NECDET BULUZ
Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı Avrasya İnceleme Merkezi (AVİM) “Çin’in Kafkasya’da artan ağırlığı” başlığı altında bir yorum yayınladı. S.Işık Bora tarafından kaleme alınan bu yorumda Çin’in bölgede bir denge unsuru olduğuna değiniliyor. Yine aynı makalede Rusya’nın Kafkasya’nın jeopolitik anlamda Rusya’nın en hassas bölgesi olduğuna vurgu yapılıyor.
Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bu konu üzerine yazılan bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedik:
“Rusya Federasyonu hâlihazırda Kuzey Kafkasya’da bulunan cumhuriyetleri için kişi başına ulusal ortalamanın iki kati kaynak ayırıyor]. Bu yüksek harcamalar merkezi hükûmetten çok, Çeçenistan’daki Ramazan Kadirov gibi yerel despotlar tarafından yönetilen bir bölgede olmaları nedeniyle de soru işaretlerine sebep oluyor. İşin asli, Kuzey Kafkasya jeopolitik anlamda bütün Rusya’nın en hassas bölgesi. Bölgenin dağlık coğrafyası, bir yandan ayrılıkçı gruplara sığınak işlevi görürken diğer yandan da Rusya’nın nüfus ve üretim merkezlerinin bulunduğu düz arazileri izole ederek savunma sağlıyor. Dolayısıyla, Moskova bedeli ne olursa olsun bu bölgedeki hâkimiyetini korumakta kararlı.
Aynisi Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’dan oluşan güney Kafkasya eski Sovyet Cumhuriyetleri için de geçerli. Rusya’yı yöneten kadrolar bu ülkeleri bir diş güvenlik çemberi ve vazgeçilemez bir etki alanı olarak görüyor. Bölgedeki ekonomik, kültürel ve askeri bağları bunu yapma olanağını Rusya’ya büyük ölçüde sağlıyor. Bunun en belirgin örneği olan Ermenistan, Rusça konuşan bir elit tarafından yönetiliyor, ekonomik olarak Rusya’daki diasporasının gönderdiği paraya bağımlı ve güvenliği konusunda Rus ordusuna güveniyor. Azerbaycan ve Gürcistan bundan çok daha düşük bir seviyede de olsa Rusya ile bağlara sahip: ekonomilerinin pek çok önemli sektörü ve askeri teçhizatlarının önemli bir kısmı Rusya’ya bağlı. Sonuçta, bu bölgeler yüzyıldan uzun bir suredir önce Rus imparatorluğunun ardından da Sovyetler Birliğinin parçası olmuşlardır.
Genelde, Rusya onların gidişatını kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek istediği zaman çeşitli kozlar kullanmaktadır. Bunun bir örneği, Rusya’nın iki tarafa da silah sattığı ve bir yandan da arabuluculuk üstlendiği Ermeni-Azeri çatışmasıdır. Vladimir Putin’in 2013, Ermeni cumhurbaşkanının Avrupa Birliği ile ortaklık anlaşması imzalamanın masada olduğunu söylediği ay içinde, Hazar donanması ile Bakü’yü ziyaret etmiştir. Rusya, 2008’de Gürcistan’la olan savaşın da gösterdiği gibi Kafkasya’da gücünü korumak için askeri müdahalede bulunmaktan kaçınmamaktadır.
Bunun sonucu olarak, Rusya’nın askeri ve ekonomik gücüne karsı duramayan Kafkas cumhuriyetleri başka güçlü aktörleri bölgeye çekmeye çalışmıştır. Su ana kadar bunlar Batılı güçler olmuşlardır. Üç Kafkas cumhuriyeti de NATO’nun Bireysel Eylem Planının parçasıdırlar. 2008deki Bükreş zirvesinde, Gürcistan’ın NATO’ya sonunda resmen üye olması üzerine anlaşılmıştır. O sırada Gürcistan Cumhurbaşkanı olan Mikhail Saakashvili NATO’nun ülkesinin güvenliğini ve egemenliğini Rusya’ya karşı savunacağına kanaat getirmiştir. Fakat Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya üzerindeki egemenliğini savunma girişimi Rus tanklarının Tiflis’in 20 km yakınına kadar gelmesiyle başarısızlığa uğramıştır. Bati dünyasının bu duruma yönelik tek diplomatik eylemi o sırada Avrupa Birliği başkanlığını yürüten Fransa’nın lideri Nicolas Sarkozy’den gelmiştir. Bu inisiyatif « Rusya’nın Kafkasya’daki agresif tutumunu değiştirmiş » olarak lanse edilse de Rusya’nın gerçekte Gürcistan’ı işgalinde daha fazla ilerleme düşüncesinde olduğu tartışmaya açıktır. Tam tersine, Avrupa Birliği ve Rusya’nın bu anlaşmasının etkisi, Avrupa ülkelerinin Kafkasya’nın Rus etki alanındaki yerini tanıması olmuştur. 2011 yılında, Rus Cumhurbaşkanı Medvedev, 2008 müdahalesi olmasaydı Gürcistan’ın ve hatta başka Kafkas cumhuriyetlerinin NATO’ya katılabileceğini söylemiştir. Genel anlamda, Bati ve özellikle de Avrupa Rusya’ya daha fazla kafa tutmak istememektedirler. Var olan yaptırımlara rağmen Rusya Kırım’daki var ligini korumaktadır ve bu durum değişecek gibi gözükmemektedir. Kafkasya, ne Avrupa Birliği ne de ABD için hayati önem taşımaktadır. Dolayısıyla Rusya’ya bu bölgede kafa tutmayı istemeyeceklerdir ve büyük olasılıkla muhtemelen başaramayacaklardır.
Fakat Kafkasya’daki varlığını arttırıp Rus egemenliğini tehdit etme potansiyeli bulunan bir başka güç bulunmaktadır: Çin Halk Cumhuriyeti. Çin’in Batıya kıyasla en büyük avantajı, etkisinin artmasının kendisini askeri veya politik anlamda göstermemesidir. Bu çıkarımın doğruluğundan bağımsız olarak, Rusya Batı’yı Çin’den daha büyük bir tehdit unsuru olarak algılamaktadır. Ukrayna’da bir NATO veya hatta AB varlığı Rus milli güvenliğine bir tehdit olarak görülmüştür. Avrupa Birliği bünyesinde ortak askeri gücü andıran hiç bir kurum bulundurmasa da, genişlemesinin doğası siyasidir. Diğer yandan, Çin etkisinin artışını jeopolitik olarak tanıtmamaktadır ve bu konuda diğer aktörleri ikna etmekte basari sağlamıştır. Bu gerçeğin yanı sıra, Rusya su anda Batılı aktörler tarafından dışlanmıştır ve Çin ile de arasını bozmayı göze alamayacak durumdadır. Kafkasya’daki devletler, Ermenistan’ın Çin ile son zamanlardaki yakınlaşmasının da gösterdiği gibi, Pekin ile bağlarını güçlendirmek istemektedirler. Genel anlamda, Çin’in bölgedeki ekonomik ağırlığı gittikçe artmaktadır. Bu bölge, ayrıca su anki yönetim tarafından desteklenen Tek Kemer Tek Yol girişiminde de önemli bir rol oynayabilir. Bu girişim, Avrasya kıtasına büyük altyapı yatırımları yaparak, Avrupa ile Çin arasında hem kara hem de deniz koridorları oluşturmayı hedeflemektedir. Bakü-Tiflis-Kars tren hattının tamamlanmasıyla Hazar Denizinden Avrupa’ya hızlı ithalat mümkün olacaktır. Bu inisiyatif Çin için çok önemlidir ve Kafkas cumhuriyetleri bu gerçekliğe göre dış politikalarını şekillendirip Çin ile bağlarını güçlendirmektedirler. Ayni zamanda vurgulanmalıdır ki eğer Tek Kemer Tek Yol girişimi başarılı olursa, Kafkasya üzerinden gecen ticari koridor stratejik önem taşımaya başlayacaktır. Bu girişim için kurulan Asya Altyapı Yatırım Bankasının 600 milyon dolar değerindeki en yüksek kredisini, doğrudan Kafkasya’daki doğal kaynakları ilgilendiren TANAP boru hattına açması da dikkate değerdir. Güney Çin Denizindeki gerilim, Çin’in ticari çıkarlarının bulunduğu yerlerde her zaman askeri bir varlık bulundurmaya meyilli olduğunu göstermektedir.
Çin hakikaten de bölgede askeri bir varlık bulundurmaya niyetli olmasa ve sadece ticari hedeflerin peşinde olsa da, fazla seçeneği kalmadığı bir duruma gelebilir. Bu özellikle bölgedeki Rus etkisinin istikrarsızlaştırıcı olmasından dolayıdır. Sonuç olarak Çin bölgede Rus etkisini dengelemek için en güçlü adaydır.”
necdetbuluz@gmail.com
www.facebook.com/necdet.buluz