır…
*
Bu özet, ABD’nin nasıl “kalıtsal bir servet ve güçün aristokrasisine” ait ülke olduğunu göstermeye yetiyor.
Benzeri görülmemiş zenginliğin yoğunlaşması uluslararası bir olgudur.
Bu gerçeğin çıkarımı ise sosyal eşitsizlik patlamasının tesadüfî bir süreç olmayışıdır…
*
Bakınız, servet bu kadar az insanda toplanır ve geniş kesimlerin gelir ve serveti düşmeye başlarsa ekonomiler tıkanıyor.
Yeteri kadar tüketilmiyor, üretim artmıyor, ekonomiler büyümüyor.
Toplum bu kez borçlanmaya teşvik ediliyor.
Ama bankaların kredi olarak dağıttıkları para o çok zenginlere aittir.
Onlar ise servetlerinin büyük bölümünü finansal varlıklara yatırır, hem faiz geliri hem de borsa getirisi sağlarlar.
Sonra yasal olarak faaliyet gösteren vergi cennetlerinde vergi ödemekten kaçarlar.
Üstelik vergiden kaçırdıkları paraları kamu hazinelerine borç verir ve devletten faiz geliri alırlar…
*
Halbuki vergi adalet sağlansa hem kamu bütçeleri daha az açık verir hem de hazineler daha az borçlanma zorunda kalırlar…
*
Bu yüzden bugün dünyada “Sosyal eşitsizlik patlaması” yaşanıyor.
Bunun önüne geçmek için IMF’den yatırım bankalarına, üniversitelerden siyasi partilere kadar çeşitli çevreler tartışıyor.
Ortak servet vergisinden gelir dağılımındaki adaletsizliğe ve vergi cennetlerinin yasaklanmasına kadar çok başlıkta çalışmalar sürüyor.
*
IMF ve Dünya Bankası, ekonomileri yeniden örgütlüyor, denetliyor, işleyişini organize ediyor.
Ülkelerin korumacılık önlemlerinde yüklerin eşdeğer dağıtılmasına yönelik ortaklıklar sağlanıyor.
Beher ülkede mali politikaların eşdeğer ağırlıkta uygulanması ve yönetimi öngörülüyor.
Harcamaların katma değer sağlayacak, üretim ve istihdamı geliştirici harcama teknikleri sağlanarak talep daralmasının önüne geçilmeye çalışılıyor.
Tüm banka ve mali kuruluşlar denetim altındadır.
Bir ölçüden sonra kara paranın neden olduğu atıl para ve yolsuzluk oluşturan yoz siyasetle ortak mücadele kararları alınıyor…
*
Bu noktada ABD; güçlü bir merkezi hükümetin buyruğunda “Zengin azınlığı çoğunluktan korumak ilkesi üzerine kurulmuştur” temelindeki anayasasından yükseliyor.
Zenginler monarşiden kaçınmak için birbirini dengeleyen üç ayrı yönetim alanı yasama, yürütme ve yargı oluşturmuş;
Bu alanları özel mülkiyet, özel sözleşmeler ve bilumum çıkarlarında mütemadiyen kendilerini koruyan ve nesilden nesile geçen hizmekârlarıyla doldurmuşlardır.
Modern zamanda bunların sömürüsü ulus devletin ötesinde dizayn ediliyor, karşıtların eşitlik mücadelesi de emperyal demokrasi sürecini oluşturuyor.
*
Nitekim Başkan D.Trump, ABD’de kanunları zenginler lehine değiştirirken, bedelini diğer ülkelerden çıkarmaya yönelik bir ekonomik politika yürütüyor
Seçmenler dikkat ve enerjilerini mahkemelere yöneltme konusunda derin bir motivasyona sahip olmadıkları için,
ABD’de Federal Yargı her iki siyasi parti için kritik politikalar oluşturucu, kaçınılmaz siyasal kurumlar olarak siyasetin merkez sahnesindedir.
Şimdilerde Başkan D.Trump çok yoğun Federal yargı tayin politikası izliyor…
*
Türkiye’de ise zenginler ve muktedirler halka karşı kör ve sağır bir tavırla bildikleri yolu izlerken,
Bir zaman önce ABD’nin Türkiye ve İslam ülkelerinde besleyip yetiştirdiği, İslamcılığın demokrasiye aykırı olmadığı önyargısında Tayyip Erdoğan ve arkadaşları,
Türkiye’de iktidar edildiklerinden kısa süre sonra;
*
Küresel zenginliğin başlıca hammaddesi ve ürünü olan “Bilgi”nin yaratılması ve sermaye hareketlerine cazibe oluşturması anlamında “İletişim”i anlamaktan çok uzak oldukları,
Çünkü Batı’nın aydınlama yöntemlerini tersledikleri için dinamik bir toplumsal yapının inşa edilmesi yerine nifakçı, ikiyüzlü ve takiyyeci karakterlerinin üzerinden gelişen,
Ekonomik ve siyasal yönetim anlayışlarıyla bireysel ve toplumsal hafızayı zayıflatmak suretiyle tuhaf ve rahatsız edici sosyo-kültürel yapılar kurdukları keşfedilmiştir.
*
Bu kadar da değil! Bu lider ve kadroların analiz edildiğinde;
1- İslamcı siyaset ile Türkiye’den İslam coğrafyasında siyasi ve ekonomik durumda istikrar ve büyüme için gereken çok yüksek maliyetin tedarikinde stratejilerinin eksikleri nedeniyle kilit sorunları asla çözemeyeceklerine ikna olunmuştur.
2- Bunların İslam Birliği felsefesinde ayrı-gayrıları olmayan hizmetkârlar olduğu ve kitlelerini Batı tipi düzenin gayri İslami bir istibdat düzeni olduğuna azmettirdikleri ve İslami radikalizmi ürettikleri görülmüştür.
3- Bu lider ve kadroların oluşturduğu dinamiklerin İsrail’in bölgedeki izolasyonunu büyüttüğü, kapsamlı bir Ortadoğu barışının fiilen beklemede kalmasına neden olduğu farkedilmiştir.
4- Neticede ABD, Suriye’deki iç savaşın Ortadoğu’nun parçalanmasında son perde olacağını görmüş,
Bölgeyi bir arada tutma, hoşgörü, özgürlük ve demokratik istikrar temelinde yeniden inşa etmek fırsatını; Rusya’nın hem bölgede hem de küresel bazda artan gücüyle bir birliktelik ortaya çıkararak sağlamanın faydasına inanmıştır.
IŞİD İslamcı terör örgütü yenilmiş, ABD şimdilerde İslamcı Cihad ideolojisinin kökten yıkılarak tasfiye edilmesi için harekete geçmiş bulunuyor.
*
Bu lider ve kadroların devlet adına yaptıkları her bir işe racon kestikleri,
Kestiklerinin bir kısmını kendilerine, bir kısmını partili kitlelerine, bir kısmını da radikal terör örgütlerine pay ettikleri belgeleriyle anlaşılmıştır.
Ama Türkiye’nin zenginlerinden başka siyasetçilerinin de ziyadesiyle deneyime rağmen bir gün bu icraatlarının halkın yüzüne tokat gibi çarpabileceği düşünmemişlerdir.
*
İşte, 2010’da J.Assange’in WikiLeaks organizasyonu Türkiye belgelerinde;
O günün İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu’nun eroin ticaretine karışması, genç kızlara düşkünlüğü, oğlunun mafya üyeliği,
Dış Ticaret ve Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’in her türlü rüşvete açıklığı,
Başbakan Erdoğan’ın İsviçre’de 8 ayrı hesabı, petrol işlerini özelleştirirken kendine de pay ayırması,
İran’a baskı yaparak boru hattı projesine arkadaşının şirketini ortak etmesi,
AKP’nin ulusal, bölgesel ve yerel seviyede yoğun çıkar çatışmaları ve ciddi yolsuzluklar içinde olması gibi çok ağır ithamlar çarçabuk örtbas edilmiştir.
*
2016’da bu kez dünyanın önde gelen off-shore hizmetleri firması Mossack Fonseca’ya ait belgeler sızmış,
Panama Belgelerinde Türkiye’den zengin ve muktedir 500 kişinin servetini gizlemek için çevirdiği dolaplar ortaya çıkmıştır.
Doğan, Sabancı, Zorlu, Çarmıklı, Hattat, Altınbaş aileleri ve Serdar Bilgili, Tuncay Özilhan gibi isimlerin,
Panama’da offshore şirketlere sahip oldukları ya da bu şirketlerde payları olduğu ortaya saçılmış; halk kesimleri adına hiç bir sonuç çıkmamıştır.
*
2017’de ParadisePapers sızıntısı Malta’da Başbakan Binali Yıldırım’ın;
Mahdumlarının 5, dayısının 2, yeğeninin 4 offshore şirketi orduğunu ortaya çıkarmış,
Ama TBMM’de araştırma açılması teklifi AKP tarafından reddedilmiştir.
*
Nihayet Salı günü, CHP Genel Başkanı K.Kılıçdaroğlu, AKP Genel Başkanı R.T.Erdoğan ile yaşadığı ” yurt dışına yüklü para transferi polemiği “ne ait belgeleri açıklamış,
Tayyip Erdoğan’ın ailesinin Man Adası’nda kurulu bir şirkete para transfer ettiğini iddia etmiştir.
*
Şimdi başta Erdoğan olmak üzere AKP korosu müthiş bir yalanlama kampanyası sürdürüyor.
Bu noktada Erdoğan’ın uluslararası sıkışmışlığıyla devlet için taşınamaz bir yük oluşuyla birlikte, bulunduğu mevkii terk edeceğini düşünmek abestir.
Çünkü Erdoğan için geri dönüş yoktur.
O atacağı en küçük bir geri adımın dahi bir zaaf olacağını, bu durumun ise sonu olacağını herkesten daha çok biliyor.
Bulunduğu yerde kalmak için herşeyi yapmaya hazırdır.
Tıpkı pimi çekili bir el bombasına benziyor…
*
Ancak ABD/ New York Güney Boges Mahkemesi’nde, bizzat R.T.Erdoğan’ın onayı ve birçok bakanın resmi desteği ile İran’a uygulanan ambargoyu,
Petrol karşılığı altın ticareti sistemi ile deldiği iddia edilen Rıza Sarraf’ın tanık olarak dinlendiği davada,
Halk Bankası eski Genel Müdür Yardımcısı H.Atilla şahsında Türkiye ya da Türk Halkı değil,
İslami Cihad ideolojisi ve Müslüman Kardeşler Örgütü hamisi Recep Tayyip Erdoğan yargılanıyor…
2.12.2017
Bir yanıt yazın