Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, başladıkları mücadelenin, ancak milletin gönüllü desteğiyle başarıya ulaşacağına inanıyorlardı ve bunun için de hemen her türlü imkândan faydalanmaya çalışmışlardır. Mücadelenin, saltanatın ve hilafetin yürürlükte olduğu ve şer’i kanunların hâlâ geçeli olduğu bir zaman diliminde ve oldukça dindar bir toplum içinde yapılıyor olması, ister istemez bu önder kadroyu din unsurundan ve din adamlarından faydalanmaya yöneltmiştir. Bu sebeple de onlar, Anadolu’da hemen her gittikleri yerde din adamlarına yakın ilgi göstermişler, konuşmalarında dini argümanları kullanmaktan asla çekinmemişlerdir. Özellikle Mustafa Kemal Paşa, bu stratejiyi başarıyla uygulamıştır.
Afet İnan, Milli Mücadele sırasında Milis Kuvvetleri’nde tabur komutanı olarak görev yapan Edip Öymen ve arkadaşlarının, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’dan Eskişehir’e gelişinde yaşadıkları hadiseyi, Edip Öymen’den şöyle aktarıyor kitabında:
“Üstün düşman kuvvetleri karşısında, çekilmeye mecbur olan, bozguna uğrayan askerlerdik; Kuva-yı Milliyye idik. Bu halimizden ve kumandandan utanıyorduk. Başlarımız öne eğikti; istasyon civarında toplandık. Mustafa Kemal, bize gür sesiyle hitap etti:-Sizler kahramansınız, aslanlar gibi dövüştünüz, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında elbette çekilecektiniz. Yeni kuvvetler vereceğim. Toplu olacağız ve düşmanı yeneceğiz. Buna benim imanım vardır- Bu mealde (anlamda) olan sözler, başlarını öne eğmiş Türk yiğitlerini doğrulttu. Aynı zamanda bizlere birkaç da askeri talim yaptırarak, takdir dolu sözler söyledi. Manevi kuvvetin yükselmesini, bu grup insanda gözle görmek o kadar mümkündü ki, biraz evvelki bedbin (karamsar) insanlar sanki bizler değildik”(1)
Falih Rıfkı Atay bu konuyu şöyle açıklar kitabında: “Halkı okur yazar olmayan, medrese softalarının baskısı altındaki o zamanki Türkiye’de din kuvvetine karşı koymak kolay değildi. 9 Mayıs 1920 Edirne Kongresinde Mekteb-i Mülkiye’den (Siyasî Bilgiler Okulu) diplomalı istatistik müdürü:
-‘Savaş padişahımızın emir ve iradesine bağlıdır. Bizde bu yetki var mıdır? Dinimiz buna elverişli midir? Önce meselenin dince tarafı çözülmelidir’ diyordu.
İpsala Müftüsü:
-‘Cihadı imam ilan eder. İmam olmadıkça harp olmaz. Padişahımız serbest değildir. Cihadı kimse ilan edemez’, derken öteki müftüler de ona katılıyorlardı.
Halifeci hocalar büyük sarsıntı yaratmışlardı. Aralarında silahlı olanlar da vardı. Eskiden ‘mektepli subay’ düşmanı yobazlar, Bolu ve Gerede dolaylarının Kör Ali Hoca’sı, Biga’nın Gâvur İmam’ı, Düzce’nin Ahmet Hoca’sı ve daha bir sürü hoca ve şeyh halkı kışkırtıyordu. Konya’da Çukurova cephesini hazırlayan Adanalı Yurtseverler Ereğli’ye varınca kendileri ile birlik görülenler Konya’da fetva bildirilerinin duvarlara asıldığını duydukları zaman dağılıvermişler, ısmarlanan ve söz verilen arabalar gelmemiş, hayli ağırlıkları da olduğundan pek güçlükle yola çıkabilmişlerdir.”(2)
Salih Bozok’un bu konuda aktardıkları ise çok daha enteresandır. Diyor ki Salih Bozok:
“Milli Mücadele sırasında, bir gün Mustafa Kemal Paşa’yla birlikte, oturdukları köşkün arkasındaki bağlarda geziniyorduk. Bağ evlerinden birinin önünde yaşlı bir kadınla bir de erkeğe rastladık. Yanlarına sokulduk. Selam verdik. Şuradan buradan konuşurken, ifadelerinden ve durumlarından Paşa’yı tanımadıklarını anladım. Kendilerine, ‘Siz Mustafa Kemal Paşa’nın köşküne çok yakın bulunuyorsunuz, acaba sık sık Paşa’yı görebiliyor musunuz’ diye sordum.
Yaşlı erkek, ‘Mümkün mü efendim? Çevresinde bulunan kara elbiseli muhafızları (Giresunlu lazları kastediyordu) hiç kimseyi köşkün yakınına sokmuyorlar. Bazen cuma namazında Hacıbayram Camii’nde rastlayacak olursam uzaktan görmeyi başarabiliyorum’ deyince’ Paşa’yla birbirimize bakıştık ve onun işaretleri üzerine yaşlı adama fazla bir şey sormayarak biraz sonra oradan ayrıldık. İkimiz de adamın söylediklerine şaşkınlıklar içinde kalmıştık. Çünkü Paşa, cuma namazına gitmiyordu. Demek ki adam kendi hayalinde yaratmış olduğu bir adamı Mustafa Kemal olarak tanıyordu. Paşa’nın ak sakallı olduğunu da söylemişti…”(3)
Edirne Mebusu Mehmet Şeref Bey’in anlattığı bir hadise, Türk halkının, en azından halkın önemli bir kesiminin ve halkın meclisteki bazı temsilcilerinin, Milli Mücadele yıllarında içinde bulundukları dini taassubu yansıtması bakımından oldukça enteresandır. Şöyle diyor Mehmet Şeref Bey:
“Başka devletlerin tebaası olan Müslümanlardan, bize imdat gelmekte, bize yardım gelmekte, bize her türlü muavenetler hazırlanmakta olduğu propagandası yapılmaya başlandı. Bu şayialar o kadar işleniyordu ki, meclisin içinde bir sürü manevî kuvvetlerden bahsedilmeye başlanmıştı. Ve nihayet bir gün İnebolu’ya resûllerden birinin çıktığı şayî oldu. Gûya bu, Türklere masallardan işitilen hayali hazineler gibi Hindistan’ın eski devir hikâyelerini andıran servet getiriyordu. Bu zat İnebolu’dan, Kastamonu’dan Ankara’ya gelinceye kadar birçok tezahürat ortasında alkış tufanlarına boğularak, tekbirler, tekrimler takdisler içinde geldi. Büyük Şef’in şaşmayan ve susmasını bilen nazarı bunu daha bidayette sezmiş olduğunu zanneden arkadaşlar aldanmamışlardır; bu Hintli serseri, düşman cephenin adî casusundan başka bir şey değildi. Az gün sonra hesabını İstiklâl Mahkemesi huzurunda vermeğe davet edildi, hıyanetin cezasını görerek herkese gafletin böyle zamanlarda ne yaman bir hata olduğunu da anlatmış oldu.”(4)
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Türk toplumunun çoğunluğunun içinde bulunduğu bu durumu bildikleri için, son derece hassas davranmışlar, özellikle savaş öncesinde ve sırasında, onların dini duygularını ve inançlarını olumsuz yönde etkileyecek söylemlerden ve eylemlerden uzak durmuşlar, bilakis onların dini duygularını kamçılayacak ve onların sahip olduğu maddi ve manevi güçleri, İstiklâl Savaşı’na kanalize edecek şekilde bir siyaset izlemişlerdir.
Atatürk ve İsmet İnönü’den sonra Türkiye’nin üçüncü cumhurbaşkanı olan Celal Bayar, Türk halkının dini inançlarına son derece bağlı olduğunun ve din adamlarına itibar ettiğinin farkında olarak, özellikle Ege bölgesindeki faaliyetlerini din adamı kılığına girerek yürütmüştür. Celal Bey, halk arasında “Galip Hoca” müstear adı ile tanınıyor, büyük bir hürmet ve muhabbetle karşılanıyordu. Bu durum Mustafa Kemal Paşa tarafından da öğrenilmiş ve takdirle karşılanmıştır. Ege’nin Galip Hoca’sı, yalnız halk arasında dolaşıp telkin yapan bir insan değil, aynı zamanda silahlı milislerin başında onları sevk ve idare eden birisiydi.(5)
Mustafa Kemal Paşa’nın, İstiklal Savaşı öncesinde ve sonrasındaki söylemlerinden ve eylemlerinden hareketle ileri sürülen ve onun, amacına ulaşmak için dini ve din adamlarını kullandığı ve bunu bir siyaset aracı haline getirdiği şeklindeki iddialar kesinlikle doğru değildir.
En başta Mustafa Kemal Paşa ve yakın arkadaşlarının almış oldukları eğitim ve yetiştikleri ortam buna engeldir. Çünkü Milli Mücadele’nin önder kadrosu, Cumhuriyet döneminin ilk subay kadroları olduğu gibi, aynı zamanda Osmanlı döneminin de son subay kadrosudur. Bu önder kadronun tamamı, Osmanlı eğitim sistemiyle yetişmişlerdir. O eğitim sistemi ki; Harp Okulu’nda bile beş vakit cemaatle namaz kılmak zorunludur. General Ali Fuat Cebesoy, konuyu biraz da alaycı biçimde şöyle anlatır anılarında:
“Benim okula girdiğim bu ilk gün, en ziyade dikkatimi çeken şey, öğrencilerin abdestsiz ve adeta zorla namaza götürülmesi olmuştu. O zamanki Harp Okulu’nun mevcudu iki bini aşıyordu. Buna karşılık okulda ancak yedi sekiz su musluğu vardı. Öğrencilerin ve hatta subayların hepsinin abdest alabilmesi zaman bakımından imkânsızdı. Dahiliye subayları, öğrencileri bilerek abdestsiz namaza götürmeye razı olmuşlardı. Ancak kendilerine bir bakımdan hak vermek de gerekti. Çünkü aralıksız olarak her gün beş vakit cemaatle namaz kılmak için Padişah’ın iradesi vardı. Bu iradeye kimse karşı gelemezdi. Ben bunları birkaç gün sonra öğrendim…’Abdestsiz namaza durdum, günahlarımı affet Tanrım!’ diye dua eden öğrencileri çok gördüm. Bunların günahı elbette onların olamazdı”(6)
Ali Fuat Cebesoy, kitabının bir başka yerinde “Günler geçtikçe yeni arkadaşlar edindim. Bunların arasında ikinci sınıfta okuyan Pirlipeli Ali Fethi (rahmetli Fethi Okyar) de vardı. Bir gün öğle namazından çıkarken Mustafa Kemal elimden tuttu. Yanımızdan geçmekte olan Fethi’ye; ‘Sana söz etmiş olduğum arkadaşım, Salacaklı Ali Fuat’ diye tanıttı…” diyerek, padişahın emriyle de olsa Harp Okulu’ndaki diğer öğrenciler gibi Mustafa Kemal’in de vakit namazlarını kıldığını belirtmektedir.(7)
Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın, oldukça muhafazakâr bir aileden geldiği ve çocukluğunun böyle bir ortamda geçtiği, elbette ailesinin, özellikle de annesinin muhafazakâr yapısı sebebiyle öncelikle dini bilgilerin verildiği mahalle mektebine gönderildiği bilinmektedir.(8) Aynı zamanda bir emekli albay olan Yrd. Doç. Dr. Ali Güler diyor ki bu konuda: “Özellikle annesinin yönlendirmesiyle din eğitimini aksatmayan Mustafa, yüksek algılayış ve öğrenme kapasitesi sayesinde dua mahiyetindeki Kur’an metinlerini ezberledi, dinî konulardaki bilgi birikimini arttırdı. Kur’an okumaya, namaz kılmaya ve oruç tutmaya başladı…”(9)
Atatürk bu konuda şöyle der: “Çocukluğuma dâir ilk hatırladığım şey, mektebe gitmek meselesine aittir. Bundan dolayı anamla babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem, ilâhilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu. Gümrük’te memur olan babam, o zaman yeni açılan Şemsî Efendi’nin mektebine devam etmeme ve yeni usûl üzerine okumama taraftardı. Nihayet babam işi becerikli bir şekilde halletti. Önce geleneksel törenle mahalle mektebine başladım. Bu suretle annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle mektebinden çıktım. Şemsî Efendi’nin mektebine kaydedildim”(10)
Bir süre devam ettiği Mülkiye Rüştiyesi’nde(orta okul) görevli öğretmenlerin de yine daha çok dini bilgiler verdiğini yaveri Salih Bozok söylüyor ki; ona göre Rüştiye’de görevli öğretmenler Kaymak Hafız ve Hacı Şükrü isimli iki softadır. Çünkü Salih Bozok da aynı okula gitmiştir ve Kur’an-ı Kerim’i tecvitle okumayı orada öğrenmiştir. Kaymak Hafız’ın “Kuranı Kerim ve tecvitten başka bir şey bilmediğini” belirten Salih Bozok devamla; “Kaymak Hafız, her gün bize abdest aldırarak okulun yakınında bulunan Alaca İmâret Camii’ne götürür ve orada saatlerce bize Kuranı Kerim okuturdu…” diyor.(11) Onun aktardığına göre Mustafa Kemal, Kaymak Hafız’dan yediği dayak sebebiyle bu okuldan ayrılmıştır.(12)
Ayrıca, Osmanlı arşiv kayıtlarından istifade edilerek hazırlandığı anlaşılan ve Mustafa Kemal Paşa’nın soyunun; Sivas, Tokat, Amasya, Çorum ve Bozok yörelerinde oturmakta iken Osmanlı’nın iskân politikası gereği önce Konya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Denizli ve Çanakkale taraflarına, arkasından da Balkanlar’a yerleştirilen Kızıloğuz Türkmenlerine dayandığını tespit eden yayınlar vardır piyasada.(13) Bu yayınlarda, Mustafa Kemal Paşa’nın anne tarafının, “Sofular” diye anılan ve Mevlevî tarikatına mensup oldukça muhafazakâr bir aileden gelmesinin yanında, 1590’lardan itibaren isim isim tespit edilen baba tarafında ise Şeyh Hasan, Şeyh Ahmet, Şeyh Yakup, Şeyh Mehmet Ali, Şeyh İbrahim Edhem, Şeyh Mehmet (Kırmızı Hafız) ve Şeyh Ali Rıza gibi isimlere rastlanmaktadır ki; Şeyh Ali Rıza aynı zamanda Selanik Koca Kasım Paşa Camii imamıdır. Bilinen ilk dedesi Şeyh Hasan’dan itibaren diğer isimlerin hemen tamamı Mevlevî Tarikatı mensubu olup bunlardan bir kısmı aynı zamanda Selanik Mevlevîhanesi’nde Postnişinlik yaparlarken, sonuncu isim olan Şeyh Ali Rıza(14) ise Halvetî tarikatına mensuptur.(15) İstiklâl Savaşı kahramanlarından General Fahrettin Altay, Atatürk’ün soyu hakkında yalan ve iftira dolu yayınlar yapanlara cevap olmak üzere şöyle demiştir: “Atatürk, Türk ve Müslüman bir anadan, Türk ve Müslüman bir babadan dünyaya gelmiş, ecdadı Türk olan bir insandı.”(16)
Ali Güler’in vermiş olduğu ilginç bilgilerden birisi de Atatürk’ün okuduğu Rüştiye, İdadi ve Harp Okulu’nda okutulan derslere ilişkin bilgilerdir. Ali Güler’in aktardığına göre; okutulan dersler arasında, İslam Tarihi, Akaid, Akaid-i Diniyye ve İlm-i Ahlak gibi dersler de vardır ve Mustafa Kemal bu derslerden oldukça yüksek notlar almıştır.(17) Yine Ali Güler’in vermiş olduğu enteresan bilgilerden birisi Atatürk’ün okuduğu kitaplara ilişkin bilgidir. A.Güler’in tespitine göre; Atatürk’ün okuduğu kitapların yaklaşık %30’u (%28.5) din, dinler, İslam ve bunlara yakın konulara ait kitaplardır ki; okuduğu 4.289 kitaptan 161’i doğrudan din konusu ile, 111’i ise doğrudan İslam Dini ile ilgili kitaplardan oluşmaktadır.(18)
Bu sebeple bütün kalbimizle ve aklımızla iddia ediyoruz ki; İslam Dini ile direk alakalı bu kadar kitabı, bu ülkede asıl görevi dini anlatmak olan pek çok din adamı bile okumamıştır! Bununla şunu demek istiyoruz; Atatürk, İslam Dini’ni, asıl görevi İslam Dini’ni anlatmak olan pek çok din adamından daha iyi biliyordu. Çünkü 01 Kasım 1922’de millet egemenliğinin (saltanatının) gerçekleştirilmesi konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan tarihi oturumda “…Arkadaşlar; gerçekleri açıklığa kavuşturmak için hep birlikte Türk Tarihi ve İslam Tarihi üzerine kısa ve çabuk bir göz atmayı yerinde bulur musunuz?” şeklinde bir soru sorduktan sonra Türk ve İslam Tarihi üzerine yapmış olduğu uzunca bir konuşmadan da(19) anlaşılıyor ki; Atatürk, İslam Tarihini ve İslam Kültürünü yakından ve derinlemesine tetkik etmiştir…
_____________________
1- Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Haz. Arı İnan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 16. Basım, İstanbul, 2017, s. 146.
2- Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, Ankara, 2004, s. 269.
3- Salih Bozok, Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Can Yayınları, İstanbul, 2015, 5.Baskı, s.116-117.
4-Edirne Mebusu Mehmet Şeref, Birinci Millet Meclisi-Tarihi ve Siyasi Tefrika, Yay.Haz. Taner Lüleci, 1.Baskı, İstanbul,2011, s.55-56.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın son başkanı da olan ve Ankara’ya geldikten sonra Erkânıharbiye Umumiye Reisi Fevzi Paşa’ya bağlı olarak kurulan istihbarat biriminin başına geçen Hüsamettin Ertürk anılarında, bu adamın Mustafa Sağir isimli bir İngiliz casusu olduğunu, Hindistan’daki Müslümanların temsilcisi olduğu yalanıyla ve bu konuda yazılmış sahte bir mektupla Ankara’ya kadar ulaşarak Mustafa Kemal’in yakın çevresiyle temasa geçtiğini söyler ve Mehmet Şeref Bey’in anlatımlarına benzer şekilde adamı ve hadiseyi çok daha tafsilatlı olarak anlattıktan sonra adamın tıpkı Afganistan Kralı gibi Mustafa Kemal’e de suikast düzenlemek amacıyla Ankara’ya gönderildiğini, yegane amacının elindeki tabancayla Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin Mustafa Kemal Paşa hakkında verdiği idam fetvasının gereğini yapmak olduğunu, fakat yakalanarak Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından yargılandıktan sonra idam edildiğini anlatır.(Bkz. Hüsamettin Ertürk, age, s, 250 ve devamı).
5- Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, Sebil Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 1994, s.329.
6- General Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2015, s. 26.
7- General Ali Fuat Cebesoy, age, s. 31-31.
8- Prof. Dr. A. Afet İnan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, TTK Yayını, Ankara,1977, s.46.
9- Yrd.Doç. Dr. Ali Güler, Atatürk ve İslam, Halk Kitabevi Yayını, İstanbul, 2016, s.29.
10- Doç. Dr. Özcan Mert, “Atatürk’ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi (1852-1917)” başlıklı makalesi, .
11- Salih Bozok, age, s. 31.
12- Age, s, 30-31. Salih Bozok bu bilgileri, Mustafa Kemal Paşa’nın 10 Ocak 1922 tarihli Vakit gazetesine verdiği söyleşiden aktarmıştır. 10 nolu dipnotla belirtilen makalenin sahibi yazar da yine bu kaynağa atıfta bulunmuştur.
13- Örn. Bkz. Mehmet Ali Öz, Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Soy Kütüğü, Özel Yayın, Sivas-2014, s,17. Karşılaştırma için bkz. Dr. Ali Güler, “Atatürk’ün Saklanan Soyağacı” başlıklı makalesi, 03 Eylül 2012, .
14- Bu kişi Mustafa Kemal Paşa’nın babası Ali Rıza Efendi ile karıştırılmamalıdır.
15- Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Ali Öz, age, s, 105-155; ayrıca bkz. Yrd.Doç. Dr. Ali Güler, age, s.16-30.
16- İskender Özdemir, Atatürk ve İslam, Kripto Yayınları, 3.Baskı, Ankara, 2015, s.20-21.
17- Ali Güler, age, s. 56-60.
18- Age, s. 69-70.
19- M. Kemal Atatürk, Nutuk, Yayına Haz. İsmet Gönülal, Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılını Kutlama Koordinasyon Kurulu Yayını, c.3 (Belgeler 1919-1927), s. 212-8.