BM Güvenlik Konseyi 2254 sayılı kararı doğrultusunda tertiplenen Türkiye, Rusya ve İran liderlerinin Suriye konulu Soçi Zirvesi ortak bildirisi,
BM Güvenlik Konseyi resmi belgesi olarak yayınlandı.
*
Bu belgeye göre;
1-Suriye’nin egemenliği, birliği ve bütünlüğü esastır.
2-Suriye’de İŞİD varlığının sona erdirilmesi için mevcut işbirliği sürdürülecektir.
3-Gerilimi Azaltma bölgelerinde ve Suriye krizinin çözümünde hiçbir siyasi inisiyatif; ülkenin egemenliğini, birliğini ve bütünlüğünü bozmaya yeltenmeyecektir.
4-Geniş katılımlı Suriye Ulusal Diyalog Kongresi desteklenecektir…
*
Bu noktada ABD ve Rusya arasında anlaşmalı Astana sürecinde varılan karar çerçevesinde Türkiye, Suriye’de Idlib Gerilimi Azaltma bölgesindedir.
Suriye yönetimiyle işbirliği yolu çizerek çatışmaların bitmesine çaba verecek: Radikal unsurları elimine ederek kentteki çatışmasızlığı denetleyecek: Güvenliği Fırat Kalkanı bölgesinde olduğu gibi yerel polis güçlerine bırakmak görevini icra edecektir.
Ama Suriye topraklarında bulunduğu alanın doğusu ve batısındaki Suriye Demokratik Güçleri’ni ( PKK/PYD ) terörist kabul ediyor, onların üzerinde baskı ve korku yaratıyor.
*
Nitekim R.T.Erdoğan, Soçi Zirvesi’nin ardından yapılan basın toplantısında Suriyeli Kürtlerle ilgili olarak,
“Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü ile ülkemizin milli güvenliğine kasteden terörist unsurların süreçten dışlanması Türkiye olarak önceliklerimiz arasında yer almaya devam edecektir.
Milli güvenliğimize kasteden bir terör örgütü ile aynı çatı altında olmamızı, aynı platformda yer almamızı bizden kimse beklemesin” diyor…
Yukarıdaki BM Güvenlik Konseyi belgesindeki 3. ve 4. maddeyi tartışmaya bırakır bir ifade kullanıyor.
*
Halbuki bu coğrafyada değişemeyecek esaslar bulunuyor.
1- ABD’nin İsrail’in güvenliğine yönelik taahhüdü Ortadoğu’da terörle mücadele stratejisini ve Ortadoğu’da barışı belirliyor.
2- Suriye’de kirli planlar ve komplolar düzenlemesine yol açan Suriye’nin dış politikası; bağımsızlık, işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin’in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanıyor.
3- Artık Suriye’de bulunan Rusya; krizin çözülmesi için hırsların değil ortak amaçların esas alınması ve iç savaşa siyasal bir çözüm getirilmesi düşüncesini uyguluyor.
4- İsrail ve Suriye arasında olası bir barışın mutlak şartlarından biri; her iki tarafın birbirlerinin iç işlerine karışmaması ya da Suriye’nin İsrail’in azınlıkları olan Filistinliler, İsrail’in Suriye azınlıkları olan Kürtler ile ilgilerini kesmesi şartıdır.
5- Suriye’nin egemenliği, birliği ve bütünlüğü esasında Suriye ve Kürtler arasında güç-gelir paylaşımına dayalı bir federalizm oluşturulacaktır.
6- Bir zaman önce NATO’nun tereddüdü yüzünden bugün Irak temelde İran’ın elindedir…
*
Aslında ülkesi yaklaşık 7 yıldır kirli planlar ve komplolarla tarumar edilen Suriye lideri Beşar Esad;
Savaşın başından bu yana İsrail-Filistin Barışı’na büyük destek veriyor.
Esad, Şam’da Avrupa Filistin Diasporası Birliği’yle gerçekleştirdiği bir görüşmede yönetiminin HAMAS Hareketi’yle yaşadığı gerilimin ayrıntılarını şöyle açıklıyor;
*
“Suriye, Filistin mücadelesinin başlangıcından beri Filistinlilere kapılarını açmış ve elinden gelen her türlü imkanı seferber etmiştir.
HAMAS’a yardım ederken bu kuruluşun uzun yıllar kendileriyle mücadele ettiğimiz Müslüman Kardeşler örgütünün bir uzantısı olduğunun bilincindeydik.
Ancak HAMAS ulusal bir mücadele yürütüyordu, biz de Suriye’nin ulusal görevini yerine getirdiğini vurgulayarak Filistinli direnişçilere yardım ettik.
Fakat Suriye’de protesto eylemleri ve olayların başlamasıyla HAMAS Hareketi’nden bazılarının muhalif eylemlere katıldığına dair haberler gelmeye başladı.
Doğrusu HAMAS krizin başlangıcında Suriye’den yana olduklarında herkesi inandırmıştı.
Ancak daha sonra HAMAS’ın Suriye’de yaşanan olaylarda asıl gruplardan biri olduğunu öğrendik, bu durum bizim için büyük bir şok oldu.
Filistinliler, FKÖ ve Mahmud Abbas bu durumu çok iyi anladılar.
Suriye’nin düşmesi Filistin’in de düşmesi demekti” diyor…
*
Bu noktada Kuzey Suriye’de;
1- Suriye Rejimi; ülkesinin kuzeyindeki topraklarda bulunan Türkiye’yi istilacı bir düşman olarak kabul ediyor.
2- Türkiye; Rusya’yı PKK/PYD’li Kürtler gibi düşman unsurlara ve kendi topraklarına mülteci sızmasına karşı çıkarlarını koruyabilen tek müttefik olarak görüyor.
3- Rusya, Türkiye’yi olası bir kalıcı anlaşmada Suriye’nin kuzeyindeki nufuz alanında sorumluluk alacak ve teröristleri caydıracak bir güç olarak varsayıyor.
Ama Türkiye’nin NATO’nun bir Truva atı olduğunu da göz önünde bulunduruyor.
4- ABD ve İsrail, Kürtleri; Suriye rejimi ile birbirlerine düşman olmamak kaydıyla bir müttefik olarak addediyor.
Ayrıca Kuzey Suriye’deki Kürtlerin, Lübnan Hizbullah’ına ve Şii güçlerine engel olacağını düşünüyor.
*
Yukarıdaki esaslar Suriye’de barışı belirleyecek ana unsurlardır.
Nitekim Soçi Zirvesi’nin ardından yapılan basın toplantısında R.T.Erdoğan’ın;
Artık BM Güvenlik Konseyi’nin bir belgesi sayılan ortak bildirideki 3. ve 4. maddeyi tartışmaya bırakır ifadelerine bir ayar çekmek ve Ortadoğu’ya barış getirmek üzere,
Son zamanda İsrail-Filistin Barışı için yeni bir plan üzerinde çalışan,
ABD Başkanı Donald Trump, R.T. Erdoğan’a bir “Alo”diyor.
*
Dışişleri Bakanı M.Çavuşoğlu, “Alo” ile ilgili olarak,
“Amerika ile ilişkilerde olumsuz anlamdaki bir konu ABD’nin YPG’ye vermiş olduğu silahlardır. Sayın Cumhurbaşkanımız, bu rahatsızlığını bir kez daha sayın Trump’a iletmiştir.
Sayın Trump da net bir şekilde talimat verdiğini bundan sonra YPG’ye silah verilmeyeceğini esasen bu saçmalığa daha önceden son verilmesi gerektiğini net bir şekilde söylemiştir ” diyor!
*
“İleri Demokrasi” ülkesi Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Erdoğan’ın Trump’a “Alo” dediğini varsayıyor…
26.11. 2017
Bir yanıt yazın