15 KASIM/YARIM KIBRIS
Hüseyin MÜMTAZ
Takvimin göğsümüzü kabartan “29 Ekim/10 Kasım/15 Kasım” aralığındaki son halkasına geldik.
15 Kasım; tarihte devlet kuran son Türk’ün, Denktaş’ın kurduğu en genç Türk Devleti olan KKTC’nin kuruluş günüdür.
34 yıl olmuş.
34 yıl olmuş dere tepe düz gitmişiz ama ne yazık ki bir arpa boyu yol bile gidememişiz.
34 yıl önce, “KTFD federasyon amaçlıydı, madem bir yere varamadık, öyleyse bağımsız devletimizi kuralım ki masaya daha kuvvetli oturalım” düşüncesiyle kurulduydu bu devlet.
Talât ve Talâtımsılar hırslarından, çaresizliklerinden sabahlara kadar ağlamışlardı.
Ve ne yazık ki 34 yıl önce bulunduğumuz başlangıç noktasındayız.
Bakın Rum ve Yunanlılardaki kafa hangi kafa;
“Yunanistan Başbakanı Aleksis Tsipras, askeri müdahale tehdidi atlında birleşik bir Kıbrıs’ın güvenliğinin Türkiye tarafından garanti edilmesini Yunanistan’ın kabul etmesinin mümkün olmadığını söyledi”.
“Rum lider Nikos Anastasiadis iki toplum arasında güven inşası için en önemli adımın Maraş’ın Kıbrıslı Rumlara iadesi ve yasal sakinlerinin yeniden iskânı olduğunu söyledi”.
95716h.htm
“Haftalık Simerini gazetesinde Amerikan-İngiliz kutbunun Rum tarafında yapılacak başkanlık seçimleri sonrası için Kıbrıs sorununda -toprağa karşılık KKTC’nin tanınmasını öngören formülün de göz ardı edilmediği- yeni bir sahne kurmaya başladığı haber verildi. Bu plana Brüksel’in de dahil olduğunu belirten gazeteye göre -Brüksel, tanınmaya karşılık toprak siyasi mantığına karşı değil. Ortaya çıkacak Kıbrıs Türk devletçiğinin AB’ye üye olmayacağı şartıyla, çünkü böyle bir şey Türkiye’nin arka kapıdan üye olması anlamına gelir- denildi.”
“Nikos Anastasiadis, herhangi bir çözüm için -Kıbrıs Cumhuriyeti-nin yıkıldığını görme niyetinde olmadığını savundu”.
Ve nihayet;
“Anastasiadis Kıbrıs’ta Türk garantileriyle uygulanabilir bir çözüm olamaz” dedi.
Madem öyle, ben de şimdi; “Kıbrıs Türkü’nün Misâk-ı Milli sınırları Kasaba, İskele, Leymosun sahilinden geçer” dersem çok mu haksız olurum?
Sakın kimse bana “uluslararası konjonktür” filan demesin. O dediğiniz; sizin gücünüz/kuvvetiniz, kabiliyetiniz, sergilediğiniz kararlı duruşa göre çok kolay şekil değiştirir.
Peki, “bizim” cephede durum ne merkezdedir?
Dışişleri Bakanı Ertuğruloğlu: “BM, 50 yılımızı çaldı ancak bundan sonra daha fazla zamanımızın çalınmasına müsaade etmeyeceğiz. Kıbrıs Türk halkı izolasyonlar altında ezildiği ve azınlık gibi görüldüğü sürece Rumlarla 50 yıl değil 500 yıl daha müzakere etsek çözüm bulamayız” dedi.
Dikkat edin Ertuğruloğlu büyük oynuyor.
Bir süre önce de 19 milletvekili “federasyonun bir çözüm modeli olmaktan çıkarılması” konusunda Meclise önerge verdi, TMT de destek belirtti…
“Madem öyle, bu saatten sonra hangi federasyon?” dediler.
Cümle Talâtımsılar, Talâtımtraklar ateş püskürdü, protesto ettiler.
Güneydeki “eşkardeşleri” de hemen ideolojik DNA birlikteliği sergilediler ve “KKTC meclisinde federasyon çözümünün model olmaktan çıkarılmasına ilişkin sunulan karar önerisi aleyhinde yapılan eylemin cesaret verici olduğunu” söylediler. (AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu)
“İçimizdeki linobambakileri” zaten biliyorduk da eş zamanlı olarak ortaya çıkan bir başka olguyu gözden kaçırıyor olmamızdan endişeliyim.
“Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Oleg Sıromolotov, DEAŞ tamamen mağlup edildikten sonra Rus ordusunun Suriye’den çekilmesinin boyutunun gelişecek duruma bağlı olacağını ancak Hmeymim ve Tartus üslerinin büyük ihtimalle bölgede kalacağını belirtti”.
Elimde yeni bir kitap var. İş Bankası yayını. “TÜRK İMPARATORLUĞU’NUN PAYLAŞILMASI HAKKINDA YÜZ PROJE”. Trandafir G. Djuvara. Haziran 2017, İstanbul basımı.
Önsöz’ün ilk cümlesi şöyle; “Tarihçi Albert Sorel, -Doğu Sorunu Türklerin Avrupa’ya girmesiyle başladı- demişti”.
Lâfı konumuza getirirsek pekâlâ şöyle okuyabiliriz;
“Kıbrıs sorunu Türklerin Kıbrıs’ı almasıyla başladı”.
Sarı Selim’in başımıza neler sardığını; Elenlere neler ettiğini görebiliyor musunuz?
Demek Lâla 1571’de gelmeseydi; Küçük Asya Seferi, Kıbrıs sorunu, EOKA, Akritas, Diğenis, 1960, Kanlı Noel, 1974, OKTY, KTFD, KKTC, federasyon filan hiç biri olmayacaktı!
Yâni gül gibi geçinip gidecektik!
Kitapta bahsedilen 100 projeden 48’incisi “Rus Çarı Büyük Petro’nun Projesi”dir. (Sayfa 223)
“İlk Çar III. İvan Vasiliyeviç 1482 yılında Tatarların boyunduruğundan kurtulur kurtulmaz, İmparator Mihail Paleologos’un (Bizans İmparatoru HM) bir yeğeniyle evlenmiş ve yeni yıkılmış olan Doğu Roma İmparatorluğu üzerinde hak iddia etmeye başlamıştı.
Rusya’yı organize eden ve yorulmadan bu ülkenin yayılma iştahını kabartan kişi Çar Petro’dur. Doğu Hristiyanlığının savunucusu durumuna yükselmiştir.
…
Sokolnicki tarafından tümü yayınlanan Büyük Petro’nun vasiyetnamesi Panslavist özlemleri anlatan 14 maddeden oluşuyordu”. (Sayfa 224-25)
Bizim “Deli” dediğimiz Petro’nun vasiyeti özetle Boğazları geçerek “sıcak denizlere/Akdeniz’e” inmekti.
Akdeniz’de ne var?
Kıbrıs…
Büyük Harflerle KIBRIS.
Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Oleg Sıromolotov yukarıda ne demişti?
“DEAŞ tamamen mağlup edildikten sonra Rus ordusunun Suriye’den çekilmesinin boyutu gelişecek duruma bağlı olacak. Ancak Hmeymim ve Tartus üsleri büyük ihtimalle bölgede kalacak”.
Şimdi “sıcak denizlerde” Kıbrıs var, Kıbrıs’ın kuzeyinde Türkler, güneyinde Rumlar var, Kıbrıs’ın 90 kilometre doğusunda da Ruslar var.
Güney’deki Rumlarla Ortodoks kardeşliği içinde olan, Petro’ya göre “Doğu Hristiyanlığının” savunucusu olan Ruslar.
Bir dostum diyor ki; “Büyük Pedro’nun rüyasını Dugin ile Putin gerçekleştiriyor”.
O halde soru şu; “Dugin ile Putin, Tartus’daki deniz üslerinin 90 km. batısındaki Kıbrıs için ne düşünüyorlar acaba”?
Biz ne düşünüyoruz?
Başkasını bilmem ama ben, Talâtımtraklara hiç kulak asmadan Kıbrıs’taki Misâk-ı Millî sınırlarımıza ulaşırsak masaya daha kuvvetli oturacağımızı düşünüyorum.
Çünkü bölgenin üzerinde Rasputin’in hayaletinin dolaştığını hissediyorum.
Girne’de oturan, 5 yaşındaki torunum bile o küçücük aklıyla “çarpık çözümsüzlüğü” içine sindiremediği için olsa gerek, okulundaki 15 Kasım hazırlıkları sırasında; “Tatili anladım da neyin bayramı?” diyor.
34’üncü yıl kutlu olsun!
Daha büyük hedeflere “Yol olsun”… 14 Kasım 2017
NOT; 1985’in 15 Kasım’ı. KKTC’nin ikinci kuruluş yılı… Tesadüf (!), OKTY, KTFD zamanlarında olduğu gibi yine adada görevdeyim. Cumhurbaşkanı Denktaş’ın, Lefkoşa Saray Otel’de verdiği (o zaman başka otelimiz yok) kutlama resepsiyonu ve yemeğine davetliyiz eşimle beraber. Protokol görevlileri “durumu” ne bilsinler; herkes gibi eşimle beni de ayrı ayrı yerleştirmişler masada.
“Durum” vahim, çünkü aynı gece “bizim” de “imzayı atışımızın” 9’uncu yılı… Yemek daha başlamamış. Gençlik işte. Yüzümü kızartıp yanıma yerleşmeye çalışan Mümtaz Soysal’a “vehameti” anlatıyorum, büyük bir nezaketle gülerek kalkıyor, uzakta oturan eşime yanımdaki yerini veriyor.
Yâni Denktaş’a onu da borçluyuz ailece. 41(kere maşallah)’inci yılımızı da onunla beraber kutluyoruz.