Koç Üniversitesi’nin Rahmi M. Koç Bilim Madalyası bu yıl ekonomik büyüme ve kalkınma, çalışma ekonomisi ve siyasi ekonomiye katkılarından dolayı Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) profesörlerinden İstanbul doğumlu Ermeni kökenli Prof. Dr. Daron Acemoğlu’na verilmiştir. 2015 Nobel Ekonomi ödülü sahibi Angus Deaton Acemoğlu için “Tarihi modelleyecek kadar matematiği de iyi biliyor” demiştir.
Törende konuşan Koç Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı ve Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç Acemoğlu’nu kutlamıştır: “Bundan sonraki çalışmalarında da büyük başarılarla adından söz ettireceğine yürekten inanıyorum.” Koç konuşmasında Acemoğlu’nu “Müreffeh ve aydınlık bir dünyanın oluşumuna önemli katkıda bulunmuş bir bilim insanı” olarak tanımlamıştır. Ödülünü Rahmi Koç’un elinden alan Acemoğlu ise şu değerlendirmede bulunmuştur: “Bu madalyanın benim için büyük anlamı var. Çünkü Koç Üniversitesi Türkiye’nin dünya akademik bilimine açılan en önemli pencerelerinden biri.”
Üzerinde çalıştığı iki konuyu da şöyle açıklamıştır: “Bunlardan birincisi kurumsal yapıların gelişimi ve bunun refaha, büyümeye etkisi. İkincisi teknolojinin ekonomi üzerindeki etkisi. Otomasyonun ne zaman üretkenliği, ne zaman ücretleri arttırdığını, iş gücüne etkisini anlamaya çalışıyorum. Aynı şekilde teknolojinin daha verimli kullanılması için kurumların, eğitim sisteminin ve başka faktörlerin nasıl değişmesi gerektiğini de araştırıyorum.”
Ödülün ilki geçen yıl Rahmi Koç Müzesi’nde düzenlenen törenle Popular Science’ın dünyanın en parlak 10 bilim insanı arasında gösterdiği Kaliforniya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aydoğan Özcan’a verilmişti. Koç Bilim Madalyası, Türkiye’nin yetiştirdiği, yurt içinde ya da dışında evrensel bilgi birikimine katkıda bulunmuş, 50 yaşını aşmamış fen, mühendislik, tıp, ekonomi, sosyal bilimler, hukuk alanlarında evrensel bilime katkıda bunan bilim insanlarına, Vehbi Koç Ödülü ise eğitim, sağlık, kültür alanlarından herhangi birinde, Türkiye’nin ve Türk insanının gelişimine önemli katkıda bulunmuş kişi veya kurumlara verilmektedir.
Ödülü aldıktan sonra Hürriyet’ten Gila Benmayor’a konuşan Acemoğlu, ABD’nin Trump yönetimiyle tarihinin en büyük krizini yaşadığını belirterek, otoriter rejimler güçlendiği için dünyanın karanlık bir dönemden geçtiğini açıklamıştır: “Son 20 yıldır gördüğümüz hızlı küreselleşme ve teknolojik gelişme herkese fayda getirmedi.” Türkiye’nin sağlıklı büyümediğine işaret ederek şu değerlendirmede bulunmuştur: “Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması tehlikeli. Zira potansiyelini geliştirmesi için sürekli teknolojik olarak yenilenmesi gerekiyor. Gelişmiş teknoloji ve Ar-Ge Batı’da. Türkiye’deki Ar-Ge Batı’dan beslenecek. Ar-Ge’yi birebir alsın demiyorum. Kendi ihtiyacı doğrultusunda Batı’dan Ar-Ge’yi alıp geliştirecek. Bunun için Batı ile sürekli bir alışveriş gerekli.” (Hürriyet, 24.11.2017)
Acemoğlu’nun “Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması tehlikeli” açıklamasına ben de katılıyorum. NATO ve Avrupa Birliği karşıtı söylemlerin arttığı, Türkiye’nin Avrasya Gümrük Birliği ile Şanghay İşbirliği Kuruluşu’na (Şanghay Beşlisi) girme teşebbüslerinin gündemde olduğu bir dönemde bu tespit çok doğrudur. Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923 tarihinde Fransız yazar Maurice Pernot’ya verdiği demeçte tercihini yapmıştır: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batıya yönelmemiş millet hangisidir?”
Acemoğlu, Perakende Günleri için geldiği İstanbul’da 26 Kasım 2016 tarihinde Çınar Oskay ile uzun bir söyleşi yapmıştır. O tarihteki görüşleri günümüze de ışık tuttuğu için söyleşiyi hatırlamakta yarar vardır. Çünkü, hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. )
Soru: Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile üyelik müzakerelerini geçici olarak dondurma kararını nasıl karşıladınız?
Cevap: “Avrupa Birliği, Türkiye’nin kurumları için önemli bir çapadır. Bu çapayı elimizden kaçırmak üzereydik. Şimdi tamamen kaçırdık. Türkiye için iyi bir sonuç olmadı. Ayrımın büyümesi, hem ekonomik hem siyasi anlamda çok kötü.”
Soru: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Parlamentosu’na ‘Daha ileri giderseniz sınır kapıları da açılır, bunu da öyle bilesiniz’ dedi.
Cevap: “İlişkilerimiz düzgün bir iletişim yerine yaygara koptuğu için bozuluyor. Ben baştan beri bu kısasa kısas yaklaşımını sağlıksız buluyorum. Biz Avrupa’yla onların kapı bekçisi olarak değil, temel demokratik ve insan hakları değerlerinde anlaştığımız için ilişki içinde olmalıyız.”
Soru: Türkiye iyi kötü 60-70 senedir Batı ittifakının parçası. Cumhuriyet’in yönü Batı’ydı. Şimdi Avrupa Birliği’ne, hatta NATO’ya alternatif olarak Şanghay Beşlisi işaret ediliyor. Bunu ekonomik ve siyasi açıdan nasıl okuyorsunuz?
Cevap: “Çok kötü okuyorum. Türkiye’nin Batı’yla ilişkisi hiçbir zaman sorunsuz değildi. Bir adım geri, bir adım ileri gidiyordu. Avrupa’yla yakınlaştığımız dönemler hep iyi netice verdi.”
Soru: 2000’lerin başındaki AB süreci, demokrasimizi hiç olmadığı kadar güçlendirdi. Askerin etkisini ortadan kaldırdık, insan haklarını tanımaya başladık, yargı kurumları devletten ayrıştı, Kürtlerin dillerini kullanmasına izin verildi, sadece siyaset sanmayın, enflasyon kontrol edilir hale geldi, bütçe düzeldi. Nasıl oldu bu?
Cevap: “1970 ve 80’lerde bakanlar, parayı istedikleri gibi harcama yetkisine sahipti. Dünya Bankası’nın denetimi altındaki vergi ve bütçe politikası bunu dengeledi. Sermaye Piyasası Kurulu, Merkez Bankası gibi bağımsız kurumlar güçlendi. İhale Kanunu değişti, şeffaflık getirildi. Bunun meyvelerini gördük. Türkiye yüzde 6 büyüdü. Bunun yüzde 3’ü verimlilik artışıydı. Yani teknolojiyi iyileştirmeye, kaliteli büyümeye yönelikti. Ekonomi, holdinglerin yerine daha geniş bir tabanın üzerine yayıldı. Anadolu Kaplanları ortaya çıktı. Eşitsizlik azaldı. Eğitimde, sağlıkta müthiş patlama oldu. Şimdi durum tam tersi.”
Soru: Bu pozitif süreç Kemal Derviş’in mi başarısıydı, AK Parti’nin mi?
Cevap: “Kemal Derviş başlattı ama AKP de ilk başta çok iyi devam ettirdi. Ama şimdi geriye bakıyoruz, kalplerini koymamışlar… İhale Kanunu’na bakıyorsunuz, 2006’dan önce bile hemen istisnalar başlamış. AKP Kemal Derviş’in yapmadığı şeyler yaptı, hakkını vermek lazım. Eğitim tabanını geliştirdi, genişletti. PISA testinde (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) Türkiye’den öğrencilerin notları çok düşük olur. Bu dönemde fakir bölgelerde notlar ciddi şekilde arttı.”
Soru: Sonra neden bozuldu işler?
Cevap: “AKP 2002’de iktidara geldiğinde zayıftı. Kendini AB sürecine bağladı. Bu süreç doğru yönde gitmesini sağladı. İkinci kez iktidar olduğunda ise ülkedeki diğer sağ partiler tamamen yok oldu. Güçlenince Avrupa’dan uzaklaşmaya başladı. Ali Babacan 2002’de, ‘Bağımsız kurumlar çok önemli’ diyordu; 2006’dan sonraysa ‘önemli değil’ Avrupa’dan tamamen koptuk. Dünya Bankası’nın getirdiği fonları iyice terslediler. Yargı bağımsızlığı Gülen’in sızmasıyla azaldı. Bunlar ekonomiye hemen yansıdı. Yüksek kaliteli büyümeden düşük kaliteli büyümeye geçtik. Şu anda büyüme yüzde 6 değil, yüzde 3. Verimlilik büyümesi negatif. İşsizlik yüzde 11. Büyüme tüketimden geliyor, tüketim de krediyle dönüyor. Devam ettirilebilir değil. Çok az vaktimiz kaldı. Bina daha çökmedi ama çökebilir, kriz olabilir.”
Soru: Ne zaman?
Cevap: “Bir-iki yıl içinde olabilir. Fazla vaktimiz yok. Trump’ın gelmesi bu süreci hızlandırır. Yabancı sermaye hâlâ geliyor. Kısa süreli geliyor, uzun yatırımlarda bulunmuyor ama cari açığımızı karşılıyoruz, borcumuzu ödeyip yeni borç alabiliyoruz. Bunu sağlayan şey, dünyadaki likidite çokluğu. Para hâlâ yatırım arıyor, gelişmekte olan ülkelere sıcak bakıyor. Türkiye’nin pozitif imajı hâlâ tükenmedi. Ama yavaş yavaş çekilmeye başlıyorlar. Dolar bu yüzden fırlıyor. Türkiye borç almakta zorlanıyor. Amerika’da faizler artarsa -ki Trump zamanında artması bekleniyor- paranın çekilmesi hızlanacak. Bu yaşanmadan kendimize çekidüzen vermemiz lazım.”
Soru: Moody’s gibi uluslararası finansal kurumlarla da sıkıntılar var. Vız gelir, tırıs gider deniliyor. Tırıs gider mi gerçekten?
Cevap: “Bunları biz iç politika için söylüyoruz. Ama uzun vadede Batı’ya ekonomimizin iyi olduğunu göstermemiz lazım. Çünkü dışardan para onların verdiği rapor sayesinde geliyor. Yani şu anda iç politikaya bağlı olarak dış politika yapıyoruz. Bu sağlıklı değil.”
Soru: AB’den kopmak AK Parti tabanının göze alabileceği bir şey mi?
Cevap: “Şu anda evet. Çünkü ekonomiye ne kadar etkisi olacağını görmüyorlar. Ticaretimiz, büyümemiz düşecektir. Ayrıca Avrupa bize yüksek kaliteli büyüme, kurumsallaşma imkânı veriyor.”
Soru: Olası bir ekonomik kriz, siyaseti nasıl etkiler? Otoriterleşmeyi artırır mı?
Cevap: “Her şey mümkün… AKP’nin tabanı çok geniş. Fakir kesimlere hizmet götürdü. Başka partiye hiçbir zaman oy vermeyecek insanlar var. Kriz AKP’yi çökertecek diye bir şey yok. Bunu hemen olası görmüyorum. Şu anda yüzde 45’in üzerinde desteği var. Bu en sert krizde bile yüzde 30’a düşer mi? Belli olmaz. 15 Temmuz sonrası özgürlüklerde azalma oldu. Basın özgürlüğündeki durum daha ne kadar devam eder, bilmiyorum.”
Soru: Basın özgürlüğünün ekonomiyle bağı var mıdır?
Cevap: “Tabii. Direkt, hemen o sene olabilecek bir şey değil ama uzun süreli gelişme için şeffaflık, açıklık, kapsayıcılık, rekabetçilik şarttır. Basın özgürlüğü olmayan yerlerde bunu sağlamak çok zor. O zaman tekelleşme, yargının bozulması, diktatörlüğün ortaya çıkma olasılığı artıyor. Sivil toplum da çok aktif değil.”
Soru: Kimsenin gıkını çıkarmadığı otoriter bir ülkede refah sağlanamaz mı?
Cevap: “Kötü bir dönem olur ama dünyanın sonu değil, ne kadar derin geçtiğine bağlı. Hiçbir dengeleyici ve huzur olmazsa o zaman vahim.”
Soru: Birçok insan yurtdışına gidiyor, bilimsel burs başvurularında patlama var. Beyin göçü riski var mı?
Cevap: “Beyin göçü belli bir düzeyde kötü bir şey değil. Gidiyorlar, sonra geri geliyorlar. Bilgiyle dönüyorlar. Bunun olumlu olduğunu gösteren araştırmalar var. Ama herkesin kaçması bambaşka bir şey.”
Soru: Boğaziçi Üniversitesi rektör atamasını izlemişsinizdir. Akademiye yönelik müdahaleleri nasıl görüyorsunuz?
Cevap: “Bir ülkenin beyni akademik sistemdir. O beynin özgür düşünmeye ihtiyacı var. Bunun için de özgürlük ve özerkliğe… Akademik kurumlar kendi kararlarını alabilsin, çatılarını kurabilsinler. 2000’lerde iki ayrı dünya vardı; tamamen YÖK’ün kontrolündeki üniversiteler ile büyük ve özel üniversiteler. Boğaziçi, Bilkent, ODTÜ, Koç, Sabancı, Bilgi… Bu üniversiteler uygulamada özerkti. Onlara çok karışmazlardı. Türkiye’deki en iyi akademik işler bu üniversitelerden gelirdi. Onları da kaybediyoruz.”
Soru: Ağustos 2015’te ‘Çözüm Süreci’nin bitmesi hem politik sistem hem ekonomi için felaket sonuçlar doğurur’ demişsiniz. Öngörünüzde haklı mı çıktınız?
Cevap: “Evet. Bugün barış olsa ekonomiye büyük katkısı olurdu. Vatandaşların bir bölümü güvende değilse, sesinin duyulduğunu hissetmiyorsa, politik sürece pozitif değil negatif olarak katılmak zorundaysa, bu o ülkenin kaynaklarını doğru kullanmadığı anlamına gelir. Gerçek demokrasi olmasını zorlaştırır.”
Soru: En büyük şirketler hala eski seküler burjuvazinin şirketleri. AK Parti kendi burjuvazisini yaratabildi mi?
Cevap: “Bir nebze, evet. En yukarda değil ama Anadolu’da alt tabaka genişledi. Anadolu’dan gelen şirketlerde, inşaat şirketlerinde patlama yaşandı. Bir bölümü Fethullah Gülen yapısının parçasıydı, bunlar kapatıldı, Koza Grubu gibi.”
Soru: Köprüler, havaalanları gibi büyük projeler -ihale yoluyla da olsa- hep aynı birkaç şirkete gidiyor. Bu normal mi?
Cevap: “Değil.”
Soru: Her iktidar kendi zenginini yaratmaz mı?
Cevap: “Devletin işi zengin yaratmak değil, kuralları koymak, fırsat eşitliği sağlamak. Sonra piyasa ekonomisi kendi zenginini çıkarır. Sorunlardan biri de bu zaten Türkiye’de.”
Soru: Şöyle demişsiniz: ‘İşadamlarımız yaratıcılığa, araştırma-geliştirmeye harcayacakları zamanın yüzde 60-70’ini politikacılarla ilişki kurmaya harcamak zorunda.’
Cevap: “Tabii. Bizde Facebook, Google gibi bir şirketin 20 yıl boyunca hükümetle ilişki kurmadan yürüdüğünü hayal edebiliyor musunuz? Gerçi Amerika’da da değişiyor bu artık. Facebook, Google da yaratıcılığını kaybediyor çünkü sürekli lobi yapmak zorunda.”
Soru: Üçüncü Köprü, Üçüncü Havalimanı gibi büyük inşaat projeleri AK Parti ekonomisinin motoru. Bu sağlıklı bir mekanizma mı?
Cevap: “Hem evet hem hayır… AKP zamanında altyapı çok iyileşti, hakkını vermek lazım. Ama biraz abartıldı. Bir tek inşaat sektörüyle ekonomi yürümez.”
Soru: Doların yükselişi, yurt dışına çıkmadıkça biraz soyut kalıyor. Sıradan bir vatandaş olarak, mesela ben ne kaybediyorum dolar yükseldikçe?
Cevap: “Yabancı sermaye artık kısa süreli borç verirken bile zorlandığı için dolar bu kadar arttı. Bu artış bizim cari açığımızı finanse etmekteki zorluklarımızı gösteriyor. Borcu karşılamaktaki sıkıntıyı gösteriyor. Doların artmasının hem negatif hem pozitif yanları var. Pozitif yanı, ihracatımız gelişebilir. Negatif yanı, elimizdeki paranın değeri azalıyor, ithal ettiğimizde daha fazla para veriyoruz. Sizi bilmem ama ülkenin borçlarının büyük bir bölümü dolar bazında.”
Soru: Türklerin ekonomik hayatımıza yansıyan antropolojik özellikleri var mı? Göçebelikten, savaşçılıktan gelen özellikler? Çalışkanlık, yırtıcılık, pratiklik gibi?
Cevap: “Girişken bir toplum… Ekonomisi kurumsallaşmamış yerde girişkenlik önemlidir. Ama insanımız kadar kurumlarımızı da tarih belirliyor. Osmanlı kurumları hâlâ hayatımızda.”
Soru: Ne gibi?
Cevap: “Tepeden ekonomi üretme Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, CHP’den sağa, oradan da AKP’ye geçti. Daha önce söylemiştim: Türkiye’ye demokrasi geldi ama liberalizm gelmedi. Her şeyi devletten bekliyoruz, çünkü devlet bizi öyle alıştırdı.”
Soru: Etik konusunda nasılız peki? Yolsuzluklara, rüşvete karşı çok tepkili değiliz sanki.
Cevap: “Evet, ama bence bu bir zihniyet değil. Medya yolsuzluğun üstüne çok daha açık şekilde gitse, yargı gitse, iki tane güçlü alternatif parti çıksa işler farklı olurdu. İnsanlar o zaman oyumuzla bu partiye ceza verelim derdi. Ama ne medya konuşuyor ne sivil toplum ne de yargı süreci çalışıyor. Daha iyi kurumsal seçenekler olursa, yaklaşımlar da değişir.”
Soru: Türkiye’ye ne sıklıkta geliyorsunuz?
Cevap: “Senede dört kez.”
Soru: Değişiklikler çarpıyor mu gözünüze?
Cevap: “Evet. Altyapı, ekonomik modernleşme 1990’ların çok ilerisinde. Şu anda çok daha gelişmiş ve açık bir toplumuz. Medyanın durumuna, otoriterleşmeye rağmen, Türkiye eskisinden daha açık. Bir kere sosyal medyadan yurtdışına açık… İnsanların hayal dünyası, ufku daha geniş. Geleceğe dair umutlanacak şeyler de var.”
Soru: Bir gün gelip Türkiye’de akademide görev almak aklınızdan geçiyor
mu hiç?
Cevap: “Şimdilik hayır.”
Soru: Neden?
Cevap: “Dediğim gibi, özerklik yok. Kaynaklar da değişik.”
Soru: Nobel alacak mısınız? Üçüncü Nobel’i sizden bekliyoruz, bilesiniz.
Cevap: “Gülümsüyor, hafifçe kızarıp yere bakıyor) Teşekkür ederim”
Soru: Dünyada popülist hareketler, liderler şaha kalktı. Nedir bu? Demokrasi çağı bitiyor mu?
Cevap: “Dünya sürekli değişim içinde. Yeni teknolojiler, işler, insan kaynakları geliyor, eskileri gidiyor. Buna hem insanların hem kurumların adapte olması lazım. 21. yüzyıldayız ama 1940’larda, 50’lerde kurulan kurumlar devam ediyor. Eğitim sisteminde, işveren-işçi ilişkilerinde, gelir dağılımı politikalarında insanlar sistemin kendilerine yanıt vermediğini gördü. Bu yavaş bir süreçti, 2007 krizinde çok hızlandı.”
Soru: Neden?
Cevap: “Hükümet bizim için kılını kıpırdatmıyor ama bankalar batınca hemen yardım ediyor dediler. Sistemin küçük insana değil, politikayla iç içe olan elitlere meyilli olduğunu görmeye başladılar.”
Soru: Doğru mu bu?
Cevap: “Sistemin insanlara yanıt vermekte yavaş davrandığı doğru. Ama finansal krizde bankaların kurtarılması gerçekten önemliydi. Belki daha iyi yapılabilirdi. Sonuçta güven azaldı, popülist figürlere ilgi büyüdü. Donald Trump gibi yeni medyayı iyi kullanan insanlar, mükemmel bir platform buldu. İngiltere’de Brexit’e oy verenler benzer insanlardı.”
Soru: Kimlerdi bu insanlar?
Cevap: “Ohio, Michigan, Pennsylvania’lılar… Eskiden sanayinin yoğun olduğu ama sonra çöken yerler… Fransa’da Ulusal Cephe, Donald Trump’tan da aşırı. Anti-semitik, II. Dünya Savaşı’ndan beri Nazizm ile iç içe bir hareket. Başkanlık seçimlerinde en yüksek oyu alacak, büyük ihtimalle ikinci turda kazanamaz ama belli de olmaz. Donald Trump da kazanamaz sanıyorduk. Trump şimdiden başladı. Bir Broadway müzikalinde müstakbel Başkan Yardımcısı’na bildiri okuyan tiyatrocuları, gazetecileri azarladı, hakaret etti. Pek hayra alamet değil.”
Soru: Popülist liderler artık demokratik kurumları açıkça hedef almaktan çekinmiyor. Trump da Amerikan demokrasisini hedef alacak mı?
Cevap: “Evet ama ne kadar başarır bilmiyorum. 10 yıl önce olsa, ‘Asla yapamaz’ derdim. Şimdi bir korku var içimde. Kurumlar kendi sınavlarını iyi vermedi. Ama yargı hâlâ bağımsız, sosyal medyayı susturmak mümkün değil, sivil toplum aktif. Zarar verir ama tüketemez. Ama tabii ki Trump çok kötü bir haber.”
Soru: Nasıl önüne geçilir?
Cevap: “Önce bu dört yılı, sivil toplumun gücü, medyanın açıklığı, California, New York gibi eyaletlerin federal hükümetten ayrı yaşayabilmeleri sayesinde aşmak lazım. Sonra -sivil toplumu iyice işin içine katarak- kapsayıcı kurumları yeniden yaratmak gerekiyor.”
Soru: Çok kapsamlı tarih araştırmaları da yaptınız. Tarihin akışına baktığımızda, insanlık geriye gider mi?
Cevap: “Tabii. Defalarca yaşandı bu. Roma’da, Venedik’te, Birinci Dünya Savaşı’nda… Sonra faşizmin gelmesiyle en az 60 yıllık geri gitme oldu. Amerika’nın, Avrupa’nın kurumsal yapısı ve seçimleri olmasaydı daha da gidebilirdik. Geri gitmek çok kolaydır.”
Soru: Dünyanın geriye gittiği, şanssız bir evrede mi yaşıyoruz biz?
Cevap: “Jenerasyon olarak doğru bir zamanda doğmadık, evet. Ama şansımızı kendimiz yaratmamız lazım. Başkasını suçlayamayız.”
Kamer Daron Acemoğlu kimdir?
Acemoğlu 3 Eylül 1967 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Ermeni kökenlidir.1986 yılında Galatasaray Lisesini bitirmiştir. Babası Kevork Acemoğlu’nu 1988’de, eğitimci ve şair annesi İrma Acemoğlu’nu da 1991’de kaybetmiştir. Lisans derecesini York Üniversitesi’nden, yüksek lisans ve doktora derecelerini London School of Economics’ten almıştır. 1993 yılında ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde ders vermeye başlamıştır. The Economist Journal’da yayınlanan bir çalışması 1996 Yılının En İyi Makalesi ödülünü almıştır. 2000 yılında profesör olmuştur. 2012’de Harvard Üniversitesi’nden James A. Robinson ile ortak yazdıkları Ulusların Düşüşü (Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity, and Poverty, 2012) kitabı büyük yankı yaratmıştır.
2005 yılında John Bates Clarck Madalyası’nı almıştır. Madalya, her iki yılda bir ekonomi bilimine en büyük katkıyı yapan 40 yaş altındaki bir bilim insanına verilmektedir. John von Neumann (2007) ve Erwin Plein Nemmers Ekonomi (2012) ödülleri sahibidir. IDEAS/RePEc araştırma veri tabanına göre dünyadaki en çok alıntı yapılan ilk 10 iktisatçı arasındadır. Eski Devlet Bakanı İsmail Özdağlar’ın kızı Prof. Dr. Asuman Özdağlar ile evlidir. Özdağlar da Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde görev yapmaktadır.
Kurumların ekonomik gelişimi ve siyasal ekonomideki yeri çalışması TÜBA tarafından 2006 yılında Bilim Ödülü’nü kazanmıştır. 2013 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, klasik büyüme ve kalkınma teori ve modellerine farklı bir perspektifle yaklaşımı sebebiyle Sosyal Bilimler dalında Acemoğlu’na verilmiştir. Ödül, 1995 yılından bu yana Türk kültür ve sanat yaşamına önemli katkılarda bulunan, Türkiye’nin kültür ve sanatının yücelmesine çalışan Türk vatandaşı ve yabancı uyruklu kişiler ile kurumları onurlandırmak ve özendirmek amacıyla oluşturulmuştur. Review of Economics and Statistics ve Journal of Economic Growth isimli ekonomi dergilerinin yardımcı editörlüğünü yürütmektedir.
Prof. Dr. S. Rıdvan Karluk
Bir yanıt yazın