25 Eylül’de Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi ve Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri M.Barzani, İsrail’in dışında bütün uluslararası camianın reddettiği,
Hatta Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği partisinin de (YNK) istemeden kabul ettiği bir Bağımsızlık referandumu tertipledi.
*
10 Ekim’de Kahire’de, İsrail -Filistin barışı yolunda büyük bir adım atıldı.
Filistin hizipçileri HAMAS ve El Fetih aralarındaki toprak, siyasal ve ideolojik bölünmeyi sona erdirmek üzere bir ön uzlaşı anlaşması imzaladı.
Anlaşma tartışmalı Gazze Şeridi’nin hangi şartlarda nasıl kontrol edileceğinin yöntemlerini belirliyor.
Filistin lideri Mahmud Abbas’ın ” bölünmenin sonu” olarak selamladığı anlaşma iki rakip grubun aralarındaki anlaşmazlığın kısmen çözülmesi anlamındadır.
17 Ekim’de bu kez İsrail Güvenlik Kabinesi; HAMAS’ın İsrail’i tanıması, silahsızlanma ve İran ile olan bağlarını kısıtlayan Filistin birlik anlaşmasını koşullu olarak tanıyor.
*
Bir gün önce 16 Ekim’de ise Irak ordusu ve Irak askeri üniforması giymiş İran Devrim Muhafızları yönetiminde Şii Haşdi Şabi güçleri Kerkük’e operasyon başlatmış,
Hiç bir direnişle karşılaşmadan Kerkük’ü, Salahaddin vilayetine bağlı Tuzhurmatu ilçesini, 17 Ekim sabahı da Musul’un Sincar ilçesini kontrole almışlardır.
Kürtlerin yenilgisi öylesine etkileyicidir ki, Peşmergeler Ninova, Selahaddin, Diyala, Musul ve Sincar bölgelerinden çekilmiş bulunuyorlar…
Böylece İran Devrim Muhafızları şu anda sadece Kerkük petrol merkezinin ve petrol sahalarını değil, Irak’tan Suriye’ye açık bir koridoru kullanma fırsatına da yaklaşmış bulunuyor.
Bu öyle bir koridordur ki; İran belki doğuda Hürmüz Boğazı’ndan batıda Akdeniz’e kadar etki alanını genişletecek, İsrail’in kara ve denizden çevrilmesini sağlayabilecektir…
*
Bu gelişmelerin ardından HAMAS kanadından İsrail’in asla tanınmayacağı, direnişten vazgeçilmeyeceği açıklaması gelmiştir.
18 Ekim’de İsrail Başbakanı B. Netenyahu, Rusya Devlet Başkanı V.Putin ile Suriye’deki savaşı, İran nükleer programını ve Kuzey Irak Kürt Bölgesi’deki durumu görüşmüş,
Ertesi gün İsrail Savunma Bakanı A. Lieberman, Washington’da ABD Savunma Bakanı Jim Mattis ve ulusal güvenlik danışmanı General H. R McMaster’dan;
İran’ın tehdidini karşılamak için harekete geçmeden önce ”ileri teknoloji” gereksinimleri karşılamak üzere savunma bütçesine ek olarak 1.1 milyar dolar destek istemiştir…
*
Bu noktada 20 Ekim’de YPG ağırlıklı güçlerden oluşan ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Rakka’yı tamamen ele geçirdiği, Rakka operasyonunun sona erdiği açıklanmıştır.
*
Böylece İsrail için yalnızca İran’ın nüfuzuyla yüzleşmek değil, İran’ın Irak’tan Suriye’ye açık bir koridoru kullanma fırsatını engellemek için Kuzey Suriye’de etki alanını genişletme süreci başlamış bulunuyor…
Çünkü İsrail’in Suriye Kürtleri ile ilişkilerini güçlendirmesi kazançlarının stratejik, siyasi ve güvenlik yararlarının ötesine geçecek, bilhassa Rojava’nın doğal kaynakları, petrolü İsrail’in enerji arzına katkı verebilecektir.
*
Ama ABD Başkanı D.Trump, Rakka’nın İŞİD’ten temizlendiğini bildiren açıklamasında; “SDG (PKK/PYD) ve Suriye’de İŞİD’e karşı savaşan müttefiklerimiz, terör grubunun başkenti olarak ilan ettiği Rakka’yı başarılı bir şekilde geri aldı. Yakında yeni bir evreye geçerek Suriye’deki tansiyonu düşürmek için yerel güçleri destekleyeceğiz, kalıcı barışın sağlanması için şartları genişleterek terör güçlerinin geri dönerek ortak güvenliği tehdit etmesine son vereceğiz. Şiddetin son bulması için müttefiklerimizle diplomatik süreçleri destekleyerek mültecilerin evlerine geri dönmesini sağlayacağız ve Suriye halkının dehşetine son verecek siyasi geçiş sürecini sağlayacağız “diyor.
*
11 Eylül 2001’de El Kaide’nin New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’ne yaptığı saldırının ardından,
Dünya giderek ABD’nin hegemonya ve güç siyasetine dayalı eski dünya güvenlik anlayışı yerine,
Karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışının ışığına dönmeye başlamıştır.
ABD’nin çok güçlü olan bu döngüye katılması için Soğuk Savaş zihniyetinin terk edilerek uluslararası ilişkilere yeni bir perspektiften bakılması, sorunlara çözümler bulmak için tüm uluslararası toplumun birlikte çalışması gerekiyordu.
Bunun sağlanabilmesi için ABD Başkanı George W. Bush,terörizme ya da bilinmeyen düşmana karşı “Sonsuz Savaş” doktrinini oluşturdu.
ABD Başkanı B.Obama’da bu doktrini, bugünün Başkanı D.Trump’ın da izlediği 2020 yılına kadar geçerli Ulusal Strateji Belgesinde resmileştirdi.
Böylece ABD; “Savaş”ı zaman ve coğrafya ile sınırlandırmadan,”Adil Savaş” doktrinini “Sonsuz Savaş Operasyonu”na dönüştürdü.
Sonsuz Savaş Operasyonu, çevre devletleri tasfiye eden ama küresel devletin aygıtları ile sistemin amacına uygun olarak yeniden kurulmasını öngörüyor…
Nitekim Başkan D.Trump’ın Rakka operasyonu ile ilgili açıklamalar da “Sonsuz Savaş” doktrinini olumluyor.
*
Bu doktrinin en önemli adımlardan biri Eski Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey’in, küresel ayaklanma momentumunun devlet adamlığı yeteneğini aştığı bu noktada,
ABD’nin dünya polis gücü olabilmesinin stratejik ayrıntıları üzerinde yaptığı çalışmasıdır.
Dempsey, ABD ve Rusya’nın birlikte çalışmak gerektiğini anladıklarından hareketle, rekabetin koordinasyonla geliştirilip bir Rus-ABD ortaklığının oluşturulması halinde;
Bölgesel krizlerin daha az tehdit oluşturacağı, bölgesel çalkantıların büyük oranda önleneceğini kurgulamıştır.
Nitekim bugün Ortadoğu Krizinin çözümünde, aslında ABD’nin “Sonsuz Savaş ” doktrini başlığı altında, dolayısıyla pek samimi olmayan bir diyalog düzleminde ABD ve Rusya ortak çalışıyor…
*
Bu ortaklığın, İsrail ve İran ekseninde nasıl gelişmelere yol açacağı bugünden bilinmiyor.
Bilinen şey Başkan Trump’ın “Yakında yeni bir evreye geçerek Suriye’deki tansiyonu düşürmek için yerel güçleri destekleyeceğiz ve kalıcı barışın sağlanması için şartları genişleterek terör güçlerinin geri dönerek ortak güvenliği tehdit etmesine son vereceğiz ” ifadesidir.
*
Bu ifadeden Türkiye’nin bir türlü neden Afrin’e ilerleyemediği anlaşılıyor.
Ama giderek Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde gerekli hizmetlerin sağlanmasındaki noksanlar, ağır baskı ve yaşanan güvenlik kaosuyla bozulma başlamıştır.
Bu noktada İsrail için bir güvenlikli bölge inşasında olan Türkiye’nin,
sınırının yanı başında ve El-Kaide ideolojisinden esinlenen hiziplerin yönetiminde olan İdlib kentinde ki ve Fırat Kalkanı kapsamında Kuzey Suriye’de bulunduğu alanlardaki geleceği ise bilinmiyor…
23.10.2017
Bir yanıt yazın