ABD Başkanı D.Trump, göreve başladıktan sonra Japonya, Güney Kore, Çin, Vietnam ve Filipinler’de temaslarda bulunmak üzere ilk resmi Asya turundadır.
*
Trump, başkan seçilmesiyle birlikte Avrupa’daki seçimler ve referandumların sonuçları,
Batı’nın terör saldırılarıyla yeni bir merkez haline gelmesiyle karşılaştı.
Mütemadiyen “Russiagate” ile mücadele ediyor.
Göreve başlamasının 10. ayında ABD eliti hâlâ onunla işbirliği yapmayı reddediyor.
*
Aniden film yıldızları, eski cumhurbaşkanları, görevdeki kongre üyeleri ve üst düzey yetkililerini içeren cinsel taciz suçlamaları ve soruşturmalar gelişmiştir.
Bugün müreffeh, şık ve kuralları takip eden Batı bir belirsizliğe gömülmüş gibidir.
*
Bütün bunların geçici bir fenomen değil daha derin bir problemi yansıttığına ilişkin düşünceler gelişiyor.
Zaman değişikliğinin Batı’nın gurur duyduğu yönetişim modeline meydan okuduğuna ilişkin kanaatler yükseliyor.
*
Bu noktada Başkan Trump’ın Pekin ziyaretinin Çin Komünist Partisi’nin 19. Ulusal Kongresi’nden iki hafta sonra gerçekleşmesi güzel bir tesadüf oluşturuyor.
Komünist Parti, Çin karakteristikli sosyalizmin yeni bir döneme girdiğinin kararını almış,
Cumhurbaşkanı Xi Jinping’i yeniden parti Merkez Komitesinin Genel Sekreteri seçmekle kalmayıp, onu Çin liderliğini güçlendirmiş olmakla onurlandırmıştır.
*
İpek Yolu projesi ve buna dolar cinsinden bir katılımla Batılı yatırımcıları ortak etme açık iradesi ile silahlı kuvvetlerin daha da geliştirilmesi amacıyla yapılan reformlar;
Çin’in liderliğini her geçen gün pekiştiriyor…
*
Trump ise geleneksel ABD politikasını henüz tam olarak yükseltememiştir.
Şimdi Başkan’ın Asya ziyareti; Çin ile ilişkilerin nasıl ele alınacağının dolayısıyla Washington’un Asya-Pasifik politikasının ana hattını oluşturacaktır…
*
ABD kapitalizmi, bugüne kadar durmaksızın Çin’in ebedi bir büyüme makinesi olmadığının propagandasını yaptı.
Halbuki Çin, hem ABD’nin bölgeyi jeopolitik kontrolü altına almasını ve etkisini doğrudan kendi sınırlarına yakınlaştırmasından endişeli,
Hem hidrokarbon ithalat hacmının önemli ölçüde artması ve kendi enerji güvenliğini sağlamak zorunluluğunda,
Hem Hazar bölgesi ve Ortadoğu hidrokarbon rezervlerine olan ilgisini,
Bölge ülkeleriyle geliştirdiği ekonomik ve siyasi ilişkilerde göstermek durumundaydı.
*
Nitekim, Çin “Bir Kuşak Bir Yol Girişimi ve Asya Ortak Kader Topluluğu” felsefesiyle Asya ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmekte,
Gelişmesini sürdürüp güçlenmek için diğer Asya ülkeleri ile kalkınma fırsatlarını paylaşmaya yönelmektedir…
*
Başkan Trump, daha önce Trans-Pasifik Ortaklığı projesini sonlandırırken;
Çin odağından Asya’da, yüksek teknolojiye dönük üretim biçimleri ve yurtiçi aktiviteler sağlanmadıkça hiç bir ticari gelirin bir ülkeyi, bir bölgeyi gelişmiş ülke mertebesine çıkaramayacağı gerçeğini hayata geçirdiği düşüncesindeydi.
Bütün Asya’yı ekonomi ile vuruyor, ABD kapitalizmi adına halâ gerginlik, çatışma ve savaş üretmekten medet umuyordu…
*
Ama Trans-Pasifik Ortaklığının sona ermesi ve istihdam katili olarak nitelediği ve çekildiği ABD-Kore Serbest Ticaret Anlaşması pek çok Asyalı müttefiğinin aleyhine oldu.
Şimdi Trump’ın ziyaretlerinin bu stratejiyle sınırlı olmayacağı, “America First” politikasıyla uyumlu esnek bir tutum izleyeceği öngörülüyor.
*
Ancak bu noktada da büyük bir engel bulunuyor.
Çünkü Başkan Trump’ın, “America First” zihniyetiyle ABD’nin kendisi için mükemmel olan sonuçları sürdürmesine rağmen bunun ekonomik, askeri ve ideolojik evrensel bir güç olunması mantığının tam tersi olduğunu anlaması gerekiyor.
*
Çünkü şimdilerde Dünya, ABD’nin hegemonya ve güç siyasetine dayalı eski dünya güvenlik anlayışı yerine,
Karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışını talep ediyor.
*
Başkan Trump’ın ziyaretleri öncesinde Dışişleri Bakanı R.Tillerson, dünyanın ağırlık merkezinin Hint-Pasifik’e kaydığından bahisle,
Bölgenin demokratik güçlerinden bu ağırlık merkezine daha çok angaje olmalarını ve
işbirliğini bu yönde geliştirmelerini istedi.
Bu neye yarardı?
Çünkü demokrasilerde böyle bir ittifak ancak dünyanın en dinamik bölgesinde güçlü, kurallara dayalı ve istikrarlı bir denge unsurunun ortaya çıkmasıyla sağlanabilirdi…
*
İşte eski Başkan B.Obama, Çin’in yükselişini engelleyememiş ve ABD’ye somut yararlar sağlayamamış,
Dolayısıyla Asya-Pasifik’le yeniden dengelenme stratejisini başaramamıştı.
*
Şimdi Trump, Obama’dan Çin’e karşı dikkati miras almış olsa da;
Bugüne kadar Washington’un Asya-Pasifik bölgesindeki ittifak sistemini güçlendirmeye devam etmemiştir.
Buna karşın ABD; Hindistan ile olan bağları güçlendirerek “Hint Pasifik” kavramını geliştirmeyi yeğliyor!
*
Geçen yaz Hindistan; Çin’in Hindistan ve Butan’ın kesiştiği bölgede Himalayalar’ın doğusundaki tartışmalı Doklam platosundaki statükoyu değiştirmek için yaptığı inşaat faaliyetlerini durdurmuş, iki ülke diplomatik görüşmelerde bulunmuştu.
Eğer eski Başkan Barack Obama yönetimi de bu yöntemle Güney Çin Denizi’nde benzer bir karara varmış olsaydı;
Belki Çin, oradaki yedi askeri yapay adaya sahip olmayacaktı, diye düşünülüyor.
*
Her halükârda ABD; Çin’in dış politikasında daha geniş bir kaymanın güvenceye alınmasını ve Asya-Pasifik bölgesi güç dinamiklerinin istikrara kavuşmasını öngörüyor.
Bu yüzden Asya-Pasifik’te herhangi bir konuyu elinde tutabilmek için birden fazla müttefike ihtiyaç duyuyor.
Daha emin bir Japonya ve Hindistan, içişlerine karışan Çin yüzünden canı sıkılan Avustralya, ABD’nin güçlü müttefikleri olarak öne çıkıyor.
*
ABD, Çin’in davranışını sınırlamak için bu ülkelerle mevcut güvenlik bağlarını güçlendiriyor.
Birleşik bir güvenlik cephesini sağlamlaştırmak üzere ekonomik tasarruflar sunmak yerine, mesela Asya-Pasifik ülkelerini ekonomik çıkarlar sunmaya itecek güvenlik bağları kullanmayı düşünüyor!
*
Mesela, Trump Kuzey Kore’nin nükleer konusuyla ilgili olarak, ilgili ülkelerin Washington’la istediği gibi harekete geçebileceklerini ve Pyongyang’ın birlikte teslim olmaya zorlayacaklarını umuyor.
ABD müttefikleri de, öncelikle Washington’un hesaplamaları hakkında umutsuz olsalar da gerçek niyetlerini öğrenmeye çalıştıkları Trump’in ziyaretine büyük önem veriyor.
*
Trump’in ziyaretindeki bir diğer unsur, Asya-Pasifik ülkelerinin kendilerini Çin’in yükselişiyle ne kadar tehdit altında hissettiklerinin anlaşılmasıdır.
Bazı ülkeler ile Çin arasındaki toprak anlaşmazlıkları göz önüne alındığında, Çin tehdidi teorisi heyecan veriyor.
Ancak bu ülkeler de güvenlik için ABD’ye haraç ödemek zorunda kaldıkları ölçüde uzaktırlar…
*
Çin Cumhurbaşkanı Xi, Trump’ın aksine kendi ülkesinde görüş birliği sağlıyor.
Amerikan Pew Research Center bağımsız bir düşünce kuruluşudur; son yıllarda giderek kutuplaşan ABD’ye işaret ediyor.
Artan kutuplaşmalar ABD-Çin ilişkileri de dahil olmak üzere belirgin siyasi konularda fikir birliğine ulaşılmasını imkansız kılıyor.
*
Bu noktada soru liderliğin bir başka boyutuna odaklanıyor.
Başkan Trump, oyunun genel ilişkisini istikrarlı bir biçimde yönetmeye istekli midir?
Mesela Kuzey Kore ya da ticaret gibi konular hem Trump hem de Xi’nin gündeminde
önemli bir noktadır.
Ancak Trump’un sorunlu iç siyasi durumu ve liderlik konusundaki belirsiz iradesi, gelecekteki ikili ilişkide büyük bir belirsizlik kaynağı olmayacak mıdır?
*
Bu durum Trump’ın liderliğinin ya da yokluğunun ABD-Çin ilişkisini nasıl etkileyeceğini düşünmek anlamına geliyor.
Bu düşüncenin varacağı tek olumlu sonuç; Karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışı ancak Çin ile olan işbirliğine bağımlı olduğu gerçeğidir.
Bütün bunlar, Trump’ın Asya-Pasifik politikasını tasarlarken Çin’i esas rakip olarak görmesinin muhtemel olmadığı anlamına geliyor!
8.11.2017
Bir yanıt yazın